14 Kas 2020

Patanjali - Yoga Sutraları


 “Yoga, birlik demektir. Peki neyle neyin birliğidir bu? Ben ile senin, ben ile çevrenin, ben ile doğanın birliğidir. Bu bir çözülme, “ben”liğin erimesi ve her şeyle bütün olma halidir. Kişi bir süre sonra bu birliğin, kendi özüyle evrensel özün birliği olduğunu hisseder.” (s.21)

“Yogada, Atman diye bir kavram vardır. Atman kavramıyla kişinin tanrısal özü, bireysel ruhu kastedilmektedir.” (s.21)

“Yoga, zihindeki tüm dalgaların geri çekilmesi halidir.” (s.22)

“Chitta, zihnin katmanlarını ifade eder; duygular, düşünceler, bilinç, bilinçaltı, ego, gündelik zihin gibi tüm katmanlar, bu sözcükle anlatılır. Sutra, varoluşun görünmeyen ama tüm yaşamı yöneten bu muhteşem alanını yani zihni aşmaktan söz eder. Bir şeyi aşabilmek için, onu çok iyi bilmek ve tanımak gerekir. Kişi avucunun içini bilir gibi zihnin ne olduğunu ve onun tüm işleyişini öğrenmelidir.” (s.22)

“Zihin eğitilmezse, dış dünyanın karmaşa ve kaosundan dolayı acı çeker. Ama eğer eğitilirse, kaynaklandığı ruhun ışığını ve ihtişamını yansıtarak sonsuz huzur ve mutluluğu yakalayabilir.” (s.23)

“Patanjali, yoga yolunda ilerlemek için gündelik zihnin ötesini işaret eder ve Osho da bu konuda şöyle söyler: Gören gözlerimizden başka gözler de vardır. Ve ben, o gözlerle gördüm seni. Duyan kulaklarımızdan başka kulaklar da vardır. Ve ben, o kulaklarla duydum seni. Sana dokundum, bedenle değil, kalple… Varoluş duyuların ötesindedir. Sınırsız, başlangıçsız ve sonsuzdur. Başlamanı istediğim yolculuk, budur.” (s.23)

“Duygu ve düşüncelerin karmaşası, dalgalara ve fırtınaya benzetilebilir. Sular dalgalıyken ve fırtına varken görülen sadece yüzeydir. Denizin suları durup dinginleştiğinde dibi görünür. Zihnin hiç bitmeyen çırpınışları durduğu zaman da, kişi kendi özünü görür hale gelir.” (s.24)

“Kişi kendisini zihindeki dalgalarla kimliklendirdiği zaman “ben üzgünüm”, “ben mutluyum”, “ben zenginim”, “ben çirkinim” gibi duygu ve düşünceler ortaya çıkar. Oysa bunlar gelip geçici durumlardır.

Bazen de insan kendisini yaşamda üstlendiği rollerle kimliklendirir: “ben sanatçıyım”, “ben yöneticiyim”gibi. Bu roller de aslında hep geçicidir. Böyle olunca kişi gerçek olanın arayışına gireceğine, görüntüler dünyasının gelip geçiciliğinde savrulur gider.

17. yy’da Decartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Derken düşünmeyi yüceltiyor ve insanın düşünme gücü ve yeteneği nedeniyle hayvana göre üstünlüğünü vurguluyordu. Oysa binlerce yıl önce Patanjali, insanın düşünmenin de ötesine geçebileceğini ve böylece kendi özüyle yani tanrısal kimliğiyle buluşabileceğini vurgulamıştır.” (s.24)

“İnsana bazen zevk bazen acı veren beş türlü zihinsel durum vardır. Zihnin bu beş durumu şunlardır: Doğru bilgi, yanlış bilgi, kuruntu, uyku hali ve bellek…

Yukarıdaki beş çeşit durum, zihnin dalgalanmalarının, değişimlerinin sınıflandırılmış biçimleridir. Zihnin varlığı sadece bu durumlarla kendisini gösterir. Chitta vrtti nirodhah haline ulaşmak için, zihnin bu durumlarını fark etmek önemlidir. Çünkü farkındalık zihnin yapısını anlamanın ilk adımıdır.” (s.26)

“Gerçek, kişiden kişiye göre ve hatta aynı kişide zaman içinde bile değişiklik gösterebilir. Böylesine değişken ve farklılıklar gösteren bilgiye evrensel açıdan “yanlış bilgi” denir.

