Mutluluk bizim için yiyeceğe ve küçük bir toprağa sahip olmaktır. Ve gece gündüz elektriği olan gerçek bir yerde yaşamaktır.
....
Aşk, başlangıç ve sondur. Aşk, geldiğimiz ve varacağımız yer ve ikisi arasında yaşadıklarımızdır.
....
Benim için kabul edilemez olan; azınlığın refahının, çoğunluğun sefaletine bu derece bağlı olması.
....
Yoksulluğu savunmuyorum, sadeliği savunuyorum. Gereksiz ihtiyaçlarla bir israf dağı icat ettik.
Sürekli almalısın ve atmalısın. Boşa harcadığımız hayatlarımız aslında. Bir şey satın aldığımda ya da siz bir şey satın aldığınızda
karşılığında para vermiyorsunuz, verdiğimiz aslında vaktimizdir. O parayı kazanmak için harcadığımız vakit... Arasındaki fark, yaşamı satın alamazsınız. Yaşam alıp gider...
(Jose Mujica, Uruguay Devlet Başkanı)
....
Gülümseyin... Gülümseme, herkesin anlayabileceği tek dildir.
Human, 2015
31 Oca 2017
29 Oca 2017
Hasan Ali Toptaş - Gölgesizler
“Her kadının gözünde bir erkeğin kaybolup gideceği boşluk bulunduğuna
inanmıştı.” (s15)
“Hiçbir iz yok dedi Raşit. Muhtar, avluyu yeniden taradı
gözleriyle. O her şeyin mutlaka bir iz bırakacağına inanıyordu, izsiz şey
olamazdı; kuşların bile izi vardı gökyüzünde, sözcüklerin dişte, bakışların
yüzde.” (s.39)
“Ne yürüyormuş, ne duruyor. Yürüyorum dediği durmanın ta
kendisiymiş. Düş gibi bir şey yani... Koşarsın koşarsın da varamazsın hani;
içindeki umut varamadığın kadar büyür. Sen bakarsın ışıltıyla. İleriye
uzanırsın (uzanmak istiyorsun yalnızca), uzandıkça da kolların uzar babam
uzar... Gene de boşluğu avuçlarsın hep; düşünü düş yapan boşluğu...” (s.56)
“Düşünce insanın içine düşünce, yolun yarısı tamam. Yani
varılır bir yere, önceki noktada değilsindir artık ve dönemezsin. Dönsen de,
eksik.” (s.60)
“Unutma ki, yeryüzünde gecikmişliğin ilacı yoktur.”
(s.74)
“Sayfalarda, aşk yüklü iki hamaldan söz ediliyordu sürekli, aşkın saksısından,
gölgesinden, kır çiçeklerinin nereye yürüdüğünden, aşkların ölümü ölümlerinden
çok sonra kabullenişinden ve bu nedenle insanların ölü aşk hamalı olduğundan
söz ediliyordu.” (s.79)
“Herhalde kendi varlığına karışarak yok olmak en akıllıca
yöntemdi.” (s.100)
“Sevmek, insanın erişebileceği en yüksek mertebedir.”
(s.133)
“Aynı yolda yürümekten başka çaresi olmayan tuhaf birer
yaratıktı insanlar; tekrarın tekrarlananın örtüsü olduğunu anlayamadan, aynı el
sallayışların, aynı gülüşlerin, aynı yürüyüşlerin ya da aynı oturuşların
içinden geçe geçe damaklarına bulaşan uzak bir serüven tadıyla dönüp dolaşıp
aynı noktada yaşıyorlardı.” (s.156)
“Her şey bir düş perdesinin arkasında devinen binlerce
düşün gerisindeydi.” (s.158)
27 Oca 2017
26 Oca 2017
Fernando Pessoa - Başıboş Bir Yolculuktan Notlar
“Bütün sanatlar gibi edebiyat da hayatın yetmediğinin
itirafıdır.” Edebiyat ve Estetik Üzerine Sayfalar (s.9)
“Her sanat edebiyatın bir biçimidir, çünkü her sanat bir
şey söyler. Söylemek iki türlü olur. Konuşmak ve susmak. Edebiyat olmayan
sanatlar, ifadeci bir sessizliğin yansımalarıdır.” Küçük Mutluluğa Bir Başka
Not (s.9)
“Aslında başıma gelen şey, başkalarını kendi düşüm
yapıyor olmamdır; onların kanaatlerine boyun eğerek onlara sahip olurum, onlar
benim zevkime boyun eğerler ve kişilikleri düşlerime benzer bir şey olur.”
Huzursuzluğun Kitabı (s.15)
“Her duyguya bir kişilik, her ruh haline bir ruh
vermeli.” Sürülerin Çobanı (s.16)
“Pencereden bakıp hülyalara dalan bir kadının elinde
evirip çevirdiği birip ya da kurdele gibi parmaklarımızın etrafına saralım
dünyayı.” Huzursuzluğun Kitabı (s.20)
“Hiçbir dönemin duyarlılığı bir diğerine aktarılamaz.
Ancak bu duyarlılığın kavranışı aktarılır. Biz, duyguyla kendimiz, zekayla
başkaları oluruz.” (s.35)
“Farklı ola ola monotonlaşıyor. Tıpkı hissede hissede,
sadece düşünüyor olmam gibi.” (s.37)
“Başım ve evren ağrıyor.” Huzursuzluğun Kitabı (s.38)
“Düşünmüyorum, düş görüyorum.” (s.40)
“Ne kendimi hatırlamak ne de tanımak istiyorum. Çok
kalabalık oluyoruz, kim olduğumuzu bulmaya çalıştığımızda.” (s.51)
24 Oca 2017
Yazgı
İnsanın istediği gibi davranmasında anlaşılmayacak bir yan yok benim için.
....
Kendim için anladığımı başkası için de anlayabilirim.
Yazgı, 2001
....
Kendim için anladığımı başkası için de anlayabilirim.
Yazgı, 2001
20 Oca 2017
Rainer Maria Rilke - Genç Bir Şaire Mektuplar
“Gerçeği söylemek gerekirse, tarifsiz yalnızlıklar içinde
yaşayıp gidiyoruz, özellikle en derin ve en önemli konularda hepsinden çok
büyüyor yalnızlığımız.” (s.14)
“Bir süre bu kitaplarda yaşayın, içlerinde öğrenmeye
değer göreceğiniz ne varsa öğrenin hepsini, ama her şeyden önce onları sevin.
Bin kat karşılığını göreceksiniz bu sevginin; yaşamınız ilerde nasıl bir akış
izlerse izlesin, kesinlikle şuna inanıyorum ki, bu sevgi gelişiminizin dokusuna
karışacak, yaşantılarınızın düş kırıklıklarınızın ve kıvançlarınızın en önemli
ipliklerinden biri gibi yürüyüp gidecektir bu dokuda.” (s.16)
“Bedensel haz duygusal bir yaşantıdır. Güzel bir yemişin
saf seyrine ya da ağzı dolduran meyvenin dilde uyandırdığı saf duyguya benzer
tıpkı: bize bağışlanan, büyük ve sonsuz bir yaşantıdır, dünyayı bir biliştir,
tüm bilmelerde saklı o zenginlik ve parlaklıktır. Bizim bu yaşantıya sahip çıkmamız
değildir kötü olan. Hemen herkesin ona aşırı yüklenmesi, ondan savurganlığa
kaçması, onu uyarıcı bir nesne gibi yaşamının yorgun köşelerine yerleştirmesi,
yaşamın doruk noktalarında ise kendisini toparlamasına yarayacak değil de,
kendisini oyalayacak bir nesne gibi ona başvurmasıdır.” (s.25)
“Anne babalarla çocuklar arasında her vakit patlak
verdiği görülen yangının üzerine körükle gitmeyin. Böyle yapmanız çocuklardaki
azımsanmayacak güç kaynağını kurutacak, beri yandan yaşlıların bir anlayıştan
kaynaklanmasa da, etkinlik göstermekten ve karşıdakini ısıtmaktan geri kalmayan
sevgisini yiyip yutacaktır. Onlara başvurup akıl istemeyin, onlardan anlayış
göreceğinizi ummayın; ama bir miras gibi sizin için saklı tutulan bir sevginin
yüreklerinde yaşadığına inanın, bu sevginin kendisinde bir gücü barındırdığına,
bir kutsanmışlığı içerdiğine ve çok ilerilere gidebilmeniz için söz konusu kutsanmışlıktan
dışarı ayak atmanız gerekmediğine inanın!” (s.29)
“Yalnızlığınızın büyüklüğünü de duyumsarsanız buna
sevinin; çünkü diye sorun kendinize, büyüklüğü içermeyen bir yalnızlık neye
yarar? Topu topu tek bir yalnızlık vardır, o da büyüktür, kolay katlanılacak
gibi değildir. Dolayısıyla, herkesin yaşamında öyle saatler vardır ki, insan
yalnızlığı verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun bir beraberliği almak
ister karşılığında; iyi kötü ilk rastlayacağı kişiyle, en sıradan bir kişiyle
sözde birazcık bir anlaşma uğruna yalnızlığı elden çıkarmak ister. Ama belki de
yalnızlığın büyüdüğü saatlerdir bunlar; çünkü onun büyüyüşü de tıpkı oğlanların
büyümesi gibi birtakım acı ve sancılarla gerçekleşir ve baharın ilk günleri
gibi hüzünle dolup taşar. Ancak, şaşırtmasın bu sizi. Bizlere gereken
yalnızlıktır, büyük, içsel bir yalnızlık. Kendi içine yürümek ve saatler boyu
kimselere rastlamamak... İşte erişilmesi gereken şey bizler için.” (s.33)
“Anlamak yalnızlıktır.” (s.34)
“Sevmek de iyidir, çünkü zordur sevmek. İnsanın insanı
sevmesi: bize verilmiş ödevlerin hepsinden zoru budur belki, tüm sınırların
ötesinde bir ödevdir, en son sınama ve deneme, diğer bütün uğraşların kendisi
için bir hazırlık sayılacağı bir uğraştır. Bunun içindir ki genellikle bütün
işlerde henüz toy gençler sevmenin üstesinden gelemez; sevmeyi öğreneceklerdir
henüz. Tüm varlıklarıyla, yalnızlıklar ve korkular içinde hop hop atan
yüreklerinin çevresinde bir araya toplanmış bütün güçleriyle sevmeyi
öğrenmeleri gerekmektedir. Ama çıraklık denen şey, kendi içinde kapalı uzun bir
dönem oluşturur hep, dolayısıyla sevmeyi öğrenmek de yaşamın hayli içerlerine
dek uzanır, sürer epey zaman.” (s.40)
“Kişi için olgunlaşmanın, kendi içinde bir şey olmanın,
dünya olmanın, bir başkası uğruna kendisi için bir dünya olmanın yolunda yüce
bir fırsattır sevgi; kişiye yöneltilen, alçakgönüllü diye nitelenemeyecek geniş
kapsamlı bir istektir, bir kimseyi başkaları arasından seçip ötelere çağıran
bir güçtür.” (s.41)
“Güneş yerinde duruyor, sonsuz boşlukta yalnız bizleriz
devinen.” (s.49)
“Sizi şimdiye kadar en iyi saatlerinizde olduğunuzdan
daha iyi duruma getirebilecek her şey iyidir. Bütün kanınıza işlemişse, gelip
geçici bir esriklik değilse, bir bulanık hüzün olmayıp baktığınız zaman dibini
görebileceğiniz bir sevinçse bu, tüm açılıp yayılmalar iyidir. Bilmem
anlatabiliyor muyum?” (s.56)
“Kuşkunuz da iyi bir özelliğe dönüşebilir, yeter ki
eğitin onu. Bilici olmalı kuşkunuz, eleştirici olmalı. Size bir şeyi zehir
etmek istedi mi sorun bakalım, neden şu ya da bu şey çirkinmiş, kanıtlar
isteyin, sınamadan geçirin kendisini. Belki o zaman çaresiz kalacak, ne yapıp
edeceğini bilemeyecektir; ama belki de kafa tutacaktır size. Sakın arkasını
bırakayım demeyin, kanıt isteyin hep ve her defasında böyle davranın, böyle
uyanık ve şaşmaz. Bakacaksınız bir gün gelecek, kuşkunuz sizi mahveden bir
nesne özelliğini yitirecektir; hizmetinize çalışan en iyi uşaklardan birine
dönüşecek, belki de yaşamınızın kurulup çatılmasına katkı yapan tüm güçlerin en
akıllısı olacaktır.” (s.56)
17 Oca 2017
E. M. Cioran - Burukluk
“Hakikatler... Artık onların yükünü çekmek istemiyoruz,
ne de onlara kanmak ve suç ortağı olmak... Bir virgül için ölünen bir dünya
düşlüyorum.” (s.7)
“Aşka, hırsa, topluma sırt çevirenlerden kendinizi
sakınınız. Vazgeçmiş olmanın intikamını alacaklardır.” (s.8)
“Esrar- ötekileri aldatmak, onlardan daha derin
olduğumuza onları inandırmak için kullandığımız kelime.” (s.12)
“Kötümser, kendine her gün başka varolma nedenleri icat
etmek zorundadır. Bir hayatın “anlamı” kurbanıdır.” (s.13)
“Temel bir yanılgı olmasından da evvel, hayat, ne ölümün
ne de şiirin düzeltmeyi başarabildiği bir zevksizliktir.” (s.17)
“Zihnin ıstıraplarında bir ağırbaşlılık vardır ki,
beyhude yere kalbinkilerde de aranır. Kuşkuculuk, kaygının zarafetidir.” (s.17)
“Her düşünce, bir tebessümün yıkıntısını andırmalıdır.”
(s.18)
“Yapayalnız olmanın kinizmi, küstahlıkla yumuşayan bir
azaptır.” (s.21)
“Bilime itiraz: Bu dünya bilinmeye layık değil.” (s.22)
“Gerçek bende nefes darlığı yapıyor.” (s.25)
“Kendini çekilmez kılmayı bilmeyen kimse yalnızlığına göz
kulak olamaz.” (s.46)
“İnsan otuzunu geçtiğinde, olaylarla bir gök bilimcinin
dedikodularla ilgilenmesinden fazla ilgilenmemelidir.” (s.56)
“İntiharın çürütülmesi: Hüznümüzün hizmetine onca
gönülden girmiş bir dünyayı bırakmak kabalık olmaz mı?” (s.56)
“Eğer Tanrı’ya inansaydım, kendimi beğenmişliğimin haddi
hududu olmazdı: Sokaklarda çırılçıplak dolaşırdım.” (s.60)
“Her yerde olma avantajının sefasını süren Tanrı değil,
acıdır.” (s.61)
“Bitip giden bir aşk, öylesine zengin bir felsefi
sınavdır ki, bir berberi Sokrates’in dengi yapar.” (s.69)
“Bazen uzak ve buğulu bir aşk düşlüyorum, bir parfümün
şizofrenisi gibi...” (s.70)
“Her birimiz kendi korkumuzun içine kapanırız, kendi
fildişi kulemize.” (s.87)
15 Oca 2017
12 Oca 2017
E. M. Cioran - Çürümenin Kitabı
“Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir
Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı
olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz
vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa
vurmasın.” (s.7)
“Aşırı hassas yalnızlıklarımız, ötekiler için ne
cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz
görünümlerimizi...” (s.13)
“Hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı
tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: büyük meçhul odur.” (s.14)
“Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla
kendini ortadan kaldırır.” (s.15)
“Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki
yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen –ya da icat eden – o
sayıklamanın kurumasıdır.” (s.17)
“Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani
insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla
doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni
yaparız.” (s.20)
“Dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde
bıraktığı izler silinmez bir hale gelir.” (s.20)
“Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile,
onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza
saçtığımız kelimeler oranında ölürüz. Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz
konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile
gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı
yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru
bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun,
ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız
düşüşe yol açmıştır.” (s.21)
“Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz
heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli
olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına
tutulmuş bir geometri.” (s.21)
“Şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gibi,
hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.” (s.21)
“Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı kendi derdine aşık
olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstırap dünyasında, ıstırapların her
biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve
hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır.” (s.23)
“Bir Pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren. Sıkıntının
tasviridir bu – evrenin de sonu.” (s.26)
“Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına –ve sonsuza
dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar
öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.” (s.27)
“Ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz?” (s.27)
“Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeylerin
miktarıyla büyür ve telef olur.” (s.31)
“Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek
fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji,
şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile dinamik bir
nitelik taşır: geçmişi zorlamak istenir; geri dönüşsüz olan şeye itiraz etmek,
geriye doğru hareket etmek istenir. Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir
içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı,, anın imkansız olmasıdır; bu imkansızlık
da nostaljinin ta kendisidir.” (s.34)
“Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle
bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden
başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik.” (s.39)
“Dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir.” (s.41)
“Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir,
başta bizzat dünya olmak üzere.” (s.42)
“Hayat yasalarının başında çürüme gelir: kendi
kalıntılarımıza cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha
yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların
bakışları altında kaderimize doğru koşarız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece
yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük
acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar.” (s.43)
“Tanrı ve insanın adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez.”
(s.42)
“Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız
olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.” (s.45)
“Hep bekleriz, haya da cevher haline gelen bir
bekleyiştir sadece.” (s.48)
“Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı,
yeryüzünde kimse kalmazdı.” (s.56)
“Saatler boyunca başka saatleri bekleriz.” (s.60)
“İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamıza yol
açan şeyler sağlıklıdır.” (s.60)
“Dünyadaki her şey bize hatlarımızı yansıtır ve gece
bile, kendimiz hayranlıkla seyretmemize engel olabilecek kadar yoğun değildir
asla.” (s.61)
“Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir yeni
hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir
geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin
beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm.”
(s.70)
“Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır,
düşüncelerimizin her biri de yok eder.” (s.71)
“Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey
gösterin.” (s.75)
“Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek –yalan
söylemek ve kendine yalan söylemek.” (s.84)
“Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi, insan budur
işte.” (s.85)
“Yalanlar hiyerarşisinde hayat en ön yeri işgal ediyorsa,
hemen ondan sonra, yalan içinde yalan olan aşk gelir. Melez konumumuzun
ifadesidir; etrafında topladığı büyük mutluluk ve ıstırap gereçleri sayesinde,
kendimize başkasında bir vekil buluruz. Bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza
sırt çevirtir bize? Zihin için bundan daha aşağılayıcı bir iflas var mıdır? Aşk
bilgiyi rehavete sokar; yeniden uyanan bilgi aşkı öldürür.” (s.85)
“Kederlerin yerini fikirler alır.” Marcel Proust (s.93)
“Bir şairin yaşamı bir yere varamaz. Gücünü, girişmediği
her şeyden, ulaşılmazlıkla beslenen tüm anlardan almaktadır.” (s.96)
“Fazla kullanılan duygular aşınır ve değersizleşirler.”
(s.98)
“Tıpkı bir ülke gibi ruh da ancak kendi sınırları içinde
serpilip gelişir.” (s.98)
“Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur:
kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz.
Bir Buda’nın öğretisinin binlerce varlığı yokluk meselesinin karşısına
getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini
değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi katmışızdır. Fakat hangi
batılı düşünür bir Budist rahiple muhayeseyi kaldırabilir ki? Kendimizi
metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz.” (s.134)
“Fakat yıllar geçtiğinden, gençliğimin gururunu
kaybediyordum: Her gün bir tevazu dersi gibi, hala hayatta olduğumu, hayatın
çürüttüğü insanların arasında rüyalarıma ihanet ettiğimi hatırlatıyordu bana.”
(s.152)
11 Oca 2017
Sigmund Freud - Düşlerin Yorumu 1
“Birinci planda düşler, uyanıklık yaşamını sürdürür.
Düşlerimiz kendilerini, kısa süre önce bilincimizde yer almış düşüncelere
düzenli olarak bağlarlar. Dikkatli bir gözlem; düşü, bir gün öncesinin
yaşantılarına bağlayan ipliği hemen her zaman bulacaktır.” Haffner (s.62)
“Gördüğümüz, söylediğimiz, arzu ettiğimiz ya da yaptığımız şeylerin düşünü görürüz.” Maury
(s.62)
“Bir düşün içeriğini oluşturan tüm malzeme, bir biçimde
yaşantıdan türemiştir; yani düş içinde yeniden üretilmiş ya da anımsanmıştır.”
(s.65)
“Düşler bana hiçbir zaman bir adam hakkında ne düşünmem
gerektiğini göstermemiştir, ama bazen her düşten, bir adam hakkında
düşündüklerimi ve ona yönelik duygularımı, hayretler içinde öğrenmişimdir.”
Erdmann (s.122)
“Düş, bir isteğin doyurulmasıdır.” (s.174)
10 Oca 2017
Ingmar Bergman - Sinematografi İnsan Yüzüdür
“Sanatta olduğu gibi hayatta da uzlaşmanın mümkün
olamayacağını, bir insanın yapabileceği en kötü şeyin uzlaşmak olduğunu düşünürdüm eskiden. Fakat
elbette kendimde birtakım uzlaşmalara girdim. Bunu hepimiz yapıyoruz. Yapmak
zorundayız. Başka türlü yaşayamazdık. Fakat kendimin de uzlaşan bir adam
olduğunu uzun süre kabul edemedim. Bundan uzak kalabileceğimi sanıyordum. Oysa,
öyle yapamayacağımı öğrendim. Önemli olan şeyin aslında hayatta kalmak olduğunu
öğrendim. Bir canlısınız: Ölüme karşı koyamazsınız ya da yarı canlı olarak
yaşayamazsınız, bu mümkün mü? Bana göre önemli olan, hissedebilmektir.” (s.57)
“Tanrı değil, sevgi kurtardı bizi. En çok umut
bağlayabileceğimiz şey odur.” (s.58)
“Liv, ağlarken bile güzel olduğunu bildiğim tek kadın.”
(s.69)
“Liv tablo gibidir. Tamamen yoruma açıktır. Üstelik ben
ona aşığım, hem sanatsal olarak hem insan olarak.” (s.76)
“Kesinlikle boş zamanım olmaz. Boş zaman, benim inanılmaz
derecede keyif alarak yaşadığım bir zamandır. Elimde bir kitabın olması ve
benim o kitabın içine gömülmem demektir.” (s.83)
“Benim iki tür boş zamanım var: Bunlardan biri sadece
geçip giden zamandır. Sabah kalkmak, akşam yatağa girmek, yemek yemek ve belki
de bir sürü yürüyüş yapmakla geçen. Diğeriyse, düzenli boş zamandır: Her gün
oturup bir şeyler yaptığıma inandığım o ilginç zaman türü. Fakat o çalışmanın
da özel bir zaman diliminde ya da geçip giden bir günde yapılması gerekir.”
(s.83)
“Hissetmek esastır, anlatmak sonra gelir. Önce hissedip
yaşayacaksın, sonra anlayacaksın. Şurası çok açıktır ki, insanlar açısından
asıl olan şey, bir deneyim sahibi olmak. Daha sonra düşünsel bir süreci
başlatabilirler. Bu her zaman için keyifli bir şeydir. Son olarak da, düşünsel
sürecin kendisi yeni bir duygu ortaya çıkarabilir.” (s.83)
“Bütün hayatım boyunca sezgilerime başvurdum ben. Her
zaman için üzerinde yol aldığım bir raydır bu.” (s.126)
“İnsanların kitap okumaması çok ciddi problemlerin ortaya
çıkmasına yol açmaktadır. Kelimelerin bilinçli iletişimin en temel aracı olduğu
yerde, kelimesi olmayan insanlar ne yapabilir? Beyinlerinin ihtiyaç duyduğu
itici gücü nereden bulur? Bu yetersiz uyarım sorunu olduğu kadar duygusal bir
sorundur aynı zamanda. O insanların duyguları var fakat onları ifade edecek
kelimeleri yok. Karmaşık bir deneyimi ifade etmek için kelimeleri yan yana
getirebilme eksikleri var. Dolayısıyla hayatlarının bir boyutunu kaybederek
müthiş bir memnuniyetsizlik sorunu yaşıyorlar. Eğer siz onlara, siz
duygularınızı ifade edecek kelimelere sahip olmadığınız için memnuniyetsiz ve
mutsuz insanlarsınız, derseniz, onlar da sizin kafayı yediğinizi düşüneceklerdir.”
(s.153)
“Fanny Ve
Alexander’ı yapmak öylesine keyif vericiydi ki, bu duygunun bir daha asla
yaşanmayacağını düşünmüştüm. Açıklayayım: Yıllar önce üniversitedeyken, müthiş
derecede güzel bir kıza aşık olmuştuk. Kız hepimize hayır cevabı vermişti ve
biz buna anlam verememiştik. Meğer bu kız daha önce Mısırlı bir prense aşık
olmuş ve bu gönül ilişkisinden sonra, artık beni hiçbir şey kesmez, diyerek o
sayfayı kapatmış. Dolayısıyla bütün tekliflerimizi reddetmişti. Ben de aynı
şeyi söylemek istiyorum. Fanny ve Alexander’ın yapıldığı zaman öylesine güzel
bir zamandı ki, artık bu işi bırakma vakti geldiğine karar vermiştim. Kendi
Mısırlı prensime sahip olmuştum yani.” (s.199)
“Dilerim asla dine inanacak kadar yaşlanmam.” (s.224)
6 Oca 2017
Vank'ın Çocukları
En iyi tarihçiler çocukluklarını ceplerinde taşıyanlardır.
....
İnsan çeşitliliği bir topraktaki en büyük zenginlik...
Vank'ın Çocukları, 2016
....
İnsan çeşitliliği bir topraktaki en büyük zenginlik...
Vank'ın Çocukları, 2016
5 Oca 2017
Fernando Pessoa - Huzursuzluğun Kitabı
“Öyleyse kim kurtaracak beni varolmaktan?
Hayatımı toprağa veriyorum.” (s.15)
“Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden
birindeyim. Karşımda yalnızca, bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş
bir şimdi var. Irmağın karşı kıyısı karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki
kıyı değil; çektiğim acıların tek nedeni de bu. Nice limanlara yanaşacak
gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana
varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti
bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.”
(s.17)
“Tam olarak delilik sayılmaz bu halim, ama delirenler
herhalde kendilerine acı veren şeye teslim oluyordur, ruhundaki sarsıntılardan
yavaş yavaş zevk almayı öğreniyordur – hissettiklerim de buna pek uzak sayılmaz
doğrusu. Hissetmek ne renktir acaba?” (s.19)
“Ben ne olursa olsun ait olduğu ortamın hep kıyısında
duran ve yalnızca bir parçası olduğu kalabalığı değil, aynı zamanda yanı
başındaki büyük boşlukları da görebilenlerdenim.” (s.27)
“Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.” (s.27)
“Bana bahşedilmiş hafif rüzgarın ve onun tadını
çıkarabilmem için bahşedilmiş ruhun tadını çıkarıyorum; ve daha fazlasını ne
soruyor ne de kurcalıyorum.” (s.29)
“Kalbimde sıkıntılı bir huzur var ve dinginliğim tamamen
kaderime razı olmamdan kaynaklanıyor.” (s.32)
“Belki de ruhumu selamete erdirecek bir takım sözcükler
yazıyorum.” (s.32)
“Nedendir bilinmez, patronum Vasques’in karşısında, sık
sık nutkum tutuluyor. Bu adam benim için, hayatımın gündüz saatlerine hükmeden,
rasgele bir ayak bağından başka ne ki?” (s.37)
“O, benim için her şey ve dışımda, çünkü hayat da benim
için her şey ve dışımda.” (s.39)
“Asla gerçekleşmiyoruz. Karşı karşıya duran iki uçurumuz
biz. Cenneti hayranlıkla izleyen bir kuyu.” (s.40)
“Hissettiklerimi yazıyorsam, hissetmenin ateşini azaltmak
için başka çare olmadığından.” (s.41)
“Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir.”
(s.41)
“İçinde yaşadığım anın kaygısı vız geliyor, uzun da
sürmüyor. Zamanın enginliğine açım ben; ve koşulsuz olarak ben olmak
istiyorum.” (s.44)
“Bütün dünya hayal kurar: Bizi birbirimizden ayıran şey,
o hayalleri gerçekleştirecek gücümüzün ya da kendiliğinden gerçekleştiklerini
görecek kadar şansımızın olup olmamasıdır.” (s.45)
“Tanrı; biz varız ve her şey bundan ibaret değil demek.”
