12 Oca 2017

E. M. Cioran - Çürümenin Kitabı

“Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir Tanrı’yı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır. Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın.” (s.7)

“Aşırı hassas yalnızlıklarımız, ötekiler için ne cehennemdir! Ama hep onlar için, bazen de kendimiz için icat ederiz görünümlerimizi...” (s.13)

“Hükümsüz sırları biriktire biriktire, anlamsızlığı tekeline ala ala, hayat ölümden fazla ürküntü verir: büyük meçhul odur.” (s.14)

“Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla kendini ortadan kaldırır.” (s.15)

“Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır, boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen –ya da icat eden – o sayıklamanın kurumasıdır.” (s.17)

“Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız.” (s.20)

“Dünya yalnızlığımızı bozmuştur, ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir.” (s.20)

“Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile, onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz. Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun, ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece  dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol açmıştır.” (s.21)

“Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde koparılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri.” (s.21)

“Şiire doğru dönmemek elde mi? Onun da, tıpkı hayat gibi, hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.” (s.21)

“Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı kendi derdine aşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder. Bir ıstırap dünyasında, ıstırapların her biri, diğerleri nazarında tekbencidir. Mutsuzluktaki özgünlük, onu kelime ve hisler bütünü içinde tecrit eden sözel niteliğe bağlıdır.” (s.23)

“Bir Pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren. Sıkıntının tasviridir bu – evrenin de sonu.” (s.26)

“Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına –ve sonsuza dek-  yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.” (s.27)

“Ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz?” (s.27)

“Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeylerin miktarıyla büyür ve telef olur.” (s.31)

“Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir. Her nostalji, şimdiki zamanın bir biçimde aşılmasıdır. Pişmanlık halindeyken bile dinamik bir nitelik taşır: geçmişi zorlamak istenir; geri dönüşsüz olan şeye itiraz etmek, geriye doğru hareket etmek istenir. Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı,, anın imkansız olmasıdır; bu imkansızlık da nostaljinin ta kendisidir.” (s.34)

“Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeniden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik.” (s.39)

“Dünya, gözyaşlarının biriktiği bir yerdir.” (s.41)

“Bu dünyada hiçbir şey kendi yerini bulmuş değildir, başta bizzat dünya olmak üzere.” (s.42)

“Hayat yasalarının başında çürüme gelir: kendi kalıntılarımıza cansız nesnelerin kendi kalıntılarına olduklarından daha yakınızdır; onlardan önce pes ederiz ve yok edilmez gibi görünen yıldızların bakışları altında kaderimize doğru koşarız. Ama bizzat yıldızlar da, sadece yüreğimizin ciddiye aldığı, sonra da istihza noksanlığının kefaretini büyük acılarla ödediği bir evrenin içinde ufalanırlar.” (s.43)

“Tanrı ve insanın adaletsizliğini hiç kimse düzeltemez.” (s.42)

“Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.” (s.45)

“Hep bekleriz, haya da cevher haline gelen bir bekleyiştir sadece.” (s.48)

“Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı.” (s.56)

“Saatler boyunca başka saatleri bekleriz.” (s.60)

“İçimizde sadece özgül bir biçimde kendimiz olmamıza yol açan şeyler sağlıklıdır.” (s.60)

“Dünyadaki her şey bize hatlarımızı yansıtır ve gece bile, kendimiz hayranlıkla seyretmemize engel olabilecek kadar yoğun değildir asla.” (s.61)

“Kökeninde aldatıcı ve yıkıma mahkum olmayan hiçbir yeni hayat görmedim şimdiye kadar. Her insanın zaman içinde ilerleyip bunaltılı bir geviş getirmeyle kendini tecrit ettiğini, yenilenme niyetine de ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturmasıyla karşılaşıp kendi içine düştüğünü gördüm.” (s.70)

“Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır, düşüncelerimizin her biri de yok eder.” (s.71)

“Bana şu dünyada iyi başlayıp kötü bitmeyen tek bir şey gösterin.” (s.75)

“Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek –yalan söylemek ve kendine yalan söylemek.” (s.84)

“Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi, insan budur işte.” (s.85)

“Yalanlar hiyerarşisinde hayat en ön yeri işgal ediyorsa, hemen ondan sonra, yalan içinde yalan olan aşk gelir. Melez konumumuzun ifadesidir; etrafında topladığı büyük mutluluk ve ıstırap gereçleri sayesinde, kendimize başkasında bir vekil buluruz. Bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza sırt çevirtir bize? Zihin için bundan daha aşağılayıcı bir iflas var mıdır? Aşk bilgiyi rehavete sokar; yeniden uyanan bilgi aşkı öldürür.” (s.85)

“Kederlerin yerini fikirler alır.” Marcel Proust (s.93)

“Bir şairin yaşamı bir yere varamaz. Gücünü, girişmediği her şeyden, ulaşılmazlıkla beslenen tüm anlardan almaktadır.” (s.96)

“Fazla kullanılan duygular aşınır ve değersizleşirler.” (s.98)

“Tıpkı bir ülke gibi ruh da ancak kendi sınırları içinde serpilip gelişir.” (s.98)

“Modern kendini beğenmişliğin haddi hududu yoktur: kendimizi bütün geçmiş yüzyıllardan daha aydınlanmış ve daha derin zannederiz. Bir Buda’nın öğretisinin binlerce varlığı yokluk meselesinin karşısına getirdiğini unutarak, bu meseleyi bizim keşfettiğimizi hayal ederiz; çünkü terimlerini değiştirmiş ve içine bir parçacık teferruatlı bilgi katmışızdır. Fakat hangi batılı düşünür bir Budist rahiple muhayeseyi kaldırabilir ki? Kendimizi metinlerin ve terminolojilerin içinde kaybederiz.” (s.134)

“Fakat yıllar geçtiğinden, gençliğimin gururunu kaybediyordum: Her gün bir tevazu dersi gibi, hala hayatta olduğumu, hayatın çürüttüğü insanların arasında rüyalarıma ihanet ettiğimi hatırlatıyordu bana.” (s.152)