“Öyleyse kim kurtaracak beni varolmaktan?
Hayatımı toprağa veriyorum.” (s.15)
“Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden
birindeyim. Karşımda yalnızca, bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş
bir şimdi var. Irmağın karşı kıyısı karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki
kıyı değil; çektiğim acıların tek nedeni de bu. Nice limanlara yanaşacak
gemiler var elbette, ama hiçbiri hayatın ıstırap vermez olduğu limana
varmayacak, her şeyi unutabileceğimiz bir rıhtım da yok. Üstünden çok zaman geçti
bunların, ama benim hüznüm hepsinden eski.”
(s.17)
“Tam olarak delilik sayılmaz bu halim, ama delirenler
herhalde kendilerine acı veren şeye teslim oluyordur, ruhundaki sarsıntılardan
yavaş yavaş zevk almayı öğreniyordur – hissettiklerim de buna pek uzak sayılmaz
doğrusu. Hissetmek ne renktir acaba?” (s.19)
“Ben ne olursa olsun ait olduğu ortamın hep kıyısında
duran ve yalnızca bir parçası olduğu kalabalığı değil, aynı zamanda yanı
başındaki büyük boşlukları da görebilenlerdenim.” (s.27)
“Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.” (s.27)
“Bana bahşedilmiş hafif rüzgarın ve onun tadını
çıkarabilmem için bahşedilmiş ruhun tadını çıkarıyorum; ve daha fazlasını ne
soruyor ne de kurcalıyorum.” (s.29)
“Kalbimde sıkıntılı bir huzur var ve dinginliğim tamamen
kaderime razı olmamdan kaynaklanıyor.” (s.32)
“Belki de ruhumu selamete erdirecek bir takım sözcükler
yazıyorum.” (s.32)
“Nedendir bilinmez, patronum Vasques’in karşısında, sık
sık nutkum tutuluyor. Bu adam benim için, hayatımın gündüz saatlerine hükmeden,
rasgele bir ayak bağından başka ne ki?” (s.37)
“O, benim için her şey ve dışımda, çünkü hayat da benim
için her şey ve dışımda.” (s.39)
“Asla gerçekleşmiyoruz. Karşı karşıya duran iki uçurumuz
biz. Cenneti hayranlıkla izleyen bir kuyu.” (s.40)
“Hissettiklerimi yazıyorsam, hissetmenin ateşini azaltmak
için başka çare olmadığından.” (s.41)
“Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir.”
(s.41)
“İçinde yaşadığım anın kaygısı vız geliyor, uzun da
sürmüyor. Zamanın enginliğine açım ben; ve koşulsuz olarak ben olmak
istiyorum.” (s.44)
“Bütün dünya hayal kurar: Bizi birbirimizden ayıran şey,
o hayalleri gerçekleştirecek gücümüzün ya da kendiliğinden gerçekleştiklerini
görecek kadar şansımızın olup olmamasıdır.” (s.45)
“Tanrı; biz varız ve her şey bundan ibaret değil demek.”
(s.49)
“Kimileri dünyayı yönetir, kimileri de yönetilen o
dünyanın ta kendisidir. Servetini İsviçre’de ya da İngiltere’de saklayan bir
Amerikalı milyonerle bir kasabanın sosyalist lideri arasında nitelik bakımından
hiçbir fark yoktur; fark nicelikten kaynaklanır yalnızca. Uzakta, aşağıda biz
varızdır, yani kılıksız insanlar, biz, bohem oyun yazarı William Shakespeare,
biz, öğretmen John Milton, serseri Dante Alighieri, dün alışverişlerimi yapan
çocuk, komik fıkralar anlatan berber, yalnızca önümdeki şarap şişesinin
yarısını içmedim diye geçmiş olsun dileyerek kardeşçe bir jest yapan garson.”
