“Yoga, birlik demektir. Peki neyle neyin birliğidir bu? Ben ile senin, ben ile çevrenin, ben ile doğanın birliğidir. Bu bir çözülme, “ben”liğin erimesi ve her şeyle bütün olma halidir. Kişi bir süre sonra bu birliğin, kendi özüyle evrensel özün birliği olduğunu hisseder.” (s.21)
“Yogada, Atman diye bir kavram vardır. Atman kavramıyla
kişinin tanrısal özü, bireysel ruhu kastedilmektedir.” (s.21)
“Yoga, zihindeki tüm dalgaların geri çekilmesi halidir.”
(s.22)
“Chitta, zihnin katmanlarını ifade eder; duygular,
düşünceler, bilinç, bilinçaltı, ego, gündelik zihin gibi tüm katmanlar, bu
sözcükle anlatılır. Sutra, varoluşun görünmeyen ama tüm yaşamı yöneten bu
muhteşem alanını yani zihni aşmaktan söz eder. Bir şeyi aşabilmek için, onu çok
iyi bilmek ve tanımak gerekir. Kişi avucunun içini bilir gibi zihnin ne
olduğunu ve onun tüm işleyişini öğrenmelidir.” (s.22)
“Zihin eğitilmezse, dış dünyanın karmaşa ve kaosundan
dolayı acı çeker. Ama eğer eğitilirse, kaynaklandığı ruhun ışığını ve
ihtişamını yansıtarak sonsuz huzur ve mutluluğu yakalayabilir.” (s.23)
“Patanjali, yoga yolunda ilerlemek için gündelik zihnin
ötesini işaret eder ve Osho da bu konuda şöyle söyler: Gören gözlerimizden
başka gözler de vardır. Ve ben, o gözlerle gördüm seni. Duyan kulaklarımızdan
başka kulaklar da vardır. Ve ben, o kulaklarla duydum seni. Sana dokundum,
bedenle değil, kalple… Varoluş duyuların ötesindedir. Sınırsız, başlangıçsız ve
sonsuzdur. Başlamanı istediğim yolculuk, budur.” (s.23)
“Duygu ve düşüncelerin karmaşası, dalgalara ve fırtınaya
benzetilebilir. Sular dalgalıyken ve fırtına varken görülen sadece yüzeydir.
Denizin suları durup dinginleştiğinde dibi görünür. Zihnin hiç bitmeyen
çırpınışları durduğu zaman da, kişi kendi özünü görür hale gelir.” (s.24)
“Kişi kendisini zihindeki dalgalarla kimliklendirdiği
zaman “ben üzgünüm”, “ben mutluyum”, “ben zenginim”, “ben çirkinim” gibi duygu
ve düşünceler ortaya çıkar. Oysa bunlar gelip geçici durumlardır.
Bazen de insan kendisini yaşamda üstlendiği rollerle
kimliklendirir: “ben sanatçıyım”, “ben yöneticiyim”gibi. Bu roller de aslında
hep geçicidir. Böyle olunca kişi gerçek olanın arayışına gireceğine, görüntüler
dünyasının gelip geçiciliğinde savrulur gider.
17. yy’da Decartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Derken
düşünmeyi yüceltiyor ve insanın düşünme gücü ve yeteneği nedeniyle hayvana göre
üstünlüğünü vurguluyordu. Oysa binlerce yıl önce Patanjali, insanın düşünmenin
de ötesine geçebileceğini ve böylece kendi özüyle yani tanrısal kimliğiyle
buluşabileceğini vurgulamıştır.” (s.24)
“İnsana bazen zevk bazen acı veren beş türlü zihinsel
durum vardır. Zihnin bu beş durumu şunlardır: Doğru bilgi, yanlış bilgi,
kuruntu, uyku hali ve bellek…
Yukarıdaki beş çeşit durum, zihnin dalgalanmalarının,
değişimlerinin sınıflandırılmış biçimleridir. Zihnin varlığı sadece bu
durumlarla kendisini gösterir. Chitta vrtti nirodhah haline ulaşmak için,
zihnin bu durumlarını fark etmek önemlidir. Çünkü farkındalık zihnin yapısını
anlamanın ilk adımıdır.” (s.26)
“Gerçek, kişiden kişiye göre ve hatta aynı kişide zaman
içinde bile değişiklik gösterebilir. Böylesine değişken ve farklılıklar
gösteren bilgiye evrensel açıdan “yanlış bilgi” denir.
