“Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir
Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı
olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz
vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa
vurmasın.” (s.7)
“Aşırı hassas yalnızlıklarımız, ötekiler için ne
cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz
görünümlerimizi...” (s.13)
“Hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı
tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: büyük meçhul odur.” (s.14)
“Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla
kendini ortadan kaldırır.” (s.15)
“Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki
yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen –ya da icat eden – o
sayıklamanın kurumasıdır.” (s.17)
“Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani
insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla
doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni
yaparız.” (s.20)
“Dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde
bıraktığı izler silinmez bir hale gelir.” (s.20)
“Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile,
onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza
saçtığımız kelimeler oranında ölürüz. Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz
konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile
gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı
yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru
bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun,
ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız
düşüşe yol açmıştır.” (s.21)
“Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz
heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli
olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına
tutulmuş bir geometri.” (s.21)
“Şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gibi,
hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.” (s.21)
“Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı kendi derdine aşık
olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstırap dünyasında, ıstırapların her
biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve
hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır.” (s.23)
“Bir Pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren. Sıkıntının
tasviridir bu – evrenin de sonu.” (s.26)
“Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına –ve sonsuza
dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar
öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.” (s.27)
“Ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz?” (s.27)
“Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeylerin
miktarıyla büyür ve telef olur.” (s.31)
“Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek
fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji,
şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile dinamik bir
nitelik taşır: geçmişi zorlamak istenir; geri dönüşsüz olan şeye itiraz etmek,
geriye doğru hareket etmek istenir. Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir
içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı,, anın imkansız olmasıdır; bu imkansızlık
da nostaljinin ta kendisidir.” (s.34)
“Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle
bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden
başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik.” (s.39)
“Dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir.” (s.41)
“Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir,
başta bizzat dünya olmak üzere.” (s.42)
“Hayat yasalarının başında çürüme gelir: kendi
kalıntılarımıza cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha
yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların
bakışları altında kaderimize doğru koşarız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece
yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük
acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar.” (s.43)
“Tanrı ve insanın adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez.”
(s.42)
“Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız
olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.” (s.45)
“Hep bekleriz, haya da cevher haline gelen bir
bekleyiştir sadece.” (s.48)
“Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı,
yeryüzünde kimse kalmazdı.” (s.56)
“Saatler boyunca başka saatleri bekleriz.” (s.60)
“İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamıza yol
açan şeyler sağlıklıdır.” (s.60)
“Dünyadaki her şey bize hatlarımızı yansıtır ve gece
bile, kendimiz hayranlıkla seyretmemize engel olabilecek kadar yoğun değildir
asla.” (s.61)
“Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir yeni
hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir
geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin
beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm.”
(s.70)
“Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır,
düşüncelerimizin her biri de yok eder.” (s.71)
“Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey
gösterin.” (s.75)
“Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek –yalan
söylemek ve kendine yalan söylemek.” (s.84)
“Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi, insan budur
işte.” (s.85)
“Yalanlar hiyerarşisinde hayat en ön yeri işgal ediyorsa,
hemen ondan sonra, yalan içinde yalan olan aşk gelir. Melez konumumuzun
ifadesidir; etrafında topladığı büyük mutluluk ve ıstırap gereçleri sayesinde,
kendimize başkasında bir vekil buluruz. Bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza
sırt çevirtir bize? Zihin için bundan daha aşağılayıcı bir iflas var mıdır? Aşk
bilgiyi rehavete sokar; yeniden uyanan bilgi aşkı öldürür.” (s.85)
“Kederlerin yerini fikirler alır.” Marcel Proust (s.93)
“Bir şairin yaşamı bir yere varamaz. Gücünü, girişmediği
her şeyden, ulaşılmazlıkla beslenen tüm anlardan almaktadır.” (s.96)
“Fazla kullanılan duygular aşınır ve değersizleşirler.”
(s.98)
“Tıpkı bir ülke gibi ruh da ancak kendi sınırları içinde
serpilip gelişir.” (s.98)
“Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur:
kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz.
Bir Buda’nın öğretisinin binlerce varlığı yokluk meselesinin karşısına
getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini
değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi katmışızdır. Fakat hangi
batılı düşünür bir Budist rahiple muhayeseyi kaldırabilir ki? Kendimizi
metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz.” (s.134)
“Fakat yıllar geçtiğinden, gençliğimin gururunu
kaybediyordum: Her gün bir tevazu dersi gibi, hala hayatta olduğumu, hayatın
çürüttüğü insanların arasında rüyalarıma ihanet ettiğimi hatırlatıyordu bana.”
(s.152)