(s.50)
“Kendimi neşeli hissetme zamanıydı. Ne var ki içime bir
ağırlık çökmüştü- bilinmeyen bir arzu, tarifsiz ama yakışıksız bile olmayan bir
heves. Belki de canlı olma duygusu kendini göstermek de gecikiyordu. Ve
görmeden baktığım sokağa hakim penceremden dışarı sarktığımda, kendimi birden,
kurusun diye pencerelere asılan, sonra orada unutulup yavaş yavaş buruşan,
sonunda da asıldığı yeri kirleten yaş bir toz bezi gibi hissettim.” (s.55)
“Anlamak için kendimi yok ettim. Anlamak, sevmeyi
unutmaktır.” (s.79)
“Yalnızlık umudumu kırıyor, yanımda birilerinin olması
üzerime ağırlık yapıyor.” (s.79)
“Romantizmin bütün kötülüğü, bize gerekli olan şey ile
arzuladığımız şeyi birbirine karıştırmasıdır.” (s.86)
“Tek tek bütün hayallerimiz hep aynı hayaldir, çünkü
hepsi sadece hayaldir. Tanrılar hayallerimi değiştirsin; ama hayal kurma
yeteneğime el sürmesin.” (s.97)
“Ne mutlu yaşamlarını kimseye emanet etmeyenlere.”
(s.100)
“Aşk cinsel bir içgüdüdür; ama sonuç olarak cinsel
içgüdümüzle değil, bir başka duygunun var olduğunu varsayarak severiz. Ve bu
varsayım da hakikaten başlı başına, başka bir duygudur.” (s.105)
“Öteki insanlarla aramda daimi, derin bir uyuşmazlık
olduğunu hissetmemin nedeni, sanırım onların çoğunun duyarlıklarıyla düşünmesi,
benimse düşüncelerimle hissetmem. Sıradan insan için hissetmek yaşamaktır,
yaşamayı bilmektir. Ben ise, yaşamak düşünmektir, derim; hissetmek ise
düşünmeyi beslemekten başka işe yaramaz.” (s.111)
“Tuhaf olan şu ki, büyük heyecanlar duymaya yatkın
değilsem de, kendiğinden bende en çok heyecan uyandıran insanlar, ruhen benimle
aynı yapıda olanlardan çok, mizacı benimkine taban tabana zıt olanlar.” (s.112)
“Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve
anlamama rağmen, dokunamıyorum hayata.” (s.122)
“Hüznümü akıl çerçevesine sığdırmak mı? Akıl yürütmek
çaba harcamak anlamına geliyorsa, bu neye yarar ki? Hem zaten insan üzgünken
elini bile oynatamaz.” (s.122)
“Hayalcinin eylem insanına olan üstünlüğü, düşün
gerçeklikten üstün olmasından kaynaklanmıyor. Mesele düşlemenin yaşamaktan
katbekat daha rahat ve kolay olması; dolayısıyla, hayalci, eylem insanına
kıyasla hayattan çok daha büyük, çok
daha zengin bir zevk alır. Lafı dolandırmadan, daha açık konuşacak olursak,
asıl eylem insanı, hayalcidir.” (s.137)
“Düş kurmakla geçti ömrüm. Hayatımın anlamı buydu, evet,
yalnızca buydu. İç hayatımın dışındaki hiçbir şeye dönüp bakmadım.” (s.138)
“Baştan beri sadece hayalci olmayı istedim. Yaşamaktan
bahsedenleri yarım kulak dinledim. Olduğum yerde olmayana, asla olamadığım şeye
ait oldum hep.” (s.138)
“Aşktan tek dileğim, uzak bir düş olarak kalmasıydı.
Tamamane gerçekdışı olan gönlümdeki mezarlarda bile hep uzaklar cazip geldi,
gittikçe silinerek neredeyse ufka dek uzanan su kemerlerinde, manzaranın geri
kalanında olmayan bir düş dinginliği vardı; işte bu dinginliğin hatırına sevdim
onları.” (s.138)
“Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün
hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır: Dün hissedileni bugün de
hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün anımsamaktır yalnızca,
artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.” (s.143)
“Gerçek bir bilge içinden öyle bir tavır benimser ki,
dışarıdaki olayların üzerindeki etkisi kesin olarak en aza iner. Bunun için
olaylara kıyasla ona daha yakın duran gerçeklikleri üzerine kuşanarak
zırhlanması gerekir, aynı gerçeklikler, olayları daha ona ulaşmadan süzüp
kendileriyle uyumlu hale getirirler.” (s.146)
“Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insan
hakkında oluşturduğumuz fikirdir. Kısacası kendi uydurduğumuz bir kavramı ve
sonuç olarak kendimizi sevmekteyizdir.” (s.161)
“Yanılıyordu Vergilius denen şarih. En çok anlamak yoruyor
bizi. Yaşamak, düşünmemektir.” (s.162)
“Edebiyat, hayatı görmezden gelmenin en hoş yoludur.”
(s.165)
“Söylemek, söylemeyi bilmek! Varlığı yazıya dökülmüş
sesin, zihindeki görüntülerin üzerine kurabilmek! Hayat daha fazlasına değmez:
Ondan ötesi, erkeklerden ve kadınlardan, farazi aşklardan ve sahte
gerçekliklerden; birbirimizi sindirmek ve unutmak için kurnazca oyunlardan,
adına gökyüzü denen duygudan yoksun, soyut, koca mavi kayanın altında –bir taşı
kaldırınca kaçışıveren böcekler gibi – dört bir yana koşturup duran
varlıklardan ibaret.” (s.167)
“Seyahat fikri midemi bulandırıyor. Hiç görmemiş olduğum
her şeyi göreli çok oldu. Henüz görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu.”
(s.170)
“Argonotlar mühim olan yaşamak değil, denizlere açılmak
derlermiş. Marazi bir duyarlığı olan Argonotlar olarak, biz de diyelim ki
hissetmektir mühim olan, yaşamak değil.” (s.175)
“Düşü gerçek yerine koymaktan, kendi düşlerimi fazlasıyla
derin yaşamaktan ötürü, en sonunda düşsel hayatımın gerçek olmayan gülünde bir
diken çıktı: O da şu ki, düşlerim hoşuma gitmez oldu, çünkü kusurları gözüme
batıyor.” (s.178)
“Anlaşılmaktan daima, tiksinti içinde kaçmışımdır.
Anlaşılmak, kendini satmak demek. Olmadığım gibi görünmeyi, gayet insani bir
şekilde, kibarca, doğal olarak görmezden gelinmeyi cidden tercih ederim.”
(s.179)
“İlgimi çeken ve gerçekten görebileceğim yer, dünyanın
yedi bölgesinden hiçbiri değil, sahiden benim olan, bir uçtan bir uca
katettiğim sekizinci bölgedir.” (s.188)
“İnsanın yaşadığını hissedince içine düştüğü boşluk,
bazen olumlu şeyler kadar derinleşir. Hayatın bir hiç olduğunu samimiyetle
hissetmek, büyük eylem adamları yani azizler için –çünkü onlar edimlerinde
bütün coşkularını ortaya koyarlar, birazını değil – sonsuzluğa ulaşmanın
yoludur. Geceden ve yıldızlardan yapılmış, sessizlikle ve yalnızlıkla kutsanmış
çiçek kolyeleri takarlar boyunlarına. Kendimi de naçizane aralarında saydığım
büyük eylemsizlik adamları ise aynı duyguya tutunarak sonsuz küçüğe varır;
bizler duyguları lastik gibi çekip uzatarak, yumuşak, kesintisiz görüntülerinin
altında, nerelerinde yarıklar olduğuna bakarız.” (s.209)
“Hayatta en tiksindiğim şey, toplumsal ahlak edebiyatı.
Sırf görev kelimesi bile, davetsiz bir konuk gibi batar bana. Ama yurttaşlık
görevi, dayanışma, insanlığa hizmet ve bu cinsten daha başka teraneler, bir
pencereden tepeme atılmış çöpler kadar sinirimi bozar. Birilerinin kalkıp da
böyle ifadeleri ciddiye alabileceğimi, değil değerli, sadece anlamlı
bulabileceğimi düşünmesi bile cidden onuruma dokunur.” (s.217)
“Eylemsizlik bütün dertlerin tesellisidir. Hareket
etmemek bize her şeyi verir. Hayal etmek her şeydir, sonunun eyleme varmaması
koşuluyla. İnsan sadece düşlerinde dünyanın kralı olabilir. Ve kendini
gerçekten tanıyan herkes, dünyanın kralı olmayı arzuladığının farkındadır.”
(s.220)
“Neredeyse yalvaracağım tanrılara, tabbi var iseler; beni
bir kasanın içinde tutar gibi korusunlar, gönül yaralarından da, hayatın
verebileceği sevinçlerden de esirgesinler diye.” (s.239)
“Farklı iklimler olarak hayal ediyorum kendimizi,
üzerimizde başka yerde patlayacak kasırgaların ağırlığı var.” (s.251)
“Kırda sabah var olur, şehirlerde ise vaat eder. Biri
yaşatır, öteki düşündürür. Bütün meşhur lanetliler gibi ben de düşünmenin
yaşamaya yeğ olduğunu hissedeceğim daima.” (s.263)
“Yüreğim yabancı bir kitle gibi canımı yakıyor. Beynim
bütün hissettiklerimi uyuyor.” (s.265)
“Düşünmüş, hayal etmiş, tamamlamış ya da tamamlamamış
olduğum ne varsa bütün hepsi sonbaharla gidecek. Her şey sonbaharla gider,
evet, sonbaharla her şey gider.” (s.266)
“Doğru ya da kesin gözüyle baktığımız nice şeyler
düşlerimizin artıklarıdır sadece, anlama yetisinden yoksun olduğumuz için içine
gömüldüğümüz uyurgezerliğin ürünleri! Neyin doğru ya da kesin doğru olduğunu
gerçekten biliyor muyuz? Güzel dediklerimiz arasında aslında sadece bir dönemin
alışkanlığını, mekanın ve zamanın kurgusunu yansıtanlar hangileri? Gerçekten
bize ait olduğunu sandığımız, oysa yaradılışımızdan ötürü derin doğasını
kavrayamayarak, sadece mükemmel bir aynası olduğumuz, üzerini şeffaf bir örtü
gibi örttüğümüz neler var kim bilir?” (s.270)
“Duygularımızı dışa vurduğumuzda, onları gerçekten
hissetmekten çok, hissettiğimize kendimizi ikna etmeye çalışıyoruzdur.” (s.277)
“Kendimi bildim bileli, kendine verdiği sözlere sadık
kalmamış, dalgacı bir hayalciyimdir ben. Bir başkası olarak, bir yabancı
olarak, olduğumu sandığım şeyin beklenmedik seyircisi olarak, düşlerimin
yatağından taşmasının keyfini çıkarmaya baktım hep. İnandığım şeylere iman
etmedim. Ellerimi altın adını verdiğim kumlarla doldurdum, sonra avuçlarımı
açıp kumu akıttım. Cümle benim biricik gerçekliğimdi. Cümle söylendiği anda her
şey tamamlanmış demekti, geri kalanı kumdu sadece, baştan beri olduğu gibi.”
(s.286)
“Sanat ve edebiyat sonuçta birer düştür, günün birinde
uyandığımız, önümüzde ikinci bir hayatın yolunu açabilecek anılar ya da
pişmanlıklar bırakmayan düşler.” (s.297)
“Arzu etmediğimi arzuluyorum, sahip olmadığım şeye sırt
çeviriyorum. Ne hiç olabilirim ne her şey: Sahip olamadığım şeyle isteyemediğim
şey arasında bir köprüyüm.” (s.298)
“Sevilmek, gerçekten sevilmek nasıl büyük bir
yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir
yorgunluktur! Özgür olmayı, hep özgür olmayı istemiş bir insanı sorumluluk
hamalına dönüştürmek: bazı duygulara cevap vermek, mesafeli davranmama
inceliğini göstermek, sırf başkaları kendimizi bir heyecanlar prensi yerine
koyuyoruz, insan ruhunun verebileceğinin azamisini kabul etmek istemiyoruz
sanmasınlar diye. Nasıl da yorucudur varlığımızın bir başkasının duygularıyla
olan ilişkisinin esiri olduğunu hissetmek! Öyle ya da böyle, ister istemez bir
şey hissetmek, gerçekte tam bir karşılık bile bulmaksızın, biraz da olsa sevmek
zorunda olmak nasıl bir yorgunluktur.” (s.300)
“Kendimi bulursam kaybediyorum, inanırsam şüphe ediyorum,
eğer zaten elde etmişsem sahip olmuyorum. Gezinir gibi uyuyorum, ama uyanığım.