(s.49)
“Kimileri dünyayı yönetir, kimileri de yönetilen o
dünyanın ta kendisidir. Servetini İsviçre’de ya da İngiltere’de saklayan bir
Amerikalı milyonerle bir kasabanın sosyalist lideri arasında nitelik bakımından
hiçbir fark yoktur; fark nicelikten kaynaklanır yalnızca. Uzakta, aşağıda biz
varızdır, yani kılıksız insanlar, biz, bohem oyun yazarı William Shakespeare,
biz, öğretmen John Milton, serseri Dante Alighieri, dün alışverişlerimi yapan
çocuk, komik fıkralar anlatan berber, yalnızca önümdeki şarap şişesinin
yarısını içmedim diye geçmiş olsun dileyerek kardeşçe bir jest yapan garson.”
(s.50)
“Kendimi neşeli hissetme zamanıydı. Ne var ki içime bir
ağırlık çökmüştü- bilinmeyen bir arzu, tarifsiz ama yakışıksız bile olmayan bir
heves. Belki de canlı olma duygusu kendini göstermek de gecikiyordu. Ve
görmeden baktığım sokağa hakim penceremden dışarı sarktığımda, kendimi birden,
kurusun diye pencerelere asılan, sonra orada unutulup yavaş yavaş buruşan,
sonunda da asıldığı yeri kirleten yaş bir toz bezi gibi hissettim.” (s.55)
“Anlamak için kendimi yok ettim. Anlamak, sevmeyi
unutmaktır.” (s.79)
“Yalnızlık umudumu kırıyor, yanımda birilerinin olması
üzerime ağırlık yapıyor.” (s.79)
“Romantizmin bütün kötülüğü, bize gerekli olan şey ile
arzuladığımız şeyi birbirine karıştırmasıdır.” (s.86)
“Tek tek bütün hayallerimiz hep aynı hayaldir, çünkü
hepsi sadece hayaldir. Tanrılar hayallerimi değiştirsin; ama hayal kurma
yeteneğime el sürmesin.” (s.97)
“Ne mutlu yaşamlarını kimseye emanet etmeyenlere.”
(s.100)
“Aşk cinsel bir içgüdüdür; ama sonuç olarak cinsel
içgüdümüzle değil, bir başka duygunun var olduğunu varsayarak severiz. Ve bu
varsayım da hakikaten başlı başına, başka bir duygudur.” (s.105)
“Öteki insanlarla aramda daimi, derin bir uyuşmazlık
olduğunu hissetmemin nedeni, sanırım onların çoğunun duyarlıklarıyla düşünmesi,
benimse düşüncelerimle hissetmem. Sıradan insan için hissetmek yaşamaktır,
yaşamayı bilmektir. Ben ise, yaşamak düşünmektir, derim; hissetmek ise
düşünmeyi beslemekten başka işe yaramaz.” (s.111)
“Tuhaf olan şu ki, büyük heyecanlar duymaya yatkın
değilsem de, kendiğinden bende en çok heyecan uyandıran insanlar, ruhen benimle
aynı yapıda olanlardan çok, mizacı benimkine taban tabana zıt olanlar.” (s.112)
“Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve
anlamama rağmen, dokunamıyorum hayata.” (s.122)
“Hüznümü akıl çerçevesine sığdırmak mı? Akıl yürütmek
çaba harcamak anlamına geliyorsa, bu neye yarar ki? Hem zaten insan üzgünken
elini bile oynatamaz.” (s.122)
“Hayalcinin eylem insanına olan üstünlüğü, düşün
gerçeklikten üstün olmasından kaynaklanmıyor. Mesele düşlemenin yaşamaktan
katbekat daha rahat ve kolay olması; dolayısıyla, hayalci, eylem insanına
kıyasla hayattan çok daha büyük, çok
daha zengin bir zevk alır. Lafı dolandırmadan, daha açık konuşacak olursak,
asıl eylem insanı, hayalcidir.” (s.137)
“Düş kurmakla geçti ömrüm. Hayatımın anlamı buydu, evet,
yalnızca buydu. İç hayatımın dışındaki hiçbir şeye dönüp bakmadım.” (s.138)
“Baştan beri sadece hayalci olmayı istedim. Yaşamaktan
bahsedenleri yarım kulak dinledim. Olduğum yerde olmayana, asla olamadığım şeye
ait oldum hep.” (s.138)
“Aşktan tek dileğim, uzak bir düş olarak kalmasıydı.
Tamamane gerçekdışı olan gönlümdeki mezarlarda bile hep uzaklar cazip geldi,
gittikçe silinerek neredeyse ufka dek uzanan su kemerlerinde, manzaranın geri
kalanında olmayan bir düş dinginliği vardı; işte bu dinginliğin hatırına sevdim
onları.” (s.138)
“Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün
hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır: Dün hissedileni bugün de
hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün anımsamaktır yalnızca,
artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.” (s.143)
“Gerçek bir bilge içinden öyle bir tavır benimser ki,
dışarıdaki olayların üzerindeki etkisi kesin olarak en aza iner. Bunun için
olaylara kıyasla ona daha yakın duran gerçeklikleri üzerine kuşanarak
zırhlanması gerekir, aynı gerçeklikler, olayları daha ona ulaşmadan süzüp
kendileriyle uyumlu hale getirirler.” (s.146)
“Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insan
hakkında oluşturduğumuz fikirdir. Kısacası kendi uydurduğumuz bir kavramı ve
sonuç olarak kendimizi sevmekteyizdir.” (s.161)
“Yanılıyordu Vergilius denen şarih. En çok anlamak yoruyor
bizi. Yaşamak, düşünmemektir.” (s.162)
“Edebiyat, hayatı görmezden gelmenin en hoş yoludur.”
(s.165)
“Söylemek, söylemeyi bilmek! Varlığı yazıya dökülmüş
sesin, zihindeki görüntülerin üzerine kurabilmek! Hayat daha fazlasına değmez:
Ondan ötesi, erkeklerden ve kadınlardan, farazi aşklardan ve sahte
gerçekliklerden; birbirimizi sindirmek ve unutmak için kurnazca oyunlardan,
adına gökyüzü denen duygudan yoksun, soyut, koca mavi kayanın altında –bir taşı
kaldırınca kaçışıveren böcekler gibi – dört bir yana koşturup duran
varlıklardan ibaret.” (s.167)
“Seyahat fikri midemi bulandırıyor. Hiç görmemiş olduğum
her şeyi göreli çok oldu. Henüz görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu.”
(s.170)
“Argonotlar mühim olan yaşamak değil, denizlere açılmak
derlermiş. Marazi bir duyarlığı olan Argonotlar olarak, biz de diyelim ki
hissetmektir mühim olan, yaşamak değil.” (s.175)
“Düşü gerçek yerine koymaktan, kendi düşlerimi fazlasıyla
derin yaşamaktan ötürü, en sonunda düşsel hayatımın gerçek olmayan gülünde bir
diken çıktı: O da şu ki, düşlerim hoşuma gitmez oldu, çünkü kusurları gözüme
batıyor.” (s.178)
“Anlaşılmaktan daima, tiksinti içinde kaçmışımdır.
Anlaşılmak, kendini satmak demek. Olmadığım gibi görünmeyi, gayet insani bir
şekilde, kibarca, doğal olarak görmezden gelinmeyi cidden tercih ederim.”
(s.179)
“İlgimi çeken ve gerçekten görebileceğim yer, dünyanın
yedi bölgesinden hiçbiri değil, sahiden benim olan, bir uçtan bir uca
katettiğim sekizinci bölgedir.” (s.188)
“İnsanın yaşadığını hissedince içine düştüğü boşluk,
bazen olumlu şeyler kadar derinleşir. Hayatın bir hiç olduğunu samimiyetle
hissetmek, büyük eylem adamları yani azizler için –çünkü onlar edimlerinde
bütün coşkularını ortaya koyarlar, birazını değil – sonsuzluğa ulaşmanın
yoludur. Geceden ve yıldızlardan yapılmış, sessizlikle ve yalnızlıkla kutsanmış
çiçek kolyeleri takarlar boyunlarına. Kendimi de naçizane aralarında saydığım
büyük eylemsizlik adamları ise aynı duyguya tutunarak sonsuz küçüğe varır;
bizler duyguları lastik gibi çekip uzatarak, yumuşak, kesintisiz görüntülerinin
altında, nerelerinde yarıklar olduğuna bakarız.” (s.209)
“Hayatta en tiksindiğim şey, toplumsal ahlak edebiyatı.
Sırf görev kelimesi bile, davetsiz bir konuk gibi batar bana. Ama yurttaşlık
görevi, dayanışma, insanlığa hizmet ve bu cinsten daha başka teraneler, bir
pencereden tepeme atılmış çöpler kadar sinirimi bozar. Birilerinin kalkıp da
böyle ifadeleri ciddiye alabileceğimi, değil değerli, sadece anlamlı
bulabileceğimi düşünmesi bile cidden onuruma dokunur.” (s.217)
“Eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir. Hareket
etmemek bize her şeyi verir. Hayal etmek her şeydir, sonunun eyleme varmaması
koşuluyla. İnsan sadece düşlerinde dünyanın kralı olabilir. Ve kendini
gerçekten tanıyan herkes, dünyanın kralı olmayı arzuladığının farkındadır.”
(s.220)
“Neredeyse yalvaracağım tanrılara, tabbi var iseler; beni
bir kasanın içinde tutar gibi korusunlar, gönül yaralarından da, hayatın
verebileceği sevinçlerden de esirgesinler diye.” (s.239)
“Farklı iklimler olarak hayal ediyorum kendimizi,
üzerimizde başka yerde patlayacak kasırgaların ağırlığı var.” (s.251)
“Kırda sabah var olur, şehirlerde ise vaat eder. Biri
yaşatır, öteki düşündürür. Bütün meşhur lanetliler gibi ben de düşünmenin
yaşamaya yeğ olduğunu hissedeceğim daima.” (s.263)
“Yüreğim yabancı bir kitle gibi canımı yakıyor. Beynim
bütün hissettiklerimi uyuyor.” (s.265)
“Düşünmüş, hayal etmiş, tamamlamış ya da tamamlamamış
olduğum ne varsa bütün hepsi sonbaharla gidecek. Her şey sonbaharla gider,
evet, sonbaharla her şey gider.” (s.266)
“Doğru ya da kesin gözüyle baktığımız nice şeyler
düşlerimizin artıklarıdır sadece, anlama yetisinden yoksun olduğumuz için içine
gömüldüğümüz uyurgezerliğin ürünleri! Neyin doğru ya da kesin doğru olduğunu
gerçekten biliyor muyuz? Güzel dediklerimiz arasında aslında sadece bir dönemin
alışkanlığını, mekanın ve zamanın kurgusunu yansıtanlar hangileri? Gerçekten
bize ait olduğunu sandığımız, oysa yaradılışımızdan ötürü derin doğasını
kavrayamayarak, sadece mükemmel bir aynası olduğumuz, üzerini şeffaf bir örtü
gibi örttüğümüz neler var kim bilir?” (s.270)
“Duygularımızı dışa vurduğumuzda, onları gerçekten
hissetmekten çok, hissettiğimize kendimizi ikna etmeye çalışıyoruzdur.” (s.277)
“Kendimi bildim bileli, kendine verdiği sözlere sadık
kalmamış, dalgacı bir hayalciyimdir ben. Bir başkası olarak, bir yabancı
olarak, olduğumu sandığım şeyin beklenmedik seyircisi olarak, düşlerimin
yatağından taşmasının keyfini çıkarmaya baktım hep. İnandığım şeylere iman
etmedim. Ellerimi altın adını verdiğim kumlarla doldurdum, sonra avuçlarımı
açıp kumu akıttım. Cümle benim biricik gerçekliğimdi. Cümle söylendiği anda her
şey tamamlanmış demekti, geri kalanı kumdu sadece, baştan beri olduğu gibi.”
(s.286)
“Sanat ve edebiyat sonuçta birer düştür, günün birinde
uyandığımız, önümüzde ikinci bir hayatın yolunu açabilecek anılar ya da
pişmanlıklar bırakmayan düşler.” (s.297)
“Arzu etmediğimi arzuluyorum, sahip olmadığım şeye sırt
çeviriyorum. Ne hiç olabilirim ne her şey: Sahip olamadığım şeyle isteyemediğim
şey arasında bir köprüyüm.” (s.298)
“Sevilmek, gerçekten sevilmek nasıl büyük bir
yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir
yorgunluktur! Özgür olmayı, hep özgür olmayı istemiş bir insanı sorumluluk
hamalına dönüştürmek: bazı duygulara cevap vermek, mesafeli davranmama
inceliğini göstermek, sırf başkaları kendimizi bir heyecanlar prensi yerine
koyuyoruz, insan ruhunun verebileceğinin azamisini kabul etmek istemiyoruz
sanmasınlar diye. Nasıl da yorucudur varlığımızın bir başkasının duygularıyla
olan ilişkisinin esiri olduğunu hissetmek! Öyle ya da böyle, ister istemez bir
şey hissetmek, gerçekte tam bir karşılık bile bulmaksızın, biraz da olsa sevmek
zorunda olmak nasıl bir yorgunluktur.” (s.300)
“Kendimi bulursam kaybediyorum, inanırsam şüphe ediyorum,
eğer zaten elde etmişsem sahip olmuyorum. Gezinir gibi uyuyorum, ama uyanığım.
Uyurmuş gibi uyanıyorum ve kendime ait değilim. Hayat nihayetinde upuzun bir
uykusuzluktur, düşündüğümüz ve yaptığımız her şey, onu bölen, ayıltıcı sıçramalardır.”
(s.309)
“Deyim yerindeyse hiçbir uyarıcıya ihtiyacım yok. Ben
afyonumu, kendi ruhumda buluyorum.” (s.320)
“Kelimeler benim için elle tutulur bedenler, gözle
görülür denizkızları, ete kemiğe bürünmüş duyarlılıklardır.” (s.329)
“Sahip olan kaybeder. Bir şeye sahip olmaksızın
hissedeceğini hisseden ise o şeyi korumuş olur, çünkü o şeyin içinden özünü
çekip almasını bilmiştir.” (s.345)
“Aşk değil önemli olan, aşkın civarındakiler... Aşkın
hallerini anlamak için, aşkı yaşamaktansa bastırmak daha iyidir. Bu bakımdan
büyük anlam taşıyan el değmemişlikler vardır. Hareket etmek tatmin getirir, ama
aynı zamanda aklı karıştırır. Sahip olmak, sahip olunmak, dolayısıyla kendini
kaybetmek demektir. Sadece düşünce, çürümeden gerçeğin bilgisine varabilir.”
(s.345)
“İnsanların çoğu hiç üzerinde düşünmeksizin kimseye ait
olmayan, sahte hayatlar yaşıyor. Oscar Wilde: İnsanların çoğu aslında başka
insanlardır demiş ve haklıymış. Kimi hayatını arzu bile etmediği bir şeylerin
peşinde harcar; kimi ömür boyu istediği, ama hiçbir işine yaramayacak bir
şeyleri arar durur; kimileri de kendini kaybeder.” (s.351)
“Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan
uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma
içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların
hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşamıyorsan,
doğuştan kölesin demektir.” (s.355)
“Koltuğuma güzelce yayılarak, üzerime çöken hayatı
unutuyorum. Bugüne dek yaralamış olmasının yarası sayılmazsa, artık yaralamıyor
beni.” (s.357)
“Bir daha dinle ve beni anla. Her şeyi iyi dinle, sonra
söyle bana, düş hayattan daha iyi değil midir?” (s.362)
“Duyguları yenilemenin tek yolu yeni bir ruh inşa
etmektir. Hissetme biçimini değiştirmeden farklı şeyler hissetmeye ve ruhunu
değiştirmeden farklı şekilde hissetmeye çalışıyorsan, boşuna çabalıyorsun.
Çünkü varlıklar biz nasıl hissediyorsak öyledir –ne zamandır biliyorsun bunu
bilmeksizin? – ve yeni şeyler olmasının, yeni şeyler hissetmenin tek yolu,
bunları hissetme biçimde bir yenilik yapmandır.” (s.372)
“Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir. Eylem adamı
olmanın birinci şartı, duyarsız olmaktır.” (s.374)
“İnsanoğlu gerçekten hissedebilse, uygarlık diye bir şey
olmazdı. Sanat, eylemin mecburen unuttuğu duyarlılığa ulaşmanın yoludur. Sanat,
öyle gerektiği için evde bırakılmış olan külkedisidir.” (s.375)
“Bütün eylem adamları esasında enerjik ve iyimserdir,
çünkü hiçbir şey hissetmezseniz mutlu olursunuz. Bir eylem adamını hep keyifli
olmasından tanırsınız. Asık suratla çalışanlar ise, ikinci dereceden eylemci
sayılır, hayatın içinde, genel, büyük hayatın içinde bir muhasebeci yardımcısı
olabilirler, mesela benim gibi. Ama hiçbir şekilde olaylara ve insanlara
hükmedemezler. Kumanda edebilmek için duyarsızlık gerekir. Başkalarını
yönetmenin yolu neşeli bir mizaca sahip olmaktır, çünkü hüzün, hisleri
olanların harcıdır.” (s.375)
“Düş, benim için hayatın o kadar önünde ki, sözlü
ilişkilerimde de (zaten başka türlü ilişkim yok) düş görmeyi, başkalarının
görüşlerinin ve duygularının arasında canlı, belirsiz bireyselliğimin kaygan
hattında tutunmayı başarıyorum.” (s.377)
“Ne kendimi kandırabildim, ne de kendi kendimi
kandırdığımın farkında oluşumu.” (s.381)
“Ruhum gizli bir orkestra; bilemediğim çalgılar
çalınıyor, kemanlar ve arplar, kudümler ve davullar içimde yankılanıyor.
Kendime ancak bir senfoni diyebilirim.” (s.382)
“Çaba sarf etmek bir suçtur, çünkü her eylemle bir düş
ölür.” (s.382)
“Manzaralara inanmam! Kesinlikle. Amiel’in meşhur, her
manzara bir ruh halidir, sözüne katıldığım için söylemiyorum bunu - katlanılmaz
her şeyi içselleştirme saplantısını yansıtan, en sıkı sözel keşiflerden biridir
bu. Sadece manzaralara inanmadığım için böyle söylüyorum.” (s.412)
“Yazarken, kendime resmi bir ziyarette bulunurum.
Görüntüler arasındaki boşluklarda, büyük bir zevkle hissetmediklerimi
çözümlediğim, kendimi karanlıktaki bir tablo gibi seyrettiğim, bir başkasının
hatıralarında yaşayan özel salonlarım vardır.” (s.413)
“Hayat, bir başkasının karman çorman ettiği bir yumaktır.
Yerde yuvarlarsanız, sonuna kadar açarsanız ya da özenle sararsanız bir anlam
kazanır. Ama kendi halindeyken, özgün
düğümleri olmayan bir mesele, merkezi olmayan bir karmaşadır.” (s.414)
“Hayatın kaynağındaki trajedi, kesinkes bir parkın
içindeki yollarda meydana gelmiş olmalı. İki kişiymişler, güzelmişler ve başka
bir şey olmanın peşindeymişler.” (s.415)
“Düşlerimin ve yorgunluklarımın sonsuz basamaklarından
geçerek in gerçeksizliğinden, in ve dünyanın yerini al.” (s.416)
“Asla gönderilmeyecek mektup
Sizi gün batımını ya da ay ışığını severcesine seviyor,
bu anın hep sürmesini diliyorum, ama içimde duymam dışında bu arzuya kendimden
hiçbir şey katmaksızın.” (s.418)
“Bildiğim şu ki, yolda okuyarak oyalanabilirim. Okumak,
bence diğer hepsi gibi bu yolculuğu da
güzelleştirmenin en kolay yolu; ara sıra, gerçekten hissetmekte olduğum
kitaptan başımı kaldırdığımda yabancı gözlerle, gerçekten geçip gitmekte olan
manzarayı görüyorum. Kırlar, şehirler, kadınlar ve erkekler, geçmişe duyulan
özlemler ve pişmanlıklar ve bütün bunlar bana göre huzurun bir perdesi yalnızca, gözlerimden
fazlasıyla okunmuş sayfaların yorgunluğunu alan, pasif bir eğlence.” (s.419)
“Her şeyi derinlemesine hissetmek yüzünden, elde
edemeyeceklerimizin dışında –henüz tohum halindeki ruhlara yürüyen duyguların,
derinlemesine hissetme yeteneğiyle uyuşabilecek insani faaliyetlerin, farklı
türlerden gerçek şeylerin arasında kaybolmuş heyecanların ve tutkuların dışında
hiçbir şeyi umursamaz oluruz.” (s.425)
“Hiçbir insan ötekileri anlayamaz. Şairin dediği gibi,
hayat okyanusunda birer adayız; aramızda bizi tanımlayan, birbirimizde ayıran
deniz vardır. Bir ruh istediği kadar bir başka ruhun ne olduğunu anlamaya
çalışsın, olsa olsa kiminle iki çift laf edebileceğini öğrenmiş olur – zihninin
zeminine fırlatılmış şekilsiz gölgenin kim olduğunu.” (s.430)
“Biz var ya, biz sevemeyiz küçüğüm. Aşk, yanılsamaların
en tensel olanıdır. Dinle: sevmek, sahip olmaktır. Peki, sevdiğimiz zaman neye
sahip oluruz? Bir bedene mi? Bedene sahip olmak için maddesini kendimize mal
etmemiz, onu yememiz, içimize sindirmemiz gerekir. Olmayacak şey ama tut ki
oldu, bu bile geçicidir, çünkü bedenimiz de devinir, dönüşür, hem biz kendi
bedenimize değil, sadece onun verdiği duyguya sahibizdir; ve ayrıca sevdiğimiz
o bedeni bir kere ele geçirdik mi o bizzat biz olur, bir başkası olmaktan çıkar
ve öteki varlığın yok olmasıyla aşk da biter.” (s.432)
“Peki ruh bizim midir? Sessizce dinle beni. Hayır,
değildir. Kendi ruhumuz bize ait değildir. Hem zaten, bir ruha, nasıl sahip
olabilirsin? Bir ruhla bir ruh arasında dipsiz bir kuyu vardır: birer ruh
olmalarının kuyusu.” (s.433)
“Aşk, duygularımız aracılığıyla kendi kendimize sahip
olmamızın bir yolu olabilir mi? Hiç değilse var olma hayalimizi daha şiddetle,
dolayısıyla daha parlak olarak hayal etmenin bir biçimi midir? Ve en azından
duygu söndükten sonra anısı sonsuza dek bizimle kalır, biz de işte böyle sahip
olmuş oluruz.” (s.433)
“Bu barbar maden çağında, kişiliğimizi korumak, onun
gerek kendini sıfırlayarak, gerekse başka kişiliklerle özdeşleşerek soysuzlaşmasını engellemek
istiyorsak, hayal görme, analiz yapma ve başkalarını büyüleme yeteneğimizin
bilinçli olarak, üzerine titreyelim.” (s.438)
“Hayat istemeden çıkılan, deneysel bir yolculuktur ve
seyahat eden zihin bize ait olduğundan, bizim de ömrümüz yolda geçer. Nitekim,
dışarıdaki hayatta yaşamış olanlara kıyasla çok daha derin, zengin, gürültülü
hayatlar sürmüş, içine kapanık, dalgın ruhlar vardır. Önemli olan sonuçtur.
