31 Tem 2020

Tiziano Terzani - Atlıkarıncada Bir Tur Daha

“İnsanın kendine, kendi dışında bir özün gözleriyle bakabilmesi her zaman işe yarar. Bu bir alıştırmadır ve öğrenilebilir.” (s.9)

“Eski dönemlerde Çin’de pek çok kişi ölümlülüğünü unutmamak için evinde bir tabut bulundururdu; bazıları da önemli kararlar almaları gerektiğinde bu tabutun içine yatarlar, böylece her şeyin nasıl da geçici olduğunu çok daha iyi bir bakış açısından görebilmeyi başarırlardı. İnsan, günlerinin ne kadar değerli olduğunu anlamak için neden bir an için hastalandığını, günlerinin sayılı olduğunu -ki zaten öyledir- düşünmek istemez?” (s.17)

“Hiçbir konuda kestirme yol yoktur; elbette sağlık, mutluluk ve bilgelik konusunda da durum kesinlikle aynıdır. Bunların hiçbiri anlık ve el altında değildir; herkes kendi yöntemleri ile aramalı, kendi yürüyüşünü yapmalıdır zira aynı yerler ve olaylar, her ziyaretçiye göre farklı anlamlar barındırır.” (s.25)

“Hiçbir şeyin körlemesine reddedilmemesi gerektiğine yürekten inanıyorum, çünkü öngörülmemiş ortamlarda ya da zamanlarda farklı çözüm yollarının bulunabileceğine inanıyorum. Mucizeler var mı? Elbette var ama bence herkes kendi mucizesinin yaratıcısı olmalı, özellikle inandığım şey, bizim, dünya ve kendimiz hakkındaki bilgilerimizin hâlâ inanılmaz derecede sınırlı olduğu ve görüngülerin, olayların arkasında bizden kaçan bir gerçekliğin bulunduğudur; çünkü bu gerçeklik, bizim duygularımızın, bilimimizin ve sözde mantığımızın kriterlerinden oluşmuş ağ tarafından yakalanamaz.” (s.26)

“Seksen yaşını aşmış bilge bir Hintlinin konuğu oldum. Ömrünce hayatın anlamı üzerine düşünmekten başka hiçbir şey yapmamış olan bu bilge adam, zamanının bütün büyük öğretmenleriyle tanıştıktan sonra orada yalnız başına yaşamaya başlamıştı, çünkü gerçek ve yüce öğretmenin herkesin kendi içinde bulunan olduğunu anlamıştı. Geceleri, sessizlik sanki gümbürdeyecekmiş gibi yoğunlaştığında yatağından kalkıyor, bir mum yakıyor ve önüne oturuyordu birkaç saat boyunca. Ne yapmak için mi? “Kendim olmayı aramak için” diye yanıtlamıştı beni. “Ezgiyi duyabilmek için.”” (s.27)

“Peki ya ezgi?, diye sordum bir gün. Kolay değildir,dedi. Hazırlanmak gerekir ve hazır olduğunda bazen işitebilirsin. Bu içimizdeki hayatın, bütün hayatları ayakta tutan hayatın, her şeyin kendine ait bir yeri olduğu hayatın, her şeyin bütünleşmiş olduğu hayatın ezgisidir; iyiliğin ve kötülüğün, sağlık e hastalığın, doğum ve ölümün yer almadığı o içsel hayatın ezgisi.” (s.28)

“Önemli olan hayatın ve ölümün aynı şeyin iki ayrı görünüşü olduğunu anlayabilmektir.” (s.29)

“Yine son derece Hintli bir inanışa göre kaderin bize biçmiş olduğu zaman; yıllar, günler ya da saatlerle değil -zaten bunların tümü bizim uydurmamızdır- sayılı olan nefesimizle sınırlıdır. Başka türlü söylersek; doğduğumuz andan itibaren günlerimiz değil, nefeslerimiz sayılıdır. Bir insan normal olarak günde 21 bin, ayda 630 bin ve yılda ortalama 7,5 milyon kez nefes alıp verdiğine göre, bu ritmi yavaşlatmak hayatı uzatmak anlamına gelir. Yeter ki insan bunun için çalışsın.” (s.55)

“Hayatta insanın karşısına her zaman iyi fırsat çıkar. Önemli olan onu tanıyabilmektir.” (s.63)

“Özgürlüğe kavuşmak için fırtınayı kullan.” (s.64)

“Başarı, başarısızlık, bir olayı, hayatın bir dönemini nitelemekte kullanılan son derece göreceli kriterlerdir ama hayatın kendisi geçici ve süreksiz bir şeydir. Bize şu anda katlanılmaz gibi gelen bir şey on yıl sonra son derece önemsiz görünecektir. Büyük olasılıkla onu unutmuş bile olacağız. Neden bugünün dehşetine, on yıl sonra sahip olacağımız gözlerle bakmayı denemiyoruz? Kendimi rahatlamış hissettim, aslında ben kendime bile aynı şeyi vaat edemiyordum. On yıl mı?” (s.94)

“Gördüğüm her şey bana yolunu şaşırmış gibi görünüyordu. Hiçbir şeye ve hiç kimseye saygı duyulmayan bu toplumda herkes kendini özgür sanıyor; her şeye hakkı olduğunu düşünüyordu ama sonunda ellerinde kalan yalnızlık ve hüzünden başka bir şey değildi.” (s.187)

“Ama aşk böyledir: İçgüdüsel, açıklanamaz ve çıkarsız. Aşık olanlar mantık aramazlar; hiçbir şeyden korkmazlar; her şeye razıdırlar. Aşıklar kendilerini özgürlük esrikliğine kaptırırlar; bütün dünyayı kucaklayabileceklerini ve bütün dünyanın onları kucaklamakta olduğunu zannederler. İlk karşılaşmada onu sevmeyebilirsiniz ama o sizi en kısa sürede müthiş bir coşkuya sürükler. Herkese, yaratılışın bir parçası olduğunu hissettirir. Ve onun büyüsü işte buradadır. Birkaç bin yıl önce Hint bilgeleri rişiler, “gören kişiler”, hayatın “bir” olduğunu sezdiler. Her hayat, ister benimki, ister şu ağacınki olsun, hayat denen o binlerce biçimlik bütünün parçasıdır.” (s.193)

“Bu dünyada her şey eğretiydi; tek kesinlik, her şeye egemen olan kesin olmama duygusuydu.” (s.196)

“Hintliler kurtuluşa ulaşmayı felsefe dini sayesinde başaracaklarını bilirler ve onlar için kurtuluşun anlamı bilgidir. Bu, dünyayı yönetmek, ona sahip olmak, değiştirmek veya ona egemen olmak için kullanılması gereken “yararlı” bir bilgi değildir. Tam tersine, kutsal kitapların da söylediği gibi bu “bir kez öğrenildi mi, artık geride öğrenecek bir şey bırakmayan o bilgidir.” İşte bu insanın kendi özüne ait olan bilgidir. Biz Batılılara artık bütün bunlar acayip ve belki de aşılmış gibi geliyor. Bizler için önemli olan ve saygı gösterilen tek bilgi “yararlı” olandır, uygulanabilendir, bir iş bulmaya ya da haz vermeye yarayandır. Bizler artık kendimize kim olduğumuzu sormuyoruz; kendimizi de başkalarını da sadece işlevsellik terimleriyle değerlendiriyoruz.” (s.203)

“Artık her şey bir yarış. Hayata hiç dikkat etmeden yaşıyoruz. Uyuyoruz ve gördüğümüz rüyayı anımsamaya bile özen göstermiyoruz. Sadece çalar saate bakıyoruz. Sadece geçen zamanla, onu geçirmekle, gerçekten isteneni ertelemekle ilgileniyoruz. Dikkatimiz “şimdi” değil “sonra” üzerine yoğunlaşmış durumda. Özellikle kentlerde hayat tek bir an durup düşünmeden, bu koşuyu dengelemeye yarayacak olan huzura tek bir an ayırmadan geçip gidiyor. Artık kimsenin hiçbir şeye zamanı yok. Hatta şaşırmaya, iğrenmeye, hüzünlenmeye, aşık olmaya, kendi kendiyle baş başa kalmaya bile zaman yok. Bu koşmanın bizi mutlu edip etmediğini kendimize sormak için durmak konusunda bile kendimize uyduracağımız pek çok bahanemiz var; eğer yoksa da bunları uydurmakta üstümüze yok.” (s.204)

