“İnsanın kendine, kendi dışında bir özün gözleriyle
bakabilmesi her zaman işe yarar. Bu bir alıştırmadır ve öğrenilebilir.” (s.9)
“Eski dönemlerde Çin’de pek çok kişi ölümlülüğünü
unutmamak için evinde bir tabut bulundururdu; bazıları da önemli kararlar almaları
gerektiğinde bu tabutun içine yatarlar, böylece her şeyin nasıl da geçici
olduğunu çok daha iyi bir bakış açısından görebilmeyi başarırlardı. İnsan,
günlerinin ne kadar değerli olduğunu anlamak için neden bir an için
hastalandığını, günlerinin sayılı olduğunu -ki zaten öyledir- düşünmek istemez?”
(s.17)
“Hiçbir konuda kestirme yol yoktur; elbette sağlık,
mutluluk ve bilgelik konusunda da durum kesinlikle aynıdır. Bunların hiçbiri
anlık ve el altında değildir; herkes kendi yöntemleri ile aramalı, kendi
yürüyüşünü yapmalıdır zira aynı yerler ve olaylar, her ziyaretçiye göre farklı
anlamlar barındırır.” (s.25)
“Hiçbir şeyin körlemesine reddedilmemesi gerektiğine yürekten
inanıyorum, çünkü öngörülmemiş ortamlarda ya da zamanlarda farklı çözüm
yollarının bulunabileceğine inanıyorum. Mucizeler var mı? Elbette var ama bence
herkes kendi mucizesinin yaratıcısı olmalı, özellikle inandığım şey, bizim,
dünya ve kendimiz hakkındaki bilgilerimizin hâlâ inanılmaz derecede sınırlı
olduğu ve görüngülerin, olayların arkasında bizden kaçan bir gerçekliğin
bulunduğudur; çünkü bu gerçeklik, bizim duygularımızın, bilimimizin ve sözde
mantığımızın kriterlerinden oluşmuş ağ tarafından yakalanamaz.” (s.26)
“Seksen yaşını aşmış bilge bir Hintlinin konuğu oldum. Ömrünce
hayatın anlamı üzerine düşünmekten başka hiçbir şey yapmamış olan bu bilge
adam, zamanının bütün büyük öğretmenleriyle tanıştıktan sonra orada yalnız
başına yaşamaya başlamıştı, çünkü gerçek ve yüce öğretmenin herkesin kendi
içinde bulunan olduğunu anlamıştı. Geceleri, sessizlik sanki gümbürdeyecekmiş
gibi yoğunlaştığında yatağından kalkıyor, bir mum yakıyor ve önüne oturuyordu
birkaç saat boyunca. Ne yapmak için mi? “Kendim olmayı aramak için” diye
yanıtlamıştı beni. “Ezgiyi duyabilmek için.”” (s.27)
“Peki ya ezgi?, diye sordum bir gün. Kolay değildir,dedi.
Hazırlanmak gerekir ve hazır olduğunda bazen işitebilirsin. Bu içimizdeki
hayatın, bütün hayatları ayakta tutan hayatın, her şeyin kendine ait bir yeri
olduğu hayatın, her şeyin bütünleşmiş olduğu hayatın ezgisidir; iyiliğin ve
kötülüğün, sağlık e hastalığın, doğum ve ölümün yer almadığı o içsel hayatın
ezgisi.” (s.28)
“Önemli olan hayatın ve ölümün aynı şeyin iki ayrı
görünüşü olduğunu anlayabilmektir.” (s.29)
“Yine son derece Hintli bir inanışa göre kaderin bize
biçmiş olduğu zaman; yıllar, günler ya da saatlerle değil -zaten bunların tümü
bizim uydurmamızdır- sayılı olan nefesimizle sınırlıdır. Başka türlü söylersek;
doğduğumuz andan itibaren günlerimiz değil, nefeslerimiz sayılıdır. Bir insan
normal olarak günde 21 bin, ayda 630 bin ve yılda ortalama 7,5 milyon kez nefes
alıp verdiğine göre, bu ritmi yavaşlatmak hayatı uzatmak anlamına gelir. Yeter ki
insan bunun için çalışsın.” (s.55)
“Hayatta insanın karşısına her zaman iyi fırsat çıkar. Önemli
olan onu tanıyabilmektir.” (s.63)
“Özgürlüğe kavuşmak için fırtınayı kullan.” (s.64)
“Başarı, başarısızlık, bir olayı, hayatın bir dönemini
nitelemekte kullanılan son derece göreceli kriterlerdir ama hayatın kendisi
geçici ve süreksiz bir şeydir. Bize şu anda katlanılmaz gibi gelen bir şey on
yıl sonra son derece önemsiz görünecektir. Büyük olasılıkla onu unutmuş bile
olacağız. Neden bugünün dehşetine, on yıl sonra sahip olacağımız gözlerle
bakmayı denemiyoruz? Kendimi rahatlamış hissettim, aslında ben kendime bile
aynı şeyi vaat edemiyordum. On yıl mı?” (s.94)
“Gördüğüm her şey bana yolunu şaşırmış gibi görünüyordu. Hiçbir
şeye ve hiç kimseye saygı duyulmayan bu toplumda herkes kendini özgür sanıyor;
her şeye hakkı olduğunu düşünüyordu ama sonunda ellerinde kalan yalnızlık ve hüzünden
başka bir şey değildi.” (s.187)
“Ama aşk böyledir: İçgüdüsel, açıklanamaz ve çıkarsız. Aşık
olanlar mantık aramazlar; hiçbir şeyden korkmazlar; her şeye razıdırlar. Aşıklar
kendilerini özgürlük esrikliğine kaptırırlar; bütün dünyayı kucaklayabileceklerini
ve bütün dünyanın onları kucaklamakta olduğunu zannederler. İlk karşılaşmada
onu sevmeyebilirsiniz ama o sizi en kısa sürede müthiş bir coşkuya sürükler. Herkese,
yaratılışın bir parçası olduğunu hissettirir. Ve onun büyüsü işte buradadır. Birkaç
bin yıl önce Hint bilgeleri rişiler, “gören kişiler”, hayatın “bir” olduğunu
sezdiler. Her hayat, ister benimki, ister şu ağacınki olsun, hayat denen o
binlerce biçimlik bütünün parçasıdır.” (s.193)
“Bu dünyada her şey eğretiydi; tek kesinlik, her şeye
egemen olan kesin olmama duygusuydu.” (s.196)
“Hintliler kurtuluşa ulaşmayı felsefe dini sayesinde
başaracaklarını bilirler ve onlar için kurtuluşun anlamı bilgidir. Bu, dünyayı
yönetmek, ona sahip olmak, değiştirmek veya ona egemen olmak için kullanılması
gereken “yararlı” bir bilgi değildir. Tam tersine, kutsal kitapların da
söylediği gibi bu “bir kez öğrenildi mi, artık geride öğrenecek bir şey
bırakmayan o bilgidir.” İşte bu insanın kendi özüne ait olan bilgidir. Biz Batılılara
artık bütün bunlar acayip ve belki de aşılmış gibi geliyor. Bizler için önemli
olan ve saygı gösterilen tek bilgi “yararlı” olandır, uygulanabilendir, bir iş
bulmaya ya da haz vermeye yarayandır. Bizler artık kendimize kim olduğumuzu
sormuyoruz; kendimizi de başkalarını da sadece işlevsellik terimleriyle
değerlendiriyoruz.” (s.203)
“Artık her şey bir yarış. Hayata hiç dikkat etmeden
yaşıyoruz. Uyuyoruz ve gördüğümüz rüyayı anımsamaya bile özen göstermiyoruz. Sadece
çalar saate bakıyoruz. Sadece geçen zamanla, onu geçirmekle, gerçekten isteneni
ertelemekle ilgileniyoruz. Dikkatimiz “şimdi” değil “sonra” üzerine yoğunlaşmış
durumda. Özellikle kentlerde hayat tek bir an durup düşünmeden, bu koşuyu
dengelemeye yarayacak olan huzura tek bir an ayırmadan geçip gidiyor. Artık kimsenin
hiçbir şeye zamanı yok. Hatta şaşırmaya, iğrenmeye, hüzünlenmeye, aşık olmaya,
kendi kendiyle baş başa kalmaya bile zaman yok. Bu koşmanın bizi mutlu edip
etmediğini kendimize sormak için durmak konusunda bile kendimize uyduracağımız
pek çok bahanemiz var; eğer yoksa da bunları uydurmakta üstümüze yok.” (s.204)
“Yolculuk etmek; hayatın keyfi, benim için bir gençlik
hevesiyle, sonradan bir meslek, bir var olma biçimi haline geldi. Daima aynı
ama daima farklı; yola çıkmak üzere hazırlanmak, gitmek, hakkında yazmak. Peki bütün
bunların anlamı nedir? Bütün içtenliğimle söylüyorum ki; bir kez bile durup
bunu kendime sormamıştım. Böyle sürekli devinim halinde olmanın, daima
dışımdaki bir şeylerin arayışı içinde bulunmamın nedeni çok basitti. Benim içimde
hiçbir şey yoktu. Bomboştum. Ne var ki; bir sünger gibi, içine batırıldığı şeyi
emmeye hazır sünger gibi boştum. Onu suya koyarsan ıslanır, sirkeye batırırsan
ekşi olur. Hiç yolculuk etmemiş olsaydım, söyleyecek, anlatacak tek sözüm bile olmayacaktı;
neye kafa yoracağımı hiç bilemeyecektim.” (s.247)
“Kimi zaman insan bir ayrıntıyı incelerken, bu ayrıntının
anlamsız kaldığı bütüne vurulur. İşte bir sabah farkına bile varmadan,
gözlerim, terasımın altında, özenle çiçekleri sulayan, Ganj kıyısında duran
Tanrı heykelinin boynuna, turuncu çiçeklerden oluşan bir kolye takan kadına
takıldı. Derken kara bir keçi geldi ve bu çiçeklerden birini kopardı. Tam birini
daha ısıracaktı ki bütün çiçekleri bir lokmada yutan bir inek tarafından kovuldu;
kadının tanrısına sunduğu çiçekler ve dualar boşa gitmişti. Kimse duruma isyan
etmedi. Az sonra kadın, keçi ve inek her biri kendi yoluna giderek oradan uzaklaştılar;
her biri o anda ve zamanın sonsuzluğunda, milyarlarca değişik gezegende,
milyarlarca insan ve hayvanın, görünür ve görünmez varlığın varoluş çemberini
çevirmekte oldukları o engin yanılsama komedisinde rolünü oynamış, bitirmişti.”
(s.255)
“Biz Batılıların huzursuzluğunun bir bölümü, dünyada olup
biten her şeyle ilgilenmek ve hatta onu değiştirmek arzusundan ortaya çıkıyor
olmasın? Doğu düşüncesi, bizim dışımızdaki hiçbir şeyin değiştirilemez, tek
umudun bizim kendi içimizde gerçekleştirebileceğimiz değişiklik olduğunu ileri
sürerken gerçekten büyük bir bilgelik sergiliyor olmasın?” (s.255)
“İnsan, zamanın geçtiğini söyler; zamansa, insanın.” Hint
Deyişi. (s.293)
“İnsanların daha çok satın alması, daha çok inşa etmesi,
daha çok tüketmesi, ekonomi için en büyük müjdedir. Ama ekonomistlerin sadece
tüketerek daha hızlı ilerlendiği konusundaki inançları delilikten başka bir şey
değildir. Böylelikle dünya yok edilmektedir çünkü daha fazla tüketmek,
yeryüzünün kaynaklarını daha fazla kullanmak demektir. Şu anda yeryüzünün
üretmekte olduğunun yüzde 120’sini tüketmekteyiz. Yani sermayeden yemekteyiz. Torunlarımıza
ne kalacak? Gandhi, yalın ama kesin ve ahlaki dünyasında bunu anlamış ve şöyle
demişti: Yeryüzü herkesin gereksinmesini karşılayabilir ama herkesin oburluğunu
değil.” (s.306)
“Bugün tek bir şeyden, yarın bir başka şeyden
vazgeçersek, başarabiliriz. Aslında hiç de gereksinme duymadığımız sözde
ihtiyaçlarımızı silip atmak yeter. Kurtuluşa böyle ulaşılır. Gerçek özgürlük
budur; seçebilme özgürlüğü değil, olma özgürlüğü. Atina pazarında dolaşan
Diyojen bu özgürlüğünün bilincindeydi. Çevresine bakınır ve homurdanarak kendi
kendine: Bak, bak, ne de çok şeye gereksinmem yok, diye söylenirdi.” (s.306)
“Arkadaşlarımın öykülerindeki öfke ya da keder,
hastalığın kendiyle değil, onların hayat tarzları, öteki insanlarla olan ilişkileriyle
bağlantılıydı. İşte bir toplumun “gelişme” düzeyini değerlendirirken göz önüne
alınacak kriter buydu. Kişi başına düşen net ya da brüt gelir düzeyi değil. İnsanın
hayatında güvenebileceği, ileriye ve geriye birlikte bakabileceği, anın
sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşabileceği bir kimsenin varlığının yarattığı
zenginlik hangi metreyle ölçülebilirdi ki? Bu belki gençken tanıştığımız,
birlikte büyüdüğümüz, birlikte yaşlanmanın güzel olacağını tahmin ettiğimiz bir
kişi olabilir.” (s.335)
“Tam olma arzusu bütün zamanların ve bütün anakaraların insanlarının
ortak arzusu olmuştur. Sorun evrenseldir. Çözümün kendi de evrenseldir.” Swami
“Vedanta’nın kadim vizyonu içerisinde, bireysellik ve
materyalizm peşinde koşmaya başlayan insanın içinde doğan ruhsal boşluğa yanıt
verecek son derece modern bir görüş vardı. Metafizik hedefler sunan ve
genellikle bunları cennet hayatına erteleyen dinlerin tersine, Vedanta’nın tek
bir ruhsal hedefi vardır: İnsanın kendi tamlığının farkında olması. Bu hayatta.
Şimdi.” (s.440)
“Gerçek, çoğunluğun fikri değildir. Çoğunluk bir hükümet
için oy verebilir ama Gerçek’in ne olduğuna karar veremez.” Swami (s.443)
“Karmayı ilk kez açıklarken şöyle demişti: Her davranış
bir sonuç yaratır; bunların bazıları gözle görülebilir, bazıları görünmez. Bilinçli
davranışlarımızın görünmeyen sonuçları, karmamızı oluşturur. Çıkar beklemeden
bir insana yardım etmek, bir hayvanı kurtarmak, bir çiçeği sulamak gibi olumlu
bir davranışın sonucu punya yani bir ödül yaratır; olumsuz davranışların
sonucunda da borçlanılır. Jiva dharmada kalırsa punya toplar; dışındaysa borç
yazar ve bunun hesabını bir sonraki hayatında verecektir.” (s.444)
“Şans ve şanssızlık karma değil de nedir? Hepimiz şu ya
da bu biçimde hayatımızı belirleyen bir şeyin var olduğunu anlıyoruz. Ne var ki
bazıları ilkel adam gibi bunu şansa ya da daha kötüsü, kötü ruhlu bir varlığa
bağlıyor; öteki insanlar da başımıza gelenlerden kendimizin, yalnızca
kendimizin sorumlu olduğunu biliyorlar, çünkü şans ve şanssızlık bizim bu ya da
önceki yaşantımızdaki davranışlarımızın meyveleridir. İşte karma budur.”
(s.444)
“Dışta olan her şeyi dışarıda bırakın: insanları,
nesneleri. Koşullar oldukları gibidirler. Sizi kaygılandıranlar Ben’in
dışındadır ve Ben hiçbir şey arzu etmemeli ve hiçbir şeyi yargılamamalıdır. Ben,
taraf tutmayan bir derin düşünür olmalıdır ve herkese kendi kaderinin
özgürlüğünü bırakmalıdır. Swami sabah meditasyonunda bunları söylüyordu. Duyularınızdan
uzaklaşın; ayaklarını ve başını kabuğunun içine çeken kaplumbağa gibi olun. Bedeninize
dışarıdan bakın, kendinizi nefes alıp veren bir heykel gibi görün. Dinlemede kalın,
olup biteni fark edin ve bunun bilincine varın.” (s.448)
“Temelde, meditasyon yapmak insanın kendi kendinin
bilincine varmasıdır. Kolay değildir; çünkü zihin doğası gereği huzursuzdur;
kimi zaman çalkantılıdır, kayıp gider, onun düşünmemesini sağlamaya çalışmak “Rüzgarı
ellerle yakalayıp istediğimiz yere taşımaya benzer” der Upanişad’lar. Yine de
odaklanmak, zihni kendine döndürmek; bana bir istek, kişilik gücü, her türlü
çabayı göstermeye değecek bir şey gibi görünüyordu, çünkü insanın kendi zihnini
denetim altına alması sonuçta kendi hayatını denetim altına alması demek
oluyordu. Zihin, insanın bütün sorunlarının kaynağını oluşturur ama aynı
zamanda çözümler de orada yatar. Zihin, her gün çiğneyip geçtiğimiz ve değerini
bilemediğimiz bir hazine sandığıdır. Söz konusu olan, onu ele geçirmek,
yaptığımız her şeyi dalgınlıkla değil farkındalıkla yapma alıştırmalarıyla egemenliğimiz
altına almaktır.” (s.449)
“Tanrım, o bütün bu iyi dilekleri gerçekten hakediyordu!
Başıma kakmadan, hiçbir biçimde yük olmadan, suçluluk duymama yol açmadan orada
kalmama izin veriyordu. O, kesinlikle en iyi ilaçlarımdan biriydi. Üstelik bu
hastalığa yakalandığımdan beri de değil. Bizimki başından beri bir hayat
ortaklığı, dünyaya nasıl bakmak ve nereye gitmek konusunda sezgisel biçimde
uyum sağlama evliliğiydi. Ve şimdi birlikte yaşlanmaktan daha güzel ne olabilirdi
ki?” (s.458)
“Güç, gücü taşıyan şeyde değil, onun öyle olduğuna inanan
zihindedir.” (s.462)
“Kopuş hoşuma gidiyordu ama umursamazlık asla. Bir nehrin
tadını çıkarmanın en iyi yolunun akıntının dışında kalmak olduğuna inanıyordum
ama bunu yapabilmek için kıyıda oturmalı, suya bakabilmeli, onun aktığını
hissedebilmeliydim.” (s.503)
“Kendinizi tanıyabileceğiniz bir hayat sürün.” Swami
(s.528)
“Tedavi olmak altı saatte bir hap yutmak değildir, dedi. Tedavinin
anlamı, zihni arındırmak, onu iyileşme sürecini desteklemek için kullanmaktır;
bu çabada, kutsal bir ırmakta yıkanmak, hacca gitmek, bazı ayinlere katılmak,
bazı mantraları söylemek gibi eylemler söz konusu olabilir. Şifalanmak, doğru
bir hayat tarzına yönelmektir. Rişiler için bu son derece açıktı. En önemli
olan şeyin -Batı tıbbının yaptığı gibi- ortaya çıkan hastalıkları tedavi etmek
değil, bedenin uyum, zihnin huzur içinde olduğu bir hayat sürdürerek
hastalıkları önlemek olduğunu bilmişlerdi.” (s.536)
“Sağlık Batı tıbbının yaptığı değişik tahlillerin
sonuçlarının normal çıkmasıyla anlaşılmaz. Kan, kolestrol, normal denir. Bir insanda
bütün bunlar normal olabilir ama yine de kendini iyi hissetmeyebilir. Zihin oynakken,
dengede değilken, bu özellikle doğrudur. Swasta’nın anlamı, uyum, Öz’ün
gerçekleşmesindeki dengedir. Bizim için gerçek sağlığın anlamı budur.” (s.538)
“İnsanın ıstırabının sadece fiziksel olmadığını, en büyük
mutsuzluk kaynağının ruhsal cehalet, kendini bütünden kopuk hissetme olduğunu
bildiler. Siz de bilirsiniz; sadece Öz bilgisi, bütün sorunlarımızın çözümüdür.”
(s.538)
“Rişiler, sağlığı korumak için doğru bir hayat sürmek
gerekir derken, haklıydılar. Oysa bizler hayatımızı de değiştirmeye her an
hazırız ve sıklıkla doğru olmayan hedeflere yöneliriz. Değişmek, yapılabilecek
en zor şeylerden biri. Değişim bizi korkutur ve hiç kimse yaşama tarzını
gerçekten düzeltmek istemez. Bu nedenle nesnel terapiye daha çok yatkınızdır;
bu nedenle astımı aerosol ile, alerjiyi antihistaminiklerle, baş ağrısını aspirinle
iyileştirmeye çalışırız. Bu, hastalığa yol açan nedenleri araştırmak ve düşünmekten
çok daha kolay bir yoldur. Bize uygun olmayan bir evde oturmak, ahmak insanlarla
arkadaşlık etmek, yanlış şeyler yemek, anlamı olmayan bir iş yapmak, bu
hastalıkların nedeni olarak belirlense bile, bunları değiştirmeye hazır mıyız? Değişim
nasıl yapılır? İşte bizim rahatsızlığımıza ortam hazırlayan da bu
yetersizliğimizdir.” (s.554)
“Gerçek bilgi kitaplardan gelmez; kutsal kitaplardan da
elde edilmez; tek yol deneyimdir. Gerçeği anlayabilmenin en iyi yolu,
duygulardan, sezgilerden geçer; akıldan değil. Akıl sınırlıdır.” (s.629)
“Yolculuk etmek işe yaramaz. İnsanın içinde hiçbir şey
yoksa, dışarıda asla bir şey bulamayacaktır. İnsanın kendi içinde bulamadığı
şeyi gidip dünyanın dört bir yanında araması boşunadır.” (s.629)
“Hayat bir gizemdir ve öyle kalması iyi olur.” (s.632)
“Sığınağıma yerleştim.” (s.636)
“BEN, pek çok şeye gereksinmesi olduğunu sanıyor ama ben,
bunun bir tuzak olduğunu biliyorum.” (s.637)
“-Bu kitaplıkta kaç kitap var?