Bir sicimi ışık oyunu yüzünden yılan zannetmek, çölde serap görmek, mevki yüzünden kendini üstün zannetmek bunun örneklerindendir. Eksik, yanlış bilgi ve yanlış anlaşılma yüzünden gerçekler bambaşka görünebilir ve insan yaşamını yönlendirebilir.” (s.28)

“Deneyimlenen şeyler silinmez, bellekte depolanır ve bunların ortaya çıkması zihni dalgalandırır.” (s.32)

“Arzuların geri çekilmesi, onlardan vazgeçerek bağımsız olabilmek için, düzenli çalışmak gerekir.” (s.32)

“Kişinin bitmek bilmeyen istekleri ve “olmazsa olmaz” sandığı bağlardan kurtulması bu konuda devamlı çalışması ile mümkün olabilir. Yogaya göre bir insanın ne kadar çok arzusu, ne kadar çok bağlılığı ve bağımlılığı varsa, zihni de o kadar karmaşık ve huzursuzdur. Bitmek bilmeyen istekler kişilerin bütün huzurunu kaçırır. Kişi, isteklerinin peşinden koşarken aklı karışır, dengesi bozulur. Kıskançlık, hırs, öfke, gurur gibi duygular hep istekler nedeniyle ortaya çıkan zayıflıklardır.

Dünyasal yaşamda arzuların bitmesi ihtimali yoktur. Onlar gerçekleştikçe de yenileri ortaya çıkar. Derler ki arzuların doyurulması tuzlu su içerek susuzluğun giderilmesine benzer.” (s.32)

“Arzuları dizginlemek, onlardan özgürleşmek yani vairagya, yogada ilerlemekle kendiliğinden gerçekleşir. Çünkü aslında vazgeçmek, vazgeçilen şeyin yerine daha değerli başka bir şeyi tercih etmek demektir.

Yoga, kişiyi yüksek ideallere bağlar. Kişi yoga yoluyla huzuru arttıkça, mutluluğu çoğaldıkça, bu huzur ve mutluluğun dışarıdaki dünya nimetleriyle pek de ilişkisi olmadığını anlamaya başlar. Tüm yoga türlerinde vazgeçmek ve dış dünyanın sunduğu gelip geçici hallerin biraz ötesinde durmak, en önemli adımlardan biridir.

Arzuların tutsaklığından ve bağlılıkların zincirinden kurtulabilmek devamlı bir farkındalık, sürekli bunlar üzerinde çalışma yani abhyasa ve öz disiplin gerektirir.

Kişi, şeylerin değişken ve geçici doğasının farkına vararak gerçeği ve değişenin ötesindeki sonsuzluğu aramalıdır. Spiritüel büyümenin başka yolu yoktur.” (s.33)

“Maya (illüzyon dünyası) çok güçlüdür. Fırtınanın gemiyi alt üst etmesi gibi, arzular ve tutkular da kişiyi allak bullak eder. Bu nedenle huzurlu olmak, zihnin dalgalanmasını durdurup sakinliğe ulaşmak için, kişinin düzenli ve devamlı çalışması şarttır.” (s.34)

“Kişi, yoga yolunca ne kadar uzun zaman çalışırsa o kadar çok deneyim kazanır. Yoga, sadece teorik bilgilerden ibaret bir felsefe sistemi değildir. Teori, mutlaka uygulamayı gerektirir. Herkes, kendi çalışmalarıyla öz deneyim elde eder. Her bir uygulama kişiye farklı bilgiler katabilir. Bu bakımdan kişinin kendi yaşı değil, yoga yaşı önemlidir.” (s.35)