“Yolculuk etmek; hayatın keyfi, benim için bir gençlik hevesiyle, sonradan bir meslek, bir var olma biçimi haline geldi. Daima aynı ama daima farklı; yola çıkmak üzere hazırlanmak, gitmek, hakkında yazmak. Peki bütün bunların anlamı nedir? Bütün içtenliğimle söylüyorum ki; bir kez bile durup bunu kendime sormamıştım. Böyle sürekli devinim halinde olmanın, daima dışımdaki bir şeylerin arayışı içinde bulunmamın nedeni çok basitti. Benim içimde hiçbir şey yoktu. Bomboştum. Ne var ki; bir sünger gibi, içine batırıldığı şeyi emmeye hazır sünger gibi boştum. Onu suya koyarsan ıslanır, sirkeye batırırsan ekşi olur. Hiç yolculuk etmemiş olsaydım, söyleyecek, anlatacak tek sözüm bile olmayacaktı; neye kafa yoracağımı hiç bilemeyecektim.” (s.247)

“Kimi zaman insan bir ayrıntıyı incelerken, bu ayrıntının anlamsız kaldığı bütüne vurulur. İşte bir sabah farkına bile varmadan, gözlerim, terasımın altında, özenle çiçekleri sulayan, Ganj kıyısında duran Tanrı heykelinin boynuna, turuncu çiçeklerden oluşan bir kolye takan kadına takıldı. Derken kara bir keçi geldi ve bu çiçeklerden birini kopardı. Tam birini daha ısıracaktı ki bütün çiçekleri bir lokmada yutan bir inek tarafından kovuldu; kadının tanrısına sunduğu çiçekler ve dualar boşa gitmişti. Kimse duruma isyan etmedi. Az sonra kadın, keçi ve inek her biri kendi yoluna giderek oradan uzaklaştılar; her biri o anda ve zamanın sonsuzluğunda, milyarlarca değişik gezegende, milyarlarca insan ve hayvanın, görünür ve görünmez varlığın varoluş çemberini çevirmekte oldukları o engin yanılsama komedisinde rolünü oynamış, bitirmişti.” (s.255)

“Biz Batılıların huzursuzluğunun bir bölümü, dünyada olup biten her şeyle ilgilenmek ve hatta onu değiştirmek arzusundan ortaya çıkıyor olmasın? Doğu düşüncesi, bizim dışımızdaki hiçbir şeyin değiştirilemez, tek umudun bizim kendi içimizde gerçekleştirebileceğimiz değişiklik olduğunu ileri sürerken gerçekten büyük bir bilgelik sergiliyor olmasın?” (s.255)

“İnsan, zamanın geçtiğini söyler; zamansa, insanın.” Hint Deyişi. (s.293)

“İnsanların daha çok satın alması, daha çok inşa etmesi, daha çok tüketmesi, ekonomi için en büyük müjdedir. Ama ekonomistlerin sadece tüketerek daha hızlı ilerlendiği konusundaki inançları delilikten başka bir şey değildir. Böylelikle dünya yok edilmektedir çünkü daha fazla tüketmek, yeryüzünün kaynaklarını daha fazla kullanmak demektir. Şu anda yeryüzünün üretmekte olduğunun yüzde 120’sini tüketmekteyiz. Yani sermayeden yemekteyiz. Torunlarımıza ne kalacak? Gandhi, yalın ama kesin ve ahlaki dünyasında bunu anlamış ve şöyle demişti: Yeryüzü herkesin gereksinmesini karşılayabilir ama herkesin oburluğunu değil.” (s.306)

“Bugün tek bir şeyden, yarın bir başka şeyden vazgeçersek, başarabiliriz. Aslında hiç de gereksinme duymadığımız sözde ihtiyaçlarımızı silip atmak yeter. Kurtuluşa böyle ulaşılır. Gerçek özgürlük budur; seçebilme özgürlüğü değil, olma özgürlüğü. Atina pazarında dolaşan Diyojen bu özgürlüğünün bilincindeydi. Çevresine bakınır ve homurdanarak kendi kendine: Bak, bak, ne de çok şeye gereksinmem yok, diye söylenirdi.” (s.306)