-On binlerce.
-Peki, hepsini okumak ne kadar sürer?
-Ah… Birkaç hayat
boyu.
-O halde, ben
bunları istemiyorum. Bunun bir başka yolu olmalı.
İhtiyara göre, bunun başka yolu, deneyimdi. İnsanın kendi
üzerinde kazanacağı deneyim. Gerçek anlama akılla değil, yürekle gerçekleşebilirdi.
İnsan yalnızca denediğini; içinde hissedebildiğini anlayabilir.” (s.638)
“İnsan rutinden kopar kopmaz gündelik yaşantıda -içsel
olarak da- ne kadar az özgürlüğe sahip olduğunu; yaptığı ve düşündüğü pek çok
şeyin ne kadar alışkanlık ürünü olduğunun farkına varıyor.” (s.642)
“Dikkatimi dağıtan unsurlar, dışsal uyarılar olmayınca
zihnim kendi yolunu izlemekte, sınırlarından çıkmakta özgür kalıyordu. Sessiz bir
zihin, düşünceleri olmayan zihin anlamına geliyordu. Düşüncelerin bu
dinginlikte oluşması ve daha iyi gözlenebilecekleri anlamına geliyordu. Daha iyi
düşünülebilirlerdi.” (s.646)
“Ah Gandhi! Vurulmadan az önce ona birisi, hayatının
mesajının ne olduğunu sormuş. O da şu yanıtı vermiş: Hayatım, mesajımdır.”
(s.700)
“Mutsuzluğumuzun kaynağı, sürekli olarak hoşumuza gidenler ve gitmeyenler arasında bir ayrım yapmamızdır: Ancak her şeyin “Bir” olduğunu kabullenirsek, hiçbir şeyi reddetmeden, zihnimizi dinginleştirmeyi ve endişelenmekten kurtulmayı başarırız.” (s.702)
“Bu yolculuk öyküsünün amacı, bazı hastalıklara deva olmadığını kanıtlamak ve onu aramak için gösterdiğim bunca çabanın boşa gittiğini göstermek değildir. Tam tersine, hastalığın kendisi dahil her şey, son derece yararlı oldu. Bu bahaneyle önceliklerimi keşfetmeye, düşünmeye, bakış açımı ve daha da önemlisi hayat tarzımı değiştirmeye yöneldim. Başkalarına da öğütleyebileceğim budur: İyileşmek için hayatını değiştirmek, değişmek için hayatını değiştirmek. Bundan sonrasında herkes kendi yolundan yürümelidir. Gösterebileceğim kestirme yollar yoktur. Kutsal kitaplar, öğretmenler, gurular, dinler işe yararlar ama onların bizleri yükseltişini, bizi merdivenleri tırmanmaktan kurtaran asansörlere benzetebiliriz. Yürüyüşün son bölümü, dünyayı seyredebileceğimiz ya da bir bulut olmak için yere uzanacağımız çatıya ulaşmak için, çıkacağımız son birkaç basamak, adım adım ve tek başına aşılmalıdır. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. İyiyim, gücüm yerinde ama bununla ne övünüyorum ne de seviniyorum. Şimdi bir sonuç beklemeden, karşılık ummadan, arzular oluşturmadan, bana doğru görünenleri yapıyorum. Tek isteğim, kendim için zamana gereksinme duymayacağım ve bana kalanı başkalarına harcayabileceğim o noktaya varabilmek. Şimdi burada, evrenin olağanüstülüğünü, hiç ama hiçbir şeyin rastlantıyla gerçekleşmediğini ve hayatın sonsuz bir sürpriz olduğunu duyumsayarak yaşıyorum. Ve ben her yeni gün bana atlıkarıncada bir tur daha atma fırsatı tanıdığı için kendimi özellikle şanslı sayıyorum.” (s.703)