30 Tem 2020

Jiddu Krishnamurti - Yaşam Üzerine Yorumlamalar 1


“Hırs, ister grup için, ister bireysel kurtuluş için, ister ruhsal başarı için olsun, hareketin ertelenmesi demektir. Arzu daima gelecek içindir; gelecekte bir şey olma arzusu şu anda hareketsizliği doğurur. Şimdi, yarından daha büyük öneme sahiptir. Şimdide bütün zamanlar vardır ve şimdiyi anlamak, zamandan özgür olmaktır.” (s.10)

“Duygusal ve algısal içeriğiyle düşünce, sevgi değildir. Düşünce her durumda sevgiyi reddeder. Düşünce hatıradadır fakat sevgi değildir. Sevdiğin birini düşündüğünde, o düşünce sevgi olmaz. Bir arkadaşının alışkanlıklarını, tavrını, kişisel özelliklerini hatırlayabilirsin ve o kişiyle olan ilişkinde hoş veya hoş olmayan olaylar hakkında düşünebilirsin, lakin düşüncenin çağrıştırdığı görüntüler sevgi değildir. Düşünce, doğası gereği ayrımcıdır. Zaman- uzay, ayrılık- üzüntü algısı düşünce sürecinden doğar ve sevgi, sadece düşünce süreci kesildiğinde ortaya çıkabilir.” (s.17)

“Tüm karmaşa ve üzüntülerin doğma sebebi, düşüncenin sevgi rolü yapmasıdır.” (s.17)

“Eğer ölmüş bir arkadaşını hiç düşünmemiş olsan kendini vefasız ve sevgisiz olmakla itham edersin. Bu tür bir durumu duygusuzluk, umursamazlık olarak değerlendirir ve o insanı düşünmeye başlarsın. Zihnine görüntülerinizi getirir veya eline fotoğraflarınızı alırsın, fakat kalbini zihne ait olan şeylerle doldurmak sevgi için hiç yer bırakmamak demektir. Bir arkadaşın ile birlikteyken onu düşünmezsin; düşünce, sadece onun yokluğunda ölmüş olan sahneleri ve deneyimleri yeniden canlandırır. İnsanlar geçmişin bu yeniden canlanmasına sevgi adını verir. Dolayısıyla pek çoğumuz için sevgi ölümdür, hayatın inkârıdır; geçmiş ve ölü ile birlikte yaşarız, bu yüzden onu sevgi diye adlandırmamıza rağmen biz kendimiz ölü oluruz.

Düşünce süreci daima sevgiyi imkânsız kılar. Duygusal karmaşaları yaratan şey, düşüncedir, sevgi değil. Düşünce, sevginin önündeki en büyük engeldir. Düşünce, olan ile olması gereken arasında bir sınır yaratır.” (s.18)

“Eğer farkındalığın tam ise, düşüncenin hayatında ne kadar önemli yer kapladığını göreceksin. Düşünce bariz bir şekilde kendi yerini bulur fakat hiçbir şekilde sevgiyle ilgisi yoktur. Soracaksın, peki öyleyse sevgi nedir? Sevgi, düşüncenin olmadığı bir varoluş halidir. Ancak sevginin gerçek tanımlaması onun bir düşünce süreci olduğudur ve dolayısıyla o aslında sevgi değildir. Düşüncenin kendisini anlamalı ve sevgiyi düşünce ile esir etmemeye çalışmalıyız. Düşünceyi inkâr etmek bizi sevgiye götürmez. Düşünceden kurtuluş ancak onun derin önemi bütünüyle anlaşıldığında mümkündür ve bunun için beyhude ve sığ ifadeler değil, engin bir kendini bilme hali gereklidir. Düşünce yollarını tekerrür değil meditasyon, tanımlama değil farkındