4 Ağu 2024

Irvin D. Yalom ve Marilyn Yalom - Ölüm Kalım Meselesi

“Yas, sevme cesareti gösterenlerin ödediği bedeldir.” (s.5)

“Irv, 1980 tarihli Varoluşçu Psikoterapi adlı kitabında, yaşadığınız hayatla ilgili ne kadar az pişmanlığınız olursa ölümle yüzleşmenin o kadar kolay olacağını yazmıştı. Birlikte yaşadığımız hayata dönüp baktığımız zaman, pişmanlık duyacağımız çok az şey görüyorum. Ama bu, şimdi her gün yaşadığımız bedensel zorluklara tahammülümüzü kolaylaştırmadığı gibi birbirimizden ayrılma fikrini de yatıştırmıyor. Çaresizlikle nasıl savaşabiliriz? En sonuna kadar nasıl anlamlı yaşayabiliriz?” Marilyn (s.11)

“Bu kitap her şeyden önce hayatın sonuna uzanan yolu bulmamıza yardımcı olmak amacını taşıyor.” (s.11)

“Umutsuz ve çaresiz hissediyorum. Hiçbir şey onun acısından daha fazla acı vermiyor bana.” Irvin (s.23)

“Herkes için tek bir tarif yok; herkes kendisi için nelerin önemli olduğunu kendisi bulmalı. Ama yol üstünde ipucu ve tabelalar var. Ben en iyi halimi yazılmış ve yazılmamış pek çok kaynaktan bulmayı öğrendim: İngiliz ve Amerikalı şairlerden, İncil’den, Proust’tan, bir bıldırcın sürüsünün görüntüsünden, bir gül tomurcuğunun açmasından.” (Irvin) (s.61)

“Acaba günün birinde hastalığım gerileyecek mi? Bu yaz son yazım mı olacak? Vaiz’deki şu cümlelere sığınıyorum: Her mevsimin bir zamanı var. Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var.” Marilyn (s.63)

“Ona yetmiş üç sene önce aşık olmuştum ve birkaç ay önce altmış beşinci evlilik yıl dönümümüzü kutlamıştık. Bir başka insana bu kadar çok ve bu kadar uzun süre hayran kalmanın sıradışı olduğunu biliyorum. Ama bugün bile ne zaman odaya girse içim aydınlanıyor. Onun zarafetine, güzelliğine, iyiliğine, bilgeliğine, her şeyine hayranım.” Irvin (s.65)

“Çoğu insanı ölüm konusunda dehşete düşüren şey geleceğin kaybı değil, geçmişin kaybıdır. Aslında unutma davranışı hayatın içinde her zaman var olan bir ölüm biçimidir.” Milan Kundera (s.68)

“Ona ket vuran bir ölüm kaygısı geliştiren kederli bir hastamla yaptığım görüşmede, “Ölüm hakkında seni korkutan şey tam olarak ne?” diye sormuştum. Hasta “Yapmadığım her şey” demişti.
Bu bana son derece önemli gelmişti ve terapi çalışmalarımın özünü oluşturmuştu. Senelerce ölüm kaygısı ve yaşanmamış hayat hissi arasında pozitif bağıntı olduğuna inandım. Başka bir deyişle, hayatınızı ne kadar yaşamazsanız ölüm kaygınız o kadar artıyordu.” Irvin (s.74)

“Bizi ölümlülükle, sevdiğimiz kişinin ölümü kadar şiddetli bir şekilde yüzleştiren şey çok azdır.” Irvin (s.74)

“Karımın hastalığı muhtemelen benden önce öleceği anlamına geliyor. Ama benim sıram da çok yakında gelecek. Tuhaf bir şekilde kendi ölümüm için hiç korku duymuyorum. Dehşetim Marilyn’siz bir hayat düşüncesinden kaynaklanıyor.” Irvin (s.75)

“Ben ölümle yüz yüze geldiğim zaman o güne dek her zaman yanımda, erişebileceğim bir mesafede durmuş Marilyn yanı başımda olmayacak. Elimi tutan kimse olmayacak. Evet, dört çocuğum, sekiz torunum ve sayısız dostum benimle zaman geçirecekler ama gelin görün ki onlar yalnızlığımın derinliklerine süzülecek güce sahip olmayacaklar.” Irvin (s.83)

“Oldum olası demanstan. Ölümden daha çok korkmuşumdur. Ama şimdi Jerry Frank’in, “O kadar kötü değil Irv,” demesi beni irkiltmiş ve duygulandırmıştı. Eski akıl hocam bana “Irv, sen olarak sadece bir hayatın var. Bilinç denen bu müthiş fenomenin her zerresinin tadını çıkar ve kendini bir zamanlar sahip oldukların için duyduğun pişmanlıkta boğma!” demişti. Sözleri bende büyük etki yaratmış ve demans korkumu yatıştırmıştı.” Irvin (s.86)

“İnsanın gözlerinin aşktan kör olmasının, diğer bütün kaygıları nasıl ortadan kaldırdığından bahsediyorum. Gergin bir çocuğun annesinin kucağına çıktığı anda, bütün kaygılarının buharlaşmasıyla nasıl hızla yatıştığını düşünün. Ben bunu “yalnız ‘ben’in ‘biz’de çözünmesi” olarak tarif etmiştim. Yalnızlık acısının buharlaşması olarak. Bu şimdi bana çok anlamlı geliyor. Neredeyse bütün ömrüm boyunca Marilyn’e aşık olmak beni tecrit halinin derin yalnızlığını tecrübe etmekten korudu ve hâlihazırdaki acımın büyük bir kısmı, beklenen yalnızlıktan kaynaklanıyor.

Marilyn’in ölümünden sonraki hayatımı hayal ediyorum ve gözümde kocaman, bomboş evimde geçecek bitmek bilmeyen geceler canlanıyor. Birçok arkadaşım, çocuğum ve torunum, hatta bir torunumun çocuğu, ilgili, nazik komşularım var ama onlarda Marilyn’in sihri eksik. Böyle temel bir yalnızlığa katlanma görevi sarsıcı görünüyor. Sonra yine Jerry Frank’in sözlerinde teselli buluyorum: Bu koltukta oturup hayatın geçmesini izliyorum. O kadar kötü değil Irv.” Irvin (s.86)

“Ölüm fikri beni korkutmuyor. Kozmosa yeniden entegre olmanın ötesinde bir ölümden sonraki hayata inanmıyorum ve artık var olmayacağım fikrini kabullenebilirim. Bedenim eninde sonunda toprağa karışacak.” Marilyn (s.117)

“En saygın Stanford sosyal bilimler profesörlerinden biri olan Robert Harrison, ölümü hayatın “doruk noktası” olarak adlandırırdı. Doruk noktasını, katolik anlayışla Tanrı’yla barışma ve son nefeste yapılan kutsama ayini gibi düşünmüş olabilir. Bu doruk noktası, dini inançları olmayan biri için bir anlam ifade edebilir mi? Fiziksel acının sefaletinden kaçınabilirsem, gündelik hayatın basit hazlarından keyif alabilirsem, en sevdiğim dostlarıma veda edebilirsem, kendimin en iyi haline yükselebilir ve dostlarıma olan sevgimi ifade edebilirsem ve kaderimi zarafetle kabullenebilirsem, belki de ölüm anı bir tür doruk noktası olabilir.” Marilyn (s.136)

“Hiçbir şey Marilyn’le el ele tutuşmaktan daha fazla haz vermiyor. Ona doyamıyorum. Ortaokuldan beri hep öyle oldu. Insanlar Roosevelt Lisesi yemekhanesinde sürekli el ele tutuştuğumuz için bizimle dalga geçerdi ve yetmiş yıl sonra biz hâlâ ele eleyiz. Bu sözcükleri yazarken ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.” Irvin (s.141)

“Ölüm, hayatı ve bütün anıları çiğ çiğ yiyordu.” Irvin (s.141)

“Saatler sonra gece yatağa girerken kendimi köksüz ve düşte gibi hissediyordum. Marilyn’siz ilk gecem olacaktı. Ömrümün sonuna dek yalnız gecelerimin ilki. Ah, evet, başka şehirlerde konuşma yapmaya gittiğimde ya da o Paris’i ziyaret ederken, Marilyn’siz çok gece geçirmiştim ama bu, Marilyn’in olmadığı, Marilyn’in artık var olmadığı bir dünyada uyuyacağım ilk geceydi.” Irvin (s.159)

“Bu açık ara geçirdiğim en aktif hafta oldu ve Marilyn’in daha az aklıma geldiğinin farkındayım. Bu satırları yazarken son birkaç gündür Marilyn’in portresine bakmadığımı fark ettim ve hemen yazmayı bıraktım. Marilyn’in oturma odasının zemininde, yüzü hala duvara dönük duran portresine bakmak için ofis ile ev arasındaki 35 metrelik mesafeyi yürüdüm. Portreyi elime alıp çevirdim. Güzelliği beni sarstı. Bin kadınla dolu bir odaya bile girsem gözümün ondan başkasını görmeyeceğini düşündüm. Belki de bu hafta iyiye işaretti. Kendime daha az işkence ettim. Marilyn’i daha az düşündüm. Ve en önemlisi, onu daha az düşündüğümü fark edeceğine inanmayı bırakıyorum.” (s.213)

“Sadece seni, dünyadaki en değerli insanı kaybetmedim; dünyanın büyük kısmı da seninle birlikte yok oldu.

Hayatımın sonuna yaklaştığımdan eminim ama tuhaf bir şekilde, ölüm konusunda çok az kaygılıyım. Garip bir iç huzuru yaşıyorum. Artık ne zaman ölümü düşünsem, Marilyn’e kavuşma düşüncesi beni yatıştırıyor. Belki bu kadar ferahlatıcı ve yatıştırıcı bir düşünceyi sorgulamamalıyım ama şüpheciliğimden kaçamıyorum. Sonuçta Marilyn’e kavuşmak tam olarak ne anlama geliyor?

Seninle aynı tabutun içinde yan yana gömülme isteğimi dile getirdiğim konuşmayı hatırlıyor musun? Bana Amerikan mezarlıkları konulu kitabını yazdığın senelerde iki kişilik bir tabut hiç duymadığını söylemiştin. Bunun benim için bir önemi yoktu: İkimizin aynı tabutta olması düşüncesinin beni sakinleştirdiğini söylemiştim. Evet, elbette mantıklı düşünce bana senin ve benim aslında orada olmayacağımızı, geriye sadece hissiz, ruhsuz ve çürümeye mahkum et ve kemikler kalacağını söylüyor. Buna rağmen gerçeklik değil, bu fikir beni rahatlatıyor. Coşkulu bir materyalist olan ben, aklımı forlatıp atıyorum, sen ve ben aynı tabutun içinde olursak sonsuza dek birlikte olacağımız gibi fantastik bir düşünceden arsızca keyif alıyorum.

Elbette gerçek değil bu. Elbette sana asla kavuşamam. Sen ve ben artık olmayacağız ki. Bu bir peri masalı. 13. Yaşımdan beri ister dini ister spiritüel hiçbir ölümden sonraki hayat düşüncesini ciddiye almadım. Buna rağmen yürekten şüpheci ve bilim insanı olan benim, ölmüş eşime kavuşma fikriyle teselli bulmam biz insanların olağanüstü güçlü kalıcı olma arzumuzun ve unutulma korkumuzun kanıtıdır. Spiritüel düşünmenin gücüne ve yatıştırıcılığına tazelenmiş bir saygı duyuyorum.

Bu son satırları yazarken olağanüstü bir tesadüf gerçekleşti. Bir Psikiyatristin Anıları kitabımı okumuş bir okuyucudan bir e-posta aldım. Sözlerini şu satırlarla tamamlamış: “Peki ama ölümden bunca korkmamız neden, Dr. Yalom? Beden ölür ama bilinç aynı zamanda akan bir nehir gibidir ve ölümün gelmesi bu dünyaya, insan bedenine ve aileye veda etme zamanı olsa da… Bu bir son değil.”

“Son değil.” Biz insanlar kayıtlı tarihin başından beri bu düşünceyi ne çok benimsedik ve ona nasıl sıkı sıkı tutunduk. Ölümden hepimiz korkuyoruz ve her birimiz o korkuyla baş etmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Marilyn, çok sık tekrarladığın şu yorumunu çok net hatırlıyorum: “Hayatı hakkında hiçbir pişmanlığı olmayan 87 yaşında bir kadının ölümü trajedi değildir.” Bu kavram, hayatını ne kadar dolu dolu yaşarsan ölümünün o kadar az trajik olacağı düşüncesi bana çok doğru geliyor.

En sevdiğimiz yazarlardan bazıları bu görüş açısını savunuyor. Kazancakis’in hayatı çok seven Zorba’sının sözlerini hatırlasana: “Ölüme benden alacağı hiçbir şey bırakmayacağım, sadece bir avuç kemik.” Ve Sartre’ın otobiyografisinden senin bana okuduğun bölümü hatırla: “Kalbimin son çıkışının, eserimin son sayfasına yazılacağından ve ölümün sadece ölü bir adamı alacağından emin… sona doğru sessizce gidiyordum.” Irvin (s.236)

“Kitabımızı Nabokov’un otobiyografisi Konuş Hafıza’nın unutulmaz açılış sözleriyle bitiriyorum: “Beşik bir uçurumun üstünde sallanır ve sağduyu bize, varlığımızın iki sonsuz karanlık arasında çakan kısa bir ışık olduğunu söyler.” Bu imge beni hem sarsıyor hem sakinleştiriyor. Arkama yaslanıyorum, gözlerimi kapatıyorum ve huzur buluyorum.” (s.238)