“Arkadaşlarımın öykülerindeki öfke ya da keder, hastalığın kendiyle değil, onların hayat tarzları, öteki insanlarla olan ilişkileriyle bağlantılıydı. İşte bir toplumun “gelişme” düzeyini değerlendirirken göz önüne alınacak kriter buydu. Kişi başına düşen net ya da brüt gelir düzeyi değil. İnsanın hayatında güvenebileceği, ileriye ve geriye birlikte bakabileceği, anın sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşabileceği bir kimsenin varlığının yarattığı zenginlik hangi metreyle ölçülebilirdi ki? Bu belki gençken tanıştığımız, birlikte büyüdüğümüz, birlikte yaşlanmanın güzel olacağını tahmin ettiğimiz bir kişi olabilir.” (s.335)

“Tam olma arzusu bütün zamanların ve bütün anakaraların insanlarının ortak arzusu olmuştur. Sorun evrenseldir. Çözümün kendi de evrenseldir.” Swami

“Vedanta’nın kadim vizyonu içerisinde, bireysellik ve materyalizm peşinde koşmaya başlayan insanın içinde doğan ruhsal boşluğa yanıt verecek son derece modern bir görüş vardı. Metafizik hedefler sunan ve genellikle bunları cennet hayatına erteleyen dinlerin tersine, Vedanta’nın tek bir ruhsal hedefi vardır: İnsanın kendi tamlığının farkında olması. Bu hayatta. Şimdi.” (s.440)

“Gerçek, çoğunluğun fikri değildir. Çoğunluk bir hükümet için oy verebilir ama Gerçek’in ne olduğuna karar veremez.” Swami (s.443)

“Karmayı ilk kez açıklarken şöyle demişti: Her davranış bir sonuç yaratır; bunların bazıları gözle görülebilir, bazıları görünmez. Bilinçli davranışlarımızın görünmeyen sonuçları, karmamızı oluşturur. Çıkar beklemeden bir insana yardım etmek, bir hayvanı kurtarmak, bir çiçeği sulamak gibi olumlu bir davranışın sonucu punya yani bir ödül yaratır; olumsuz davranışların sonucunda da borçlanılır. Jiva dharmada kalırsa punya toplar; dışındaysa borç yazar ve bunun hesabını bir sonraki hayatında verecektir.” (s.444)

“Şans ve şanssızlık karma değil de nedir? Hepimiz şu ya da bu biçimde hayatımızı belirleyen bir şeyin var olduğunu anlıyoruz. Ne var ki bazıları ilkel adam gibi bunu şansa ya da daha kötüsü, kötü ruhlu bir varlığa bağlıyor; öteki insanlar da başımıza gelenlerden kendimizin, yalnızca kendimizin sorumlu olduğunu biliyorlar, çünkü şans ve şanssızlık bizim bu ya da önceki yaşantımızdaki davranışlarımızın meyveleridir. İşte karma budur.” (s.444)

“Dışta olan her şeyi dışarıda bırakın: insanları, nesneleri. Koşullar oldukları gibidirler. Sizi kaygılandıranlar Ben’in dışındadır ve Ben hiçbir şey arzu etmemeli ve hiçbir şeyi yargılamamalıdır. Ben, taraf tutmayan bir derin düşünür olmalıdır ve herkese kendi kaderinin özgürlüğünü bırakmalıdır. Swami sabah meditasyonunda bunları söylüyordu. Duyularınızdan uzaklaşın; ayaklarını ve başını kabuğunun içine çeken kaplumbağa gibi olun. Bedeninize dışarıdan bakın, kendinizi nefes alıp veren bir heykel gibi görün. Dinlemede kalın, olup biteni fark edin ve bunun bilincine varın.” (s.448)

“Temelde, meditasyon yapmak insanın kendi kendinin bilincine varmasıdır. Kolay değildir; çünkü zihin doğası gereği huzursuzdur; kimi zaman çalkantılıdır, kayıp gider, onun düşünmemesini sağlamaya çalışmak “Rüzgarı ellerle yakalayıp istediğimiz yere taşımaya benzer” der Upanişad’lar. Yine de odaklanmak, zihni kendine döndürmek; bana bir istek, kişilik gücü, her türlü çabayı göstermeye değecek bir şey gibi görünüyordu, çünkü insanın kendi zihnini denetim altına alması sonuçta kendi hayatını denetim altına alması demek oluyordu. Zihin, insanın bütün sorunlarının kaynağını oluşturur ama aynı zamanda çözümler de orada yatar. Zihin, her gün çiğneyip geçtiğimiz ve değerini bilemediğimiz bir hazine sandığıdır. Söz konusu olan, onu ele geçirmek, yaptığımız her şeyi dalgınlıkla değil farkındalıkla yapma alıştırmalarıyla egemenliğimiz altına almaktır.” (s.449)