Bir sicimi ışık oyunu yüzünden yılan zannetmek, çölde
serap görmek, mevki yüzünden kendini üstün zannetmek bunun örneklerindendir.
Eksik, yanlış bilgi ve yanlış anlaşılma yüzünden gerçekler bambaşka görünebilir
ve insan yaşamını yönlendirebilir.” (s.28)
“Deneyimlenen şeyler silinmez, bellekte depolanır ve
bunların ortaya çıkması zihni dalgalandırır.” (s.32)
“Arzuların geri çekilmesi, onlardan vazgeçerek bağımsız
olabilmek için, düzenli çalışmak gerekir.” (s.32)
“Kişinin bitmek bilmeyen istekleri ve “olmazsa olmaz”
sandığı bağlardan kurtulması bu konuda devamlı çalışması ile mümkün olabilir.
Yogaya göre bir insanın ne kadar çok arzusu, ne kadar çok bağlılığı ve
bağımlılığı varsa, zihni de o kadar karmaşık ve huzursuzdur. Bitmek bilmeyen
istekler kişilerin bütün huzurunu kaçırır. Kişi, isteklerinin peşinden koşarken
aklı karışır, dengesi bozulur. Kıskançlık, hırs, öfke, gurur gibi duygular hep
istekler nedeniyle ortaya çıkan zayıflıklardır.
Dünyasal yaşamda arzuların bitmesi ihtimali yoktur. Onlar
gerçekleştikçe de yenileri ortaya çıkar. Derler ki arzuların doyurulması tuzlu
su içerek susuzluğun giderilmesine benzer.” (s.32)
“Arzuları dizginlemek, onlardan özgürleşmek yani
vairagya, yogada ilerlemekle kendiliğinden gerçekleşir. Çünkü aslında
vazgeçmek, vazgeçilen şeyin yerine daha değerli başka bir şeyi tercih etmek
demektir.
Yoga, kişiyi yüksek ideallere bağlar. Kişi yoga yoluyla
huzuru arttıkça, mutluluğu çoğaldıkça, bu huzur ve mutluluğun dışarıdaki dünya
nimetleriyle pek de ilişkisi olmadığını anlamaya başlar. Tüm yoga türlerinde
vazgeçmek ve dış dünyanın sunduğu gelip geçici hallerin biraz ötesinde durmak,
en önemli adımlardan biridir.
Arzuların tutsaklığından ve bağlılıkların zincirinden
kurtulabilmek devamlı bir farkındalık, sürekli bunlar üzerinde çalışma yani
abhyasa ve öz disiplin gerektirir.
Kişi, şeylerin değişken ve geçici doğasının farkına
vararak gerçeği ve değişenin ötesindeki sonsuzluğu aramalıdır. Spiritüel
büyümenin başka yolu yoktur.” (s.33)
“Maya (illüzyon dünyası) çok güçlüdür. Fırtınanın gemiyi
alt üst etmesi gibi, arzular ve tutkular da kişiyi allak bullak eder. Bu
nedenle huzurlu olmak, zihnin dalgalanmasını durdurup sakinliğe ulaşmak için,
kişinin düzenli ve devamlı çalışması şarttır.” (s.34)
“Kişi, yoga yolunca ne kadar uzun zaman çalışırsa o kadar
çok deneyim kazanır. Yoga, sadece teorik bilgilerden ibaret bir felsefe sistemi
değildir. Teori, mutlaka uygulamayı gerektirir. Herkes, kendi çalışmalarıyla öz
deneyim elde eder. Her bir uygulama kişiye farklı bilgiler katabilir. Bu
bakımdan kişinin kendi yaşı değil, yoga yaşı önemlidir.” (s.35)
“Yoga, kişiyi düzene sokan, dengeleyen, güçlendiren bir
çalışmadır. Bu sayede hayatta gerekli olan başarı, güç, denge, enerji, neşe
gibi şeyler kolaylıkla elde edilir.” (s.35)
“Yoga çalışmaları, kişinin zihninde bir memnuniyet ve
doyumluluk duygusu yaratır. Doyumlu olmak her şeyi çözer. Doyumlu olmak,
ihtiyacı olmamaktır. Her şeye zaten sahip olduğunu bilmektir.