“Yoga, kişiyi düzene sokan, dengeleyen, güçlendiren bir çalışmadır. Bu sayede hayatta gerekli olan başarı, güç, denge, enerji, neşe gibi şeyler kolaylıkla elde edilir.” (s.35)

“Yoga çalışmaları, kişinin zihninde bir memnuniyet ve doyumluluk duygusu yaratır. Doyumlu olmak her şeyi çözer. Doyumlu olmak, ihtiyacı olmamaktır. Her şeye zaten sahip olduğunu bilmektir.

Bağımlılıktan kurtulmak demek onunla ilişkiyi her düzeyde kesmek demektir. Bir örnek verelim: Sigarayı bırakmış iki kişi düşünelim. Bu kişilerden biri çevrede sigara içilirken fena halde rahatsızken, diğeri ortamda sigara içildiğini bile fark etmiyor olsun. Bu durumda birinci kişi sigarayı bırakmıştır ama bağımlılığı devam etmektedir. Tıpkı Cemal Süreya’nın söylediği gibi: “Eskiden sigara içmekti ilk işim. Şimdi içmemek.” Diğeri ise sigarayı hayatından ve zihninden silip atmıştır.” (s.37)

“Tüm yoga türlerinde, özellikle Karma yoga ve Bhakti yogada egonun törpülenmesi, inceltilmesi ve sonunda kişinin benlik duygusundan kurtulması anlatılır. Amaç “bir, tek olmak”tır. Yani artık yaşamındaki tüm olaylar ve durumlar karşısında yorumsuzca bir kabulleniş vardır: Sorgulama, irdeleme, yorumlama ihtiyacı geride kalmıştır.

Bu tür bir kabulleniş neye yol açar? Karmaları yok etmeye, yani karma yaratmamaya yol açar. Bir eylemin karma yaratması için ardında çıkar içeren bir niyet olması gerekir. Bu da egodan kaynaklanır. Ve bir eylemin sonucunun geri dönmesi için, geri döneceği bir benliğe ihtiyaç vardır. Eylemi de karmayı da yaratan benlik duygusudur. Ben duygusu yok olunca, benlik kaybolunca, karma da yok olur.” (s.51)

“Gün boyunca duygu ve düşüncelerin takip edilmesi bir anlamda meditasyon sayılır. Duygu ve düşünceler, davranışları oluşturur. Bu nedenle onları düzenlemek ve olumluya çevirmek çok önemlidir. Ancak bu, her zaman çok kolay olmayabilir. Toplumsal değer yargılarının ve kalıplaşmış düşünce formlarının bilincine varıp, onları aşmak çaba gerektirir.” (s.63)

“Duyusal deneyimlere derinlemesine konsantre olmak, kişiyi daha yüksek idrak bölgelerine götürür. Bu da zihnin güçlü ve sağlam olmasını sağlar.” (s.65)

“Upanişadlara göre, zihnin ve idrakin kaynağı kalptir. Saf zekanın yerleştiği yer de kalbin lotusudur. Işık olarak parlayan kalbin lotusuna meditasyon yapmak zihni sakinleştirir.” (s.66)

“Dalai Lama’yı ziyaret etmiş bir yogi, sürgünde yaşamakta olan büyük ustaya işgali, Budizm’e karşı olan düşmanlığı ve savaşı sorduğunda, Dalai Lama’nın gülümseyerek “Bu da geçer” dediğini anlatır. Bu kadar zor koşullardayken bile böylesine ferah, endişesiz, huzurla dolu bir kalbe ve zihne odaklanmak, onu anlamaya çalışmak kişinin de zihnini sakinleştirecektir.” (s.67)

“Meditasyon yoluyla zihin öyle sağlamlaşır ki, en küçüğünden en büyüğüne her konuya kolaylıkla odaklanabilir hale gelir. Tek noktaya odaklanmış zihinle o objenin tüm bilgisi elde edilir. Bu durum, tam bir düşünce kontrolüne ve samadhiye yol açar.