“Tanrım, o bütün bu iyi dilekleri gerçekten hakediyordu! Başıma kakmadan, hiçbir biçimde yük olmadan, suçluluk duymama yol açmadan orada kalmama izin veriyordu. O, kesinlikle en iyi ilaçlarımdan biriydi. Üstelik bu hastalığa yakalandığımdan beri de değil. Bizimki başından beri bir hayat ortaklığı, dünyaya nasıl bakmak ve nereye gitmek konusunda sezgisel biçimde uyum sağlama evliliğiydi. Ve şimdi birlikte yaşlanmaktan daha güzel ne olabilirdi ki?” (s.458)

“Güç, gücü taşıyan şeyde değil, onun öyle olduğuna inanan zihindedir.” (s.462)

“Kopuş hoşuma gidiyordu ama umursamazlık asla. Bir nehrin tadını çıkarmanın en iyi yolunun akıntının dışında kalmak olduğuna inanıyordum ama bunu yapabilmek için kıyıda oturmalı, suya bakabilmeli, onun aktığını hissedebilmeliydim.” (s.503)

“Kendinizi tanıyabileceğiniz bir hayat sürün.” Swami (s.528)

“Tedavi olmak altı saatte bir hap yutmak değildir, dedi. Tedavinin anlamı, zihni arındırmak, onu iyileşme sürecini desteklemek için kullanmaktır; bu çabada, kutsal bir ırmakta yıkanmak, hacca gitmek, bazı ayinlere katılmak, bazı mantraları söylemek gibi eylemler söz konusu olabilir. Şifalanmak, doğru bir hayat tarzına yönelmektir. Rişiler için bu son derece açıktı. En önemli olan şeyin -Batı tıbbının yaptığı gibi- ortaya çıkan hastalıkları tedavi etmek değil, bedenin uyum, zihnin huzur içinde olduğu bir hayat sürdürerek hastalıkları önlemek olduğunu bilmişlerdi.” (s.536)

“Sağlık Batı tıbbının yaptığı değişik tahlillerin sonuçlarının normal çıkmasıyla anlaşılmaz. Kan, kolestrol, normal denir. Bir insanda bütün bunlar normal olabilir ama yine de kendini iyi hissetmeyebilir. Zihin oynakken, dengede değilken, bu özellikle doğrudur. Swasta’nın anlamı, uyum, Öz’ün gerçekleşmesindeki dengedir. Bizim için gerçek sağlığın anlamı budur.” (s.538)

“İnsanın ıstırabının sadece fiziksel olmadığını, en büyük mutsuzluk kaynağının ruhsal cehalet, kendini bütünden kopuk hissetme olduğunu bildiler. Siz de bilirsiniz; sadece Öz bilgisi, bütün sorunlarımızın çözümüdür.” (s.538)

“Rişiler, sağlığı korumak için doğru bir hayat sürmek gerekir derken, haklıydılar. Oysa bizler hayatımızı de değiştirmeye her an hazırız ve sıklıkla doğru olmayan hedeflere yöneliriz. Değişmek, yapılabilecek en zor şeylerden biri. Değişim bizi korkutur ve hiç kimse yaşama tarzını gerçekten düzeltmek istemez. Bu nedenle nesnel terapiye daha çok yatkınızdır; bu nedenle astımı aerosol ile, alerjiyi antihistaminiklerle, baş ağrısını aspirinle iyileştirmeye çalışırız. Bu, hastalığa yol açan nedenleri araştırmak ve düşünmekten çok daha kolay bir yoldur. Bize uygun olmayan bir evde oturmak, ahmak insanlarla arkadaşlık etmek, yanlış şeyler yemek, anlamı olmayan bir iş yapmak, bu hastalıkların nedeni olarak belirlense bile, bunları değiştirmeye hazır mıyız? Değişim nasıl yapılır? İşte bizim rahatsızlığımıza ortam hazırlayan da bu yetersizliğimizdir.” (s.554)

“Gerçek bilgi kitaplardan gelmez; kutsal kitaplardan da elde edilmez; tek yol deneyimdir. Gerçeği anlayabilmenin en iyi yolu, duygulardan, sezgilerden geçer; akıldan değil. Akıl sınırlıdır.” (s.629)

“Yolculuk etmek işe yaramaz. İnsanın içinde hiçbir şey yoksa, dışarıda asla bir şey bulamayacaktır. İnsanın kendi içinde bulamadığı şeyi gidip dünyanın dört bir yanında araması boşunadır.” (s.629)

“Hayat bir gizemdir ve öyle kalması iyi olur.” (s.632)

“Sığınağıma yerleştim.” (s.636)

“BEN, pek çok şeye gereksinmesi olduğunu sanıyor ama ben, bunun bir tuzak olduğunu biliyorum.” (s.637)

“-Bu kitaplıkta kaç kitap var?