Bağımlılıktan kurtulmak demek onunla ilişkiyi her düzeyde
kesmek demektir. Bir örnek verelim: Sigarayı bırakmış iki kişi düşünelim. Bu
kişilerden biri çevrede sigara içilirken fena halde rahatsızken, diğeri ortamda
sigara içildiğini bile fark etmiyor olsun. Bu durumda birinci kişi sigarayı
bırakmıştır ama bağımlılığı devam etmektedir. Tıpkı Cemal Süreya’nın söylediği
gibi: “Eskiden sigara içmekti ilk işim. Şimdi içmemek.” Diğeri ise sigarayı
hayatından ve zihninden silip atmıştır.” (s.37)
“Tüm yoga türlerinde, özellikle Karma yoga ve Bhakti
yogada egonun törpülenmesi, inceltilmesi ve sonunda kişinin benlik duygusundan
kurtulması anlatılır. Amaç “bir, tek olmak”tır. Yani artık yaşamındaki tüm
olaylar ve durumlar karşısında yorumsuzca bir kabulleniş vardır: Sorgulama,
irdeleme, yorumlama ihtiyacı geride kalmıştır.
Bu tür bir kabulleniş neye yol açar? Karmaları yok etmeye,
yani karma yaratmamaya yol açar. Bir eylemin karma yaratması için ardında çıkar
içeren bir niyet olması gerekir. Bu da egodan kaynaklanır. Ve bir eylemin
sonucunun geri dönmesi için, geri döneceği bir benliğe ihtiyaç vardır. Eylemi
de karmayı da yaratan benlik duygusudur. Ben duygusu yok olunca, benlik
kaybolunca, karma da yok olur.” (s.51)
“Gün boyunca duygu ve düşüncelerin takip edilmesi bir
anlamda meditasyon sayılır. Duygu ve düşünceler, davranışları oluşturur. Bu
nedenle onları düzenlemek ve olumluya çevirmek çok önemlidir. Ancak bu, her
zaman çok kolay olmayabilir. Toplumsal değer yargılarının ve kalıplaşmış
düşünce formlarının bilincine varıp, onları aşmak çaba gerektirir.” (s.63)
“Duyusal deneyimlere derinlemesine konsantre olmak,
kişiyi daha yüksek idrak bölgelerine götürür. Bu da zihnin güçlü ve sağlam
olmasını sağlar.” (s.65)
“Upanişadlara göre, zihnin ve idrakin kaynağı kalptir.
Saf zekanın yerleştiği yer de kalbin lotusudur. Işık olarak parlayan kalbin
lotusuna meditasyon yapmak zihni sakinleştirir.” (s.66)
“Dalai Lama’yı ziyaret etmiş bir yogi, sürgünde yaşamakta
olan büyük ustaya işgali, Budizm’e karşı olan düşmanlığı ve savaşı sorduğunda,
Dalai Lama’nın gülümseyerek “Bu da geçer” dediğini anlatır. Bu kadar zor
koşullardayken bile böylesine ferah, endişesiz, huzurla dolu bir kalbe ve zihne
odaklanmak, onu anlamaya çalışmak kişinin de zihnini sakinleştirecektir.”
(s.67)
“Meditasyon yoluyla zihin öyle sağlamlaşır ki, en
küçüğünden en büyüğüne her konuya kolaylıkla odaklanabilir hale gelir. Tek
noktaya odaklanmış zihinle o objenin tüm bilgisi elde edilir. Bu durum, tam bir
düşünce kontrolüne ve samadhiye yol açar.
Devamlı yapılan bu çalışmalarla bir yandan felsefenin
derinliklerine inilirken bir yandan da sağlıklı ve neşeli bir zihinsel yapı
kazanılır. Konsantrasyon duyguları serinletir ve sakinleştirirken, düşünceleri
de saflaştırır ve temizler. Bu nedenle hem spiritüel hem de dünyasal başarı
kendiliğinden gerçekleşir.” (s.70)
“Patanjali, insanın acı çekmesine sebep olan durumları
beş bölümde sınıflandırmış.
Avidya – Cehalet: Kişinin yaşamla ve kendisiyle ilgili
bilgisizliği.
Asmita – Ego: Bilgisizlik nedeniyle, kişinin kendisini
yanlış kimliklendirmesi.
Ragah – Sevilen şeylere bağlılık: Kişinin onu mutlu eden
şeylere bağlanması.
Dvesha – İstenmeyen şeylerden kaçınma: Kişi istemediği
şeylerden kaçtıkça, acı çeker.
Abhinivesah – Ölüm korkusu ve hayata tutunma.” (s.88)
“Yoga, “Eğer acı varsa, orada cehalet vardır bilgisini
kazandırır. Çünkü yogaya göre mutluluk, insanın doğasıdır. Buna engel olan
durumlar cehaletten kaynaklanır. Cehalet de bilgi edinmek ve çalışarak o
bilgileri hayata geçirmek yoluyla yok edilebilir.” (s.88)
“Mutluluk veren şeyler, o kişiyi kendisine bağlar. Kişi
bir şeyden zevk aldığı, mutlu olduğu zaman tekrar tekrar bunu yaşamak ister.
Her deneyimde daha önce aldığı tadı yeniden almak ister. Bu nedenle zamanla haz
nesnesinin dozu artar.
Örneğin uyuşturucu bağımlıları giderek daha fazla doz
alır. İş adamları işlerini büyütmek, diktatörler egemenlik alanlarını daha da
genişletmek isterler. Ayrıca zevk alınan, mutlu olunan şey ya da kişiden ayrı
kalmak düşüncesi bile insanları mutsuz eder. Kısacası bir bakarsınız dünyasal
zevkler acıya ve mutsuzluğa dönüşüvermiş.
Kişi mutluluğu dışarıda aradıkça kendi özünden uzaklaşır.
Bu “ragah”dır. Ragah, mutluluk verici şeylere bağlanmak, sonra bu yüzden acı
çekmektir. Bu sutra, mutluluk veren şeylerden uzak durmaya çalışmayı değil,
onlara bağımlı olmamak gerektiğini anlatmaktadır. Sorun mutluluğun kendisi
değil, mutluluk veren şeylere bağlanmaktır.” (s.92)
“Kleshalar nedeniyle ortaya çıkan karmalar, tekrar
dünyaya gelindiğinde nasıl bir formda gelineceğini, bu yaşamın süresini ve
yaşanacak deneyimleri belirler. Burada, yeniden doğuş ve karma felsefeleri
birleştiriliyor. Bir kişinin tekrar beden aldığında ille de insan formunda
olması gerekmez. Yaratılan karmalara göre farklı formlarda dünyaya gelmek
mümkündür.
Yaşam prensibi, beden aracılığıyla hayatı deneyimler. Bu
nedenle gerekli olan deneyime en uygun araç ne ise, onu tercih etmek doğaldır.
Tilki formu kurnazlığı, aslan formu gücü, köpek formu ise sadakati deneyimlemek
için daha elverişli bir beden alma fırsatı sunabilir.
Yaşam süresi ve bu yaşamdaki sınavları da yine karma
belirler. Karmadan kaçma ihtimali yoktur. Kişi mağarada, tek başına bile yaşasa
iyi karma da kötü karma da yine gelip onu bulur.
Şans ya da şanssızlık dediğimiz her şey karmanın ta
kendisidir. Spiritüel bilgi, bu yüzden çok önemlidir. Avidyanın yani cehaletin
tüm acıların kaynağı olduğu belirtilmişti. Yaşamın sunduğu deneyimler
karşısında bilgiyle, bilgelikle durmak gerekir. Hayatın devamlılığı bilgisi,
kişiyi bu yaşamda iyi tohumlar ekmek konusunda yönlendirir.” (s.99)
“Huzur ve mutluluk eğer dış dünyanın sunduklarından
kaynaklanıyorsa bunlara temkinle bakmak gerekir. Dünyada değişmeyen,
bozulmayan, ölmeyen hiçbir şey yoktur. Bu, doğanın kendi öz yapısı gereğidir.
Bu sutrada, yaşamın süreksizliği ve değişimi nedeniyle ortaya çıkan acı ve
mutsuzluk anlatılıyor. Ev, aile, servet, dostluklar ve arkadaşlıklar, meslek,
ünvan, sağlık, güzellik, gençlik, evlilik, çocuklarla olan ilişki... Her şey
mutlaka ya biçim değiştirir ya da bir şeyler yok olur. Geçmişte yaşanan güzel
anılar artık masal gibidir. Bu, insanda hüzün yaratır. Gelecek tamamen
belirsizdir. Bu da kişide güvensizlik ve kaygıya yol açar. Dış dünya üzerimizde
etkisini sürdürdüğü sürece bunlarda kurtulmak mümkün olabilir mi? Acıların ötesini,
hiç bozulmayanı, değişmeyeni ve sonsuz olanı bulabilir miyiz?
Yoga ne diyor? Yoga, bize yaşamın sunduğu zevk ve
mutluluğu yaşamayın demiyor. Aksine yaşayın, hem de en kaliteli şekilde yaşayın
ki iyi karma yaratın diyor. Ustalık, bağlanmamakta. Unutmamak gerekir ki,
bedenimiz de dahil her şey gelip geçici. Bu nedenle gelen acılara da zevklere
de bağlanmamak gerekir.” (s.102)
“Henüz yaşanmamış olan acıdan kaçılabilir. Yaşanmakta olan
karmalar için bir şey yapılamaz. Bunlar yaşanacaktır. Ok yaydan çıkmış ve
karma, kişiye ulaşmıştır. Fakat bu karmalar yaşanırken sakin, akışa uyumlu,
adil ve korkusuzca yaşanırsa, gelecek için bu karmayla gelen acılar yok
edilebilir. Bu satranç oyuncusu gibi usta hamlelerle hem şimdi hem gelecek
istendiği gibi yaratılabilir.” (s.103)
“Doğada tesadüf yoktur. Herkes, ihtiyacına uygun olan
hayatı yaşar. Tabiat, bir ana gibi evlatlarının olgunlaşması için onlara
deneyimler sunar. Sonra da çocuklarının kendisinden bağımsız, özgür bireyler
olmalarını ister. Zamanla herkes kendi hayatından dersler çıkarır ve bu dersler
aracılığıyla olgunlaşarak gelişir. Hayatı acısıyla tatlısıyla yeterince
deneyimleyen kişi, sonunda doyum noktasına gelir ve gerçeğin peşine düşer.”
(s.107)
“Yoga yoluna girmiş bir kişi yaşamını her şeyiyle yeniden
inşa eder. Olumsuz her ne varsa bunları hemen fark edip, onların yerine olumlularını
koyar. Olumsuzluklardan kurtulmanın yolu budur. Bir yogi kusur bulmaz,
ayıplamaz, şikayet etmez, reddetmez, ısrar etmez, küçük görmez. O her zaman
olumludur, kabulleniş içindedir, hem kendisi hem de başkaları için elinden
gelenin en iyisini yapar.” (s.122)
“Zarar verme eylemi ister hırs, ister öfke, ister
bilgisizlik nedeniyle olsun; kişi ister kendisi yapsın, ister başkasına
yaptırsın veya yapılmasına göz yumsun; bu yapılan kötülük ister küçük, ister
orta, ister büyük bir kötülük olsun; her durumda yapılan kötülük, kişiye acı ve
ıstırap olarak geri döner. Bundan kaçınmanın yolu, kötülüğü tersine çevirip
iyiliğe dönüştürmeyi alışkanlık haline getirmektir. Burada da önceki sutrada
olduğu gibi yine pratipaksha bahavanam, yani tam tersine çevirmek konusu ele
alınıyor. Yama ve niyama kurallarından kaçmanın imkanı yoktur. Yanlışa hiç
bulaşmamak gerekir. Aksi halde yaratılan olumsuz karma gelir kişiyi bulur. Mağaraya,
inzivaya bile çekilse yine karma gelir, kişiyi bulur. İyilik yapmak, iyi karma
yaratmak yoga yolunu açar, temizler. Bu nedenle yanlış, mutlaka doğru olanla
yer değiştirmelidir.” (s.123)
“Zarar vermemek ilkesine sıkıca bağlanan bir kişinin
huzurunda düşmanlıklar yok olur. Bu sutrada ahimsanın gücü anlatılıyor. Ahimsa,
yama-niyama kuralları içinde en önemlisidir. Birisine sözle, düşünceyle ya da
eylem yoluyla bir zarar verildiğinde yaratılan enerjinin etkisi aynen geri
döner. Bu, kimsenin değiştirmeye gücünün yetmediği bir yasadır.” (s.124)
“Kişi, ahimsa ilkesini sıkıca uyguladığı zaman onun
önünde en vahşi hayvanlar bile uysallaşır, yaratılan barış ve güven ortamında
bir kaplanla bir kuzu dostça birlikte olabilir diyor sutra. Çünkü ahimsa
kuralına uyulduğu zaman, sevgi ve şefkat kendiliğinden oluşur.” (s.125)
“Bir yogi evrenin kendisine sunduklarıyla yetinir. Çünkü
onlarla mutludur. Gözü dışarıda değildir. Dış dünyanın parıltısı, onun iştahını
etkilemez. O, kendisini sahip olduklarıyla ifade etmez, sade, hafif, güvenli ve
rahattır. İnsan böyle bir doygunluk düzeyine geldi mi, zaten doğadaki tüm
zenginlikler kendiliğinden ona akar.” (s.127)
“Kişi temizlenip saflaştıkça, bu temizliği korumak ister
ve başkalarıyla temas etmekten kaçınır hale gelir. Burada Patanjali, nyama
kurallarını anlatmaya başlar. Nyama kurallarıyla kişi zaman içinde hem fiziksel
olarak hem de zihinsel olarak değişir, temizlenir, arınır. Bu arınma ve
saflaşma kişide duyarlılığın artmasına yol açar. Kişi kazandığı bu arınmadan
memnundur. Çünkü hem zihni parlamış, yani algısı ve belleği güçlenmiş, hem de bedeni
daha çevik, hafif ve rahat hale gelmiştir. Fakat bu arada dünyanın ve başka
insanların kirinden, pasından da daha fazla etkilenir hale gelmiştir. Özdemir
Asaf şöyle söyler: Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza
verdiler.
Yogi, bu saflaşmayı korumak ister ve zaten buna mecburdur.
Bu nedenle de temas ettiği her şeyi dikkatli seçer ve zorunlu olarak kendi
köşesine çekilir. Yoga yolculuğunun kaderi, bir anlamda zaten yalnızlıktır. İnsanın,
kendisini araması ancak kendisiyle gerçekleşecek bir serüvendir çünkü.” (s.131)
“Öz disiplin yani tapas yoluyla bedende ve duyularda
bulunan toksinlerden kurtulunur. Bu da kişiye sağlamlık ve mistik güçler
kazandırır. Bedeni ve duyu organlarını temizlemek, saflaştırmak için tapas yani
öz disiplin uygulanır. Kişi zaaflarını, zayıflıklarını, düşkünlüklerini yok
etmek için disiplin uygulamak zorundadır. Disiplin olmadan kişinin temizlenmesi
ve saflaşması mümkün değildir. Bu yolda yapılan çalışmalara tapas denir.
Tapas, yakmak demektir. Altın elde etmek için maden,
ateşe konur. Özündeki altın cevherine böylelikle ulaşılır. Öz disiplin de
kişinin içindeki bedensel ve zihinsel her türlü toksini yakarak, saflaştırır ve
temizler. Temizlik olmadan, kişi saflaşmadan, yolunun açılması mümkün değildir.”
(s.134)
“Budizm ve Vedanta felsefesine göre hiçbir şey gerçek
değildir. Şeyleri, zihin var eder. Her şey hayal ya da rüyadır. Yoganın doğduğu
Samkhya felsefesine göre ise dünya ve görünen her şey gerçektir. Yoga, her
şeyin özünün her zaman var olduğunu açıklar.” (s.166)
“Dönüşüm, her türün kendi özelliğine bağlı olarak farklı
bir akış içinde gerçekleşir. Doğada her düzeyde dönüşüm kuralı geçerlidir. Somut,
soyut her türlü varoluşu kapsayan bu dönüşüm, türlerin yapılarına göre bir dizi
değişimle gerçekleşir. Değişim tohumdan çiçeğe kadar bir sırayla oluşur ve bir
gün çiçek de bozularak yeniden tohum olur ve toprağa karışır. Spiritüel olarak
gelişmiş yogiler, bu dönüşüm ve değişim nedeniyle hiçbir şeyin kalıcı olmadığını
ve bu yüzden tüm bağlılıkları terk etmek gerektiğini bilirler.” (s.167)
“Bazıları çok özel yetenekler ve güçlerle doğarlar. Bunun
örneklerine çok kişi tanık olmuştur. Bu, bir filmin devamı gibi kişinin önceki
yaşamlarındaki çaba ve çalışmalarının, şimdiki yaşamda devam etmesidir. Mozart’ın
daha dört yaşındayken müzikte gösterdiği deha ancak böyle açıklanabilir.”
(s.213)
“Dönüşümünü tamamlamış bir zihinle “bir olmanın”
gerçekliği idrak edildiği zaman, dış dünyadaki her şeyin özünün aynı olduğu
anlaşılır. Zihin düzeyinde yaşadıkça dünyayı çoklu görmek, kendisini ve dünyayı
farklı şeyler sanmak kaçınılmazdır. Yaratılan dünyanın, insanın kendi zihninin
eseri olduğu ve bunun da asıl gerçeği anlatmadığı fark edilmelidir. Dualite budur
ve onun aşılması, zihnin aşılması demektir. Aslında farklı görüntülerle ortaya
çıkan dış dünyanın gerçek özü, tek ve ayndıır.” (s.226)
“Kişinin zihni kendi dünyası ve bedeni kadardır. Bir örümceğin
kendi yaptığı ağın içinde yaşaması gibi, kişiler de kendi zihin ağları içinde
yaşarlar ve algıları da o kadardır. İnsan ne kadar kendi egosuna dönük yaşarsa,
dünyası da o kadar dar kalır. Ancak algı açıldıkça ego daralır ve dünya
genişler.” (s.230)
“Klesha sözcüğü, kişiye acı veren düşünce biçimlerinin
genel adıdır. Kitabın ikinci bölümünde acı yaratan, yani kleshaları ortaya
çıkaran durumlar tek tek incelenmişti. Bunlar; bağlılıklar, ego ve ölüm korkusu
nedeniyle varlığını sürdüren ve tamamen bilgisizlikten kaynaklanan durumlardı. Acıların
gelip geçici olduğu ve cehalet nedeniyle ortaya çıktıkları fark edildiğinde
ise, kleshaların gücünün kaybolacağı belirtilmişti.” (s.240)
“Zaman, sonsuzca değişimi ve mekan, sonsuzca ayrılığı
anlatır.” Sri Yukteswar (s.245)