Uyurmuş gibi uyanıyorum ve kendime ait değilim. Hayat nihayetinde upuzun bir
uykusuzluktur, düşündüğümüz ve yaptığımız her şey, onu bölen, ayıltıcı sıçramalardır.”
(s.309)
“Deyim yerindeyse hiçbir uyarıcıya ihtiyacım yok. Ben
afyonumu, kendi ruhumda buluyorum.” (s.320)
“Kelimeler benim için elle tutulur bedenler, gözle
görülür denizkızları, ete kemiğe bürünmüş duyarlılıklardır.” (s.329)
“Sahip olan kaybeder. Bir şeye sahip olmaksızın
hissedeceğini hisseden ise o şeyi korumuş olur, çünkü o şeyin içinden özünü
çekip almasını bilmiştir.” (s.345)
“Aşk değil önemli olan, aşkın civarındakiler... Aşkın
hallerini anlamak için, aşkı yaşamaktansa bastırmak daha iyidir. Bu bakımdan
büyük anlam taşıyan el değmemişlikler vardır. Hareket etmek tatmin getirir, ama
aynı zamanda aklı karıştırır. Sahip olmak, sahip olunmak, dolayısıyla kendini
kaybetmek demektir. Sadece düşünce, çürümeden gerçeğin bilgisine varabilir.”
(s.345)
“İnsanların çoğu hiç üzerinde düşünmeksizin kimseye ait
olmayan, sahte hayatlar yaşıyor. Oscar Wilde: İnsanların çoğu aslında başka
insanlardır demiş ve haklıymış. Kimi hayatını arzu bile etmediği bir şeylerin
peşinde harcar; kimi ömür boyu istediği, ama hiçbir işine yaramayacak bir
şeyleri arar durur; kimileri de kendini kaybeder.” (s.351)
“Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir. İnsanlardan
uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma
içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların
hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir. Yalnız yaşamıyorsan,
doğuştan kölesin demektir.” (s.355)
“Koltuğuma güzelce yayılarak, üzerime çöken hayatı
unutuyorum. Bugüne dek yaralamış olmasının yarası sayılmazsa, artık yaralamıyor
beni.” (s.357)
“Bir daha dinle ve beni anla. Her şeyi iyi dinle, sonra
söyle bana, düş hayattan daha iyi değil midir?” (s.362)
“Duyguları yenilemenin tek yolu yeni bir ruh inşa
etmektir. Hissetme biçimini değiştirmeden farklı şeyler hissetmeye ve ruhunu
değiştirmeden farklı şekilde hissetmeye çalışıyorsan, boşuna çabalıyorsun.
Çünkü varlıklar biz nasıl hissediyorsak öyledir –ne zamandır biliyorsun bunu
bilmeksizin? – ve yeni şeyler olmasının, yeni şeyler hissetmenin tek yolu,
bunları hissetme biçimde bir yenilik yapmandır.” (s.372)
“Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir. Eylem adamı
olmanın birinci şartı, duyarsız olmaktır.” (s.374)
“İnsanoğlu gerçekten hissedebilse, uygarlık diye bir şey
olmazdı. Sanat, eylemin mecburen unuttuğu duyarlılığa ulaşmanın yoludur. Sanat,
öyle gerektiği için evde bırakılmış olan külkedisidir.” (s.375)
“Bütün eylem adamları esasında enerjik ve iyimserdir,
çünkü hiçbir şey hissetmezseniz mutlu olursunuz. Bir eylem adamını hep keyifli
olmasından tanırsınız. Asık suratla çalışanlar ise, ikinci dereceden eylemci
sayılır, hayatın içinde, genel, büyük hayatın içinde bir muhasebeci yardımcısı
olabilirler, mesela benim gibi. Ama hiçbir şekilde olaylara ve insanlara
hükmedemezler. Kumanda edebilmek için duyarsızlık gerekir. Başkalarını
yönetmenin yolu neşeli bir mizaca sahip olmaktır, çünkü hüzün, hisleri
olanların harcıdır.” (s.375)
“Düş, benim için hayatın o kadar önünde ki, sözlü
ilişkilerimde de (zaten başka türlü ilişkim yok) düş görmeyi, başkalarının
görüşlerinin ve duygularının arasında canlı, belirsiz bireyselliğimin kaygan
hattında tutunmayı başarıyorum.” (s.377)
“Ne kendimi kandırabildim, ne de kendi kendimi
kandırdığımın farkında oluşumu.” (s.381)
“Ruhum gizli bir orkestra; bilemediğim çalgılar
çalınıyor, kemanlar ve arplar, kudümler ve davullar içimde yankılanıyor.