  -On binlerce.

  -Peki, hepsini  okumak ne kadar sürer?

  -Ah… Birkaç hayat boyu.

  -O halde, ben bunları istemiyorum. Bunun bir başka yolu olmalı.

İhtiyara göre, bunun başka yolu, deneyimdi. İnsanın kendi üzerinde kazanacağı deneyim. Gerçek anlama akılla değil, yürekle gerçekleşebilirdi. İnsan yalnızca denediğini; içinde hissedebildiğini anlayabilir.” (s.638)

“İnsan rutinden kopar kopmaz gündelik yaşantıda -içsel olarak da- ne kadar az özgürlüğe sahip olduğunu; yaptığı ve düşündüğü pek çok şeyin ne kadar alışkanlık ürünü olduğunun farkına varıyor.” (s.642)

“Dikkatimi dağıtan unsurlar, dışsal uyarılar olmayınca zihnim kendi yolunu izlemekte, sınırlarından çıkmakta özgür kalıyordu. Sessiz bir zihin, düşünceleri olmayan zihin anlamına geliyordu. Düşüncelerin bu dinginlikte oluşması ve daha iyi gözlenebilecekleri anlamına geliyordu. Daha iyi düşünülebilirlerdi.” (s.646)

“Ah Gandhi! Vurulmadan az önce ona birisi, hayatının mesajının ne olduğunu sormuş. O da şu yanıtı vermiş: Hayatım, mesajımdır.” (s.700)

“Mutsuzluğumuzun kaynağı, sürekli olarak hoşumuza gidenler ve gitmeyenler arasında bir ayrım yapmamızdır: Ancak her şeyin “Bir” olduğunu kabullenirsek, hiçbir şeyi reddetmeden, zihnimizi dinginleştirmeyi ve endişelenmekten kurtulmayı başarırız.” (s.702)

“Bu yolculuk öyküsünün amacı, bazı hastalıklara deva olmadığını kanıtlamak ve onu aramak için gösterdiğim bunca çabanın boşa gittiğini göstermek değildir. Tam tersine, hastalığın kendisi dahil her şey, son derece yararlı oldu. Bu bahaneyle önceliklerimi keşfetmeye, düşünmeye, bakış açımı ve daha da önemlisi hayat tarzımı değiştirmeye yöneldim. Başkalarına da öğütleyebileceğim budur: İyileşmek için hayatını değiştirmek, değişmek için hayatını değiştirmek. Bundan sonrasında herkes kendi yolundan yürümelidir. Gösterebileceğim kestirme yollar yoktur. Kutsal kitaplar, öğretmenler, gurular, dinler işe yararlar ama onların bizleri yükseltişini, bizi merdivenleri tırmanmaktan kurtaran asansörlere benzetebiliriz. Yürüyüşün son bölümü, dünyayı seyredebileceğimiz ya da bir bulut olmak için yere uzanacağımız çatıya ulaşmak için, çıkacağımız son birkaç basamak, adım adım ve tek başına aşılmalıdır. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. İyiyim, gücüm yerinde ama bununla ne övünüyorum ne de seviniyorum. Şimdi bir sonuç beklemeden, karşılık ummadan, arzular oluşturmadan, bana doğru görünenleri yapıyorum. Tek isteğim, kendim için zamana gereksinme duymayacağım ve bana kalanı başkalarına harcayabileceğim o noktaya varabilmek. Şimdi burada, evrenin olağanüstülüğünü, hiç ama hiçbir şeyin rastlantıyla gerçekleşmediğini ve hayatın sonsuz bir sürpriz olduğunu duyumsayarak yaşıyorum. Ve ben her yeni gün bana atlıkarıncada bir tur daha atma fırsatı tanıdığı için kendimi özellikle şanslı sayıyorum.” (s.703)