Hissedilmiş olan neyse, yaşamış olan da odur. İnsan bir düşten de somut bir
işten olduğu kadar yorgun dönebilir. En çok yaşadığımız zaman, çok düşündüğümüz
zamandır.” (s.443)
“Hiç girmediğim bütün savaşların yaraları var üzerimde.
Sarf etmeyi hayal bile etmediğim çabalar, etimi bitap bıraktı.” (s.444)
“Seni görebileceğimi düşlemeye mecbur olmak, kimsenin
geçmez olduğu eski bir köprü.” (s.478)
“Kitaplar bizi düşlere takdim eder.” (s.494)
“Hayata sırt çevirelim, kendimize sırt çevirmemek için.”
(s.427)
“Benim kadar akıllı olmayanlar daha güçlü bir karaktere
sahip. Hayatta kendilerine yer edinmekte daha ustalar; zekice yeteneklerini
kullanmakta daha becerikliler. Karşımdakini etkilemek için gereken bütün
özelliklere sahibim, tek eksik bu işin sanatı, hatta sırf bu dilemeyi isteyebilsem,
o da yetecek.” (s.507)
“Portekizce yazmıyorum. Ben kendimce yazıyorum.” (s.521)
“Düşlere daldığım zaman, görüyorum. Bir yolculukta bundan
fazla ne yapabilirim? Sadece hayal gücü çok zayıf olan insanlar, bir şeyler
hissetmek için yer değiştirmeye ihtiyaç duyar.” (s.531)
“Aslında dünyanın ucu, tıpkı başlangıcı gibi, dünyayı
kavrayışımızdır. Manzaralar bizde manzaralaşır. İşte bundan dolayı onları hayal
ettiğimde yaratmış olurum; onları yarattığıma göre demek ki vardırlar, ve var
olduklarına göre, herhangi bir manzara gibi onları da görebilirim. Yolculuğa
çıkmaya ne gerek var?” (s.531)
“Hayat, onu ne hale getiriyorsak odur. Yolculuklar,
yolcuların kendisidir.” (s.531)
2 Oca 2017
John Berger - Şiirin Saati
“Şehir hayatı her zaman doğayı aşırı duygulu bir biçimde
görme eğilimi yaratmıştır. Doğa bir bahçe, bir pencereyle çerçevelenmiş bir
manzara ya da bir özgürlük alanı olarak düşünülür. Köylüler, denizciler,
göçebeler ise işin aslını bilirler. Doğa enerji ve savaşım demektir. Bize bir
şey vaad etmeden var olan her şeydir doğa. Eğer doğa bir savaş ya da yerleşim
alanı olarak düşünülecekse, bu içinde hem iyilik, hem de kötülük taşıyan bir
alan olarak düşünülmelidir. İçinde var olan enerji korkunç derecede kayıtsızdır.”
(s.11)
“Asansörler gibi umutların da yükselecekleri bir boşluk
olması gerekir. Bu boşluklardan birine düşmek zor bir şey değildir. Bu da
unutulmak demektir. Konuşmak ise unutulmaya karşı bir davranıştır. Kimse başka
biriyle konuşurken düşmez; kelimeler boşluğa karşı tutunurlar ve konuşan kişiyi
ayakta tutarlar. Düşüşler ancak konuşmaların yokluğunda ortaya çıkar.” (s.18)
“Seven, sevileni yaratmak için kendi varlığını ortadan
kaldırıyor. Bundan sonra amaca ulaşmak için kişinin önüne çıkan her engel artık
ona bir darbe gibi geliyor.” (s.20)
“Fotoğraf hayatın akışını durdurduğu için, her zaman
ölümle flört eden bir özellik taşır.” (s.39)
“Şiir yitirilmiş bir şeyi bize yeniden veremez, ama
yitirilen şeyle aramızda oluşan ayrılığa kesinlikle karşı çıkar.” (s.66)
1 Oca 2017
Violette
Çirkinlik bir kadında ölümsüz bir günahtır. Güzelsen, güzelliğin için bakılırsın.Çirkinsen, çirkinliğin için bakılırsın.
....
O, saklanan biri. Özellikle kelimelerin arkasına...
....
Kadınlar için özgürlük, ekonomik bağımsızlık demektir.
....
-Çirkin olduğum için mi beni sevmiyorsun?
-Görünüşün önemi azdır. Bunu bilmen gerekir.
....
Benim yerim kendi içimde, gerisi kibir. Gel yalnızlık, yüzüne düşen uzun saçlarınla.
....
Kelimeler canlıdır. İçimizde yaşarlar.
....
Edebiyattan daha iyi olan bir kurtuluş tanımıyorum.
Violette, 2013
....
O, saklanan biri. Özellikle kelimelerin arkasına...
....
Kadınlar için özgürlük, ekonomik bağımsızlık demektir.
....
-Çirkin olduğum için mi beni sevmiyorsun?
-Görünüşün önemi azdır. Bunu bilmen gerekir.
....
Benim yerim kendi içimde, gerisi kibir. Gel yalnızlık, yüzüne düşen uzun saçlarınla.
....
Kelimeler canlıdır. İçimizde yaşarlar.
....
Edebiyattan daha iyi olan bir kurtuluş tanımıyorum.
Violette, 2013
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)