Kendime ancak bir senfoni diyebilirim.” (s.382)
“Çaba sarf etmek bir suçtur, çünkü her eylemle bir düş
ölür.” (s.382)
“Manzaralara inanmam! Kesinlikle. Amiel’in meşhur, her
manzara bir ruh halidir, sözüne katıldığım için söylemiyorum bunu - katlanılmaz
her şeyi içselleştirme saplantısını yansıtan, en sıkı sözel keşiflerden biridir
bu. Sadece manzaralara inanmadığım için böyle söylüyorum.” (s.412)
“Yazarken, kendime resmi bir ziyarette bulunurum.
Görüntüler arasındaki boşluklarda, büyük bir zevkle hissetmediklerimi
çözümlediğim, kendimi karanlıktaki bir tablo gibi seyrettiğim, bir başkasının
hatıralarında yaşayan özel salonlarım vardır.” (s.413)
“Hayat, bir başkasının karman çorman ettiği bir yumaktır.
Yerde yuvarlarsanız, sonuna kadar açarsanız ya da özenle sararsanız bir anlam
kazanır. Ama kendi halindeyken, özgün
düğümleri olmayan bir mesele, merkezi olmayan bir karmaşadır.” (s.414)
“Hayatın kaynağındaki trajedi, kesinkes bir parkın
içindeki yollarda meydana gelmiş olmalı. İki kişiymişler, güzelmişler ve başka
bir şey olmanın peşindeymişler.” (s.415)
“Düşlerimin ve yorgunluklarımın sonsuz basamaklarından
geçerek in gerçeksizliğinden, in ve dünyanın yerini al.” (s.416)
“Asla gönderilmeyecek mektup
Sizi gün batımını ya da ay ışığını severcesine seviyor,
bu anın hep sürmesini diliyorum, ama içimde duymam dışında bu arzuya kendimden
hiçbir şey katmaksızın.” (s.418)
“Bildiğim şu ki, yolda okuyarak oyalanabilirim. Okumak,
bence diğer hepsi gibi bu yolculuğu da
güzelleştirmenin en kolay yolu; ara sıra, gerçekten hissetmekte olduğum
kitaptan başımı kaldırdığımda yabancı gözlerle, gerçekten geçip gitmekte olan
manzarayı görüyorum. Kırlar, şehirler, kadınlar ve erkekler, geçmişe duyulan
özlemler ve pişmanlıklar ve bütün bunlar bana göre huzurun bir perdesi yalnızca, gözlerimden
fazlasıyla okunmuş sayfaların yorgunluğunu alan, pasif bir eğlence.” (s.419)
“Her şeyi derinlemesine hissetmek yüzünden, elde
edemeyeceklerimizin dışında –henüz tohum halindeki ruhlara yürüyen duyguların,
derinlemesine hissetme yeteneğiyle uyuşabilecek insani faaliyetlerin, farklı
türlerden gerçek şeylerin arasında kaybolmuş heyecanların ve tutkuların dışında
hiçbir şeyi umursamaz oluruz.” (s.425)
“Hiçbir insan ötekileri anlayamaz. Şairin dediği gibi,
hayat okyanusunda birer adayız; aramızda bizi tanımlayan, birbirimizde ayıran
deniz vardır. Bir ruh istediği kadar bir başka ruhun ne olduğunu anlamaya
çalışsın, olsa olsa kiminle iki çift laf edebileceğini öğrenmiş olur – zihninin
zeminine fırlatılmış şekilsiz gölgenin kim olduğunu.” (s.430)
“Biz var ya, biz sevemeyiz küçüğüm. Aşk, yanılsamaların
en tensel olanıdır. Dinle: sevmek, sahip olmaktır. Peki, sevdiğimiz zaman neye
sahip oluruz? Bir bedene mi? Bedene sahip olmak için maddesini kendimize mal
etmemiz, onu yememiz, içimize sindirmemiz gerekir. Olmayacak şey ama tut ki