Devamlı yapılan bu çalışmalarla bir yandan felsefenin derinliklerine inilirken bir yandan da sağlıklı ve neşeli bir zihinsel yapı kazanılır. Konsantrasyon duyguları serinletir ve sakinleştirirken, düşünceleri de saflaştırır ve temizler. Bu nedenle hem spiritüel hem de dünyasal başarı kendiliğinden gerçekleşir.” (s.70)

“Patanjali, insanın acı çekmesine sebep olan durumları beş bölümde sınıflandırmış.

Avidya – Cehalet: Kişinin yaşamla ve kendisiyle ilgili bilgisizliği.

Asmita – Ego: Bilgisizlik nedeniyle, kişinin kendisini yanlış kimliklendirmesi.

Ragah – Sevilen şeylere bağlılık: Kişinin onu mutlu eden şeylere bağlanması.

Dvesha – İstenmeyen şeylerden kaçınma: Kişi istemediği şeylerden kaçtıkça, acı çeker.

Abhinivesah – Ölüm korkusu ve hayata tutunma.” (s.88)

“Yoga, “Eğer acı varsa, orada cehalet vardır bilgisini kazandırır. Çünkü yogaya göre mutluluk, insanın doğasıdır. Buna engel olan durumlar cehaletten kaynaklanır. Cehalet de bilgi edinmek ve çalışarak o bilgileri hayata geçirmek yoluyla yok edilebilir.” (s.88)

“Mutluluk veren şeyler, o kişiyi kendisine bağlar. Kişi bir şeyden zevk aldığı, mutlu olduğu zaman tekrar tekrar bunu yaşamak ister. Her deneyimde daha önce aldığı tadı yeniden almak ister. Bu nedenle zamanla haz nesnesinin dozu artar.

Örneğin uyuşturucu bağımlıları giderek daha fazla doz alır. İş adamları işlerini büyütmek, diktatörler egemenlik alanlarını daha da genişletmek isterler. Ayrıca zevk alınan, mutlu olunan şey ya da kişiden ayrı kalmak düşüncesi bile insanları mutsuz eder. Kısacası bir bakarsınız dünyasal zevkler acıya ve mutsuzluğa dönüşüvermiş.

Kişi mutluluğu dışarıda aradıkça kendi özünden uzaklaşır. Bu “ragah”dır. Ragah, mutluluk verici şeylere bağlanmak, sonra bu yüzden acı çekmektir. Bu sutra, mutluluk veren şeylerden uzak durmaya çalışmayı değil, onlara bağımlı olmamak gerektiğini anlatmaktadır. Sorun mutluluğun kendisi değil, mutluluk veren şeylere bağlanmaktır.” (s.92)

“Kleshalar nedeniyle ortaya çıkan karmalar, tekrar dünyaya gelindiğinde nasıl bir formda gelineceğini, bu yaşamın süresini ve yaşanacak deneyimleri belirler. Burada, yeniden doğuş ve karma felsefeleri birleştiriliyor. Bir kişinin tekrar beden aldığında ille de insan formunda olması gerekmez. Yaratılan karmalara göre farklı formlarda dünyaya gelmek mümkündür.

Yaşam prensibi, beden aracılığıyla hayatı deneyimler. Bu nedenle gerekli olan deneyime en uygun araç ne ise, onu tercih etmek doğaldır. Tilki formu kurnazlığı, aslan formu gücü, köpek formu ise sadakati deneyimlemek için daha elverişli bir beden alma fırsatı sunabilir.

Yaşam süresi ve bu yaşamdaki sınavları da yine karma belirler. Karmadan kaçma ihtimali yoktur. Kişi mağarada, tek başına bile yaşasa iyi karma da kötü karma da yine gelip onu bulur.

Şans ya da şanssızlık dediğimiz her şey karmanın ta kendisidir. Spiritüel bilgi, bu yüzden çok önemlidir. Avidyanın yani cehaletin tüm acıların kaynağı olduğu belirtilmişti. Yaşamın sunduğu deneyimler karşısında bilgiyle, bilgelikle durmak gerekir. Hayatın devamlılığı bilgisi, kişiyi bu yaşamda iyi tohumlar ekmek konusunda yönlendirir.” (s.99)

“Huzur ve mutluluk eğer dış dünyanın sunduklarından kaynaklanıyorsa bunlara temkinle bakmak gerekir. Dünyada değişmeyen, bozulmayan, ölmeyen hiçbir şey yoktur. Bu, doğanın kendi öz yapısı gereğidir. Bu sutrada, yaşamın süreksizliği ve değişimi nedeniyle ortaya çıkan acı ve mutsuzluk anlatılıyor. Ev, aile, servet, dostluklar ve arkadaşlıklar, meslek, ünvan, sağlık, güzellik, gençlik, evlilik, çocuklarla olan ilişki... Her şey mutlaka ya biçim değiştirir ya da bir şeyler yok olur. Geçmişte yaşanan güzel anılar artık masal gibidir. Bu, insanda hüzün yaratır. Gelecek tamamen belirsizdir. Bu da kişide güvensizlik ve kaygıya yol açar. Dış dünya üzerimizde etkisini sürdürdüğü sürece bunlarda kurtulmak mümkün olabilir mi? Acıların ötesini, hiç bozulmayanı, değişmeyeni ve sonsuz olanı bulabilir miyiz?

Yoga ne diyor? Yoga, bize yaşamın sunduğu zevk ve mutluluğu yaşamayın demiyor. Aksine yaşayın, hem de en kaliteli şekilde yaşayın ki iyi karma yaratın diyor. Ustalık, bağlanmamakta. Unutmamak gerekir ki, bedenimiz de dahil her şey gelip geçici. Bu nedenle gelen acılara da zevklere de bağlanmamak gerekir.” (s.102)

“Henüz yaşanmamış olan acıdan kaçılabilir. Yaşanmakta olan karmalar için bir şey yapılamaz. Bunlar yaşanacaktır. Ok yaydan çıkmış ve karma, kişiye ulaşmıştır. Fakat bu karmalar yaşanırken sakin, akışa uyumlu, adil ve korkusuzca yaşanırsa, gelecek için bu karmayla gelen acılar yok edilebilir. Bu satranç oyuncusu gibi usta hamlelerle hem şimdi hem gelecek istendiği gibi yaratılabilir.” (s.103)

“Doğada tesadüf yoktur. Herkes, ihtiyacına uygun olan hayatı yaşar. Tabiat, bir ana gibi evlatlarının olgunlaşması için onlara deneyimler sunar. Sonra da çocuklarının kendisinden bağımsız, özgür bireyler olmalarını ister. Zamanla herkes kendi hayatından dersler çıkarır ve bu dersler aracılığıyla olgunlaşarak gelişir. Hayatı acısıyla tatlısıyla yeterince deneyimleyen kişi, sonunda doyum noktasına gelir ve gerçeğin peşine düşer.” (s.107)

“Yoga yoluna girmiş bir kişi yaşamını her şeyiyle yeniden inşa eder. Olumsuz her ne varsa bunları hemen fark edip, onların yerine olumlularını koyar. Olumsuzluklardan kurtulmanın yolu budur. Bir yogi kusur bulmaz, ayıplamaz, şikayet etmez, reddetmez, ısrar etmez, küçük görmez. O her zaman olumludur, kabulleniş içindedir, hem kendisi hem de başkaları için elinden gelenin en iyisini yapar.” (s.122)

“Zarar verme eylemi ister hırs, ister öfke, ister bilgisizlik nedeniyle olsun; kişi ister kendisi yapsın, ister başkasına yaptırsın veya yapılmasına göz yumsun; bu yapılan kötülük ister küçük, ister orta, ister büyük bir kötülük olsun; her durumda yapılan kötülük, kişiye acı ve ıstırap olarak geri döner. Bundan kaçınmanın yolu, kötülüğü tersine çevirip iyiliğe dönüştürmeyi alışkanlık haline getirmektir. Burada da önceki sutrada olduğu gibi yine pratipaksha bahavanam, yani tam tersine çevirmek konusu ele alınıyor. Yama ve niyama kurallarından kaçmanın imkanı yoktur. Yanlışa hiç bulaşmamak gerekir. Aksi halde yaratılan olumsuz karma gelir kişiyi bulur. Mağaraya, inzivaya bile çekilse yine karma gelir, kişiyi bulur. İyilik yapmak, iyi karma yaratmak yoga yolunu açar, temizler. Bu nedenle yanlış, mutlaka doğru olanla yer değiştirmelidir.” (s.123)

“Zarar vermemek ilkesine sıkıca bağlanan bir kişinin huzurunda düşmanlıklar yok olur. Bu sutrada ahimsanın gücü anlatılıyor. Ahimsa, yama-niyama kuralları içinde en önemlisidir. Birisine sözle, düşünceyle ya da eylem yoluyla bir zarar verildiğinde yaratılan enerjinin etkisi aynen geri döner. Bu, kimsenin değiştirmeye gücünün yetmediği bir yasadır.” (s.124)

“Kişi, ahimsa ilkesini sıkıca uyguladığı zaman onun önünde en vahşi hayvanlar bile uysallaşır, yaratılan barış ve güven ortamında bir kaplanla bir kuzu dostça birlikte olabilir diyor sutra. Çünkü ahimsa kuralına uyulduğu zaman, sevgi ve şefkat kendiliğinden oluşur.” (s.125)

“Bir yogi evrenin kendisine sunduklarıyla yetinir. Çünkü onlarla mutludur. Gözü dışarıda değildir. Dış dünyanın parıltısı, onun iştahını etkilemez. O, kendisini sahip olduklarıyla ifade etmez, sade, hafif, güvenli ve rahattır. İnsan böyle bir doygunluk düzeyine geldi mi, zaten doğadaki tüm zenginlikler kendiliğinden ona akar.” (s.127)

“Kişi temizlenip saflaştıkça, bu temizliği korumak ister ve başkalarıyla temas etmekten kaçınır hale gelir. Burada Patanjali, nyama kurallarını anlatmaya başlar. Nyama kurallarıyla kişi zaman içinde hem fiziksel olarak hem de zihinsel olarak değişir, temizlenir, arınır. Bu arınma ve saflaşma kişide duyarlılığın artmasına yol açar. Kişi kazandığı bu arınmadan memnundur. Çünkü hem zihni parlamış, yani algısı ve belleği güçlenmiş, hem de bedeni daha çevik, hafif ve rahat hale gelmiştir. Fakat bu arada dünyanın ve başka insanların kirinden, pasından da daha fazla etkilenir hale gelmiştir. Özdemir Asaf şöyle söyler: Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.

Yogi, bu saflaşmayı korumak ister ve zaten buna mecburdur. Bu nedenle de temas ettiği her şeyi dikkatli seçer ve zorunlu olarak kendi köşesine çekilir. Yoga yolculuğunun kaderi, bir anlamda zaten yalnızlıktır. İnsanın, kendisini araması ancak kendisiyle gerçekleşecek bir serüvendir çünkü.” (s.131)

“Öz disiplin yani tapas yoluyla bedende ve duyularda bulunan toksinlerden kurtulunur. Bu da kişiye sağlamlık ve mistik güçler kazandırır. Bedeni ve duyu organlarını temizlemek, saflaştırmak için tapas yani öz disiplin uygulanır. Kişi zaaflarını, zayıflıklarını, düşkünlüklerini yok etmek için disiplin uygulamak zorundadır. Disiplin olmadan kişinin temizlenmesi ve saflaşması mümkün değildir. Bu yolda yapılan çalışmalara tapas denir.

Tapas, yakmak demektir. Altın elde etmek için maden, ateşe konur. Özündeki altın cevherine böylelikle ulaşılır. Öz disiplin de kişinin içindeki bedensel ve zihinsel her türlü toksini yakarak, saflaştırır ve temizler. Temizlik olmadan, kişi saflaşmadan, yolunun açılması mümkün değildir.” (s.134)

“Budizm ve Vedanta felsefesine göre hiçbir şey gerçek değildir. Şeyleri, zihin var eder. Her şey hayal ya da rüyadır. Yoganın doğduğu Samkhya felsefesine göre ise dünya ve görünen her şey gerçektir. Yoga, her şeyin özünün her zaman var olduğunu açıklar.” (s.166)

“Dönüşüm, her türün kendi özelliğine bağlı olarak farklı bir akış içinde gerçekleşir. Doğada her düzeyde dönüşüm kuralı geçerlidir. Somut, soyut her türlü varoluşu kapsayan bu dönüşüm, türlerin yapılarına göre bir dizi değişimle gerçekleşir. Değişim tohumdan çiçeğe kadar bir sırayla oluşur ve bir gün çiçek de bozularak yeniden tohum olur ve toprağa karışır. Spiritüel olarak gelişmiş yogiler, bu dönüşüm ve değişim nedeniyle hiçbir şeyin kalıcı olmadığını ve bu yüzden tüm bağlılıkları terk etmek gerektiğini bilirler.” (s.167)

“Bazıları çok özel yetenekler ve güçlerle doğarlar. Bunun örneklerine çok kişi tanık olmuştur. Bu, bir filmin devamı gibi kişinin önceki yaşamlarındaki çaba ve çalışmalarının, şimdiki yaşamda devam etmesidir. Mozart’ın daha dört yaşındayken müzikte gösterdiği deha ancak böyle açıklanabilir.” (s.213)

“Dönüşümünü tamamlamış bir zihinle “bir olmanın” gerçekliği idrak edildiği zaman, dış dünyadaki her şeyin özünün aynı olduğu anlaşılır. Zihin düzeyinde yaşadıkça dünyayı çoklu görmek, kendisini ve dünyayı farklı şeyler sanmak kaçınılmazdır. Yaratılan dünyanın, insanın kendi zihninin eseri olduğu ve bunun da asıl gerçeği anlatmadığı fark edilmelidir. Dualite budur ve onun aşılması, zihnin aşılması demektir. Aslında farklı görüntülerle ortaya çıkan dış dünyanın gerçek özü, tek ve ayndıır.” (s.226)

“Kişinin zihni kendi dünyası ve bedeni kadardır. Bir örümceğin kendi yaptığı ağın içinde yaşaması gibi, kişiler de kendi zihin ağları içinde yaşarlar ve algıları da o kadardır. İnsan ne kadar kendi egosuna dönük yaşarsa, dünyası da o kadar dar kalır. Ancak algı açıldıkça ego daralır ve dünya genişler.” (s.230)

“Klesha sözcüğü, kişiye acı veren düşünce biçimlerinin genel adıdır. Kitabın ikinci bölümünde acı yaratan, yani kleshaları ortaya çıkaran durumlar tek tek incelenmişti. Bunlar; bağlılıklar, ego ve ölüm korkusu nedeniyle varlığını sürdüren ve tamamen bilgisizlikten kaynaklanan durumlardı. Acıların gelip geçici olduğu ve cehalet nedeniyle ortaya çıktıkları fark edildiğinde ise, kleshaların gücünün kaybolacağı belirtilmişti.” (s.240)

“Zaman, sonsuzca değişimi ve mekan, sonsuzca ayrılığı anlatır.” Sri Yukteswar (s.245)