oldu, bu bile geçicidir, çünkü bedenimiz de devinir, dönüşür, hem biz kendi
bedenimize değil, sadece onun verdiği duyguya sahibizdir; ve ayrıca sevdiğimiz
o bedeni bir kere ele geçirdik mi o bizzat biz olur, bir başkası olmaktan çıkar
ve öteki varlığın yok olmasıyla aşk da biter.” (s.432)
“Peki ruh bizim midir? Sessizce dinle beni. Hayır,
değildir. Kendi ruhumuz bize ait değildir. Hem zaten, bir ruha, nasıl sahip
olabilirsin? Bir ruhla bir ruh arasında dipsiz bir kuyu vardır: birer ruh
olmalarının kuyusu.” (s.433)
“Aşk, duygularımız aracılığıyla kendi kendimize sahip
olmamızın bir yolu olabilir mi? Hiç değilse var olma hayalimizi daha şiddetle,
dolayısıyla daha parlak olarak hayal etmenin bir biçimi midir? Ve en azından
duygu söndükten sonra anısı sonsuza dek bizimle kalır, biz de işte böyle sahip
olmuş oluruz.” (s.433)
“Bu barbar maden çağında, kişiliğimizi korumak, onun
gerek kendini sıfırlayarak, gerekse başka kişiliklerle özdeşleşerek soysuzlaşmasını engellemek
istiyorsak, hayal görme, analiz yapma ve başkalarını büyüleme yeteneğimizin
bilinçli olarak, üzerine titreyelim.” (s.438)
“Hayat istemeden çıkılan, deneysel bir yolculuktur ve
seyahat eden zihin bize ait olduğundan, bizim de ömrümüz yolda geçer. Nitekim,
dışarıdaki hayatta yaşamış olanlara kıyasla çok daha derin, zengin, gürültülü
hayatlar sürmüş, içine kapanık, dalgın ruhlar vardır. Önemli olan sonuçtur.
Hissedilmiş olan neyse, yaşamış olan da odur. İnsan bir düşten de somut bir
işten olduğu kadar yorgun dönebilir. En çok yaşadığımız zaman, çok düşündüğümüz
zamandır.” (s.443)
“Hiç girmediğim bütün savaşların yaraları var üzerimde.
Sarf etmeyi hayal bile etmediğim çabalar, etimi bitap bıraktı.” (s.444)
“Seni görebileceğimi düşlemeye mecbur olmak, kimsenin
geçmez olduğu eski bir köprü.” (s.478)
“Kitaplar bizi düşlere takdim eder.” (s.494)
“Hayata sırt çevirelim, kendimize sırt çevirmemek için.”
(s.427)
“Benim kadar akıllı olmayanlar daha güçlü bir karaktere
sahip. Hayatta kendilerine yer edinmekte daha ustalar; zekice yeteneklerini
kullanmakta daha becerikliler. Karşımdakini etkilemek için gereken bütün
özelliklere sahibim, tek eksik bu işin sanatı, hatta sırf bu dilemeyi isteyebilsem,
o da yetecek.” (s.507)
“Portekizce yazmıyorum. Ben kendimce yazıyorum.” (s.521)
“Düşlere daldığım zaman, görüyorum. Bir yolculukta bundan
fazla ne yapabilirim? Sadece hayal gücü çok zayıf olan insanlar, bir şeyler
hissetmek için yer değiştirmeye ihtiyaç duyar.” (s.531)
“Aslında dünyanın ucu, tıpkı başlangıcı gibi, dünyayı
kavrayışımızdır. Manzaralar bizde manzaralaşır. İşte bundan dolayı onları hayal
ettiğimde yaratmış olurum; onları yarattığıma göre demek ki vardırlar, ve var
olduklarına göre, herhangi bir manzara gibi onları da görebilirim. Yolculuğa
çıkmaya ne gerek var?” (s.531)
“Hayat, onu ne hale getiriyorsak odur. Yolculuklar,
yolcuların kendisidir.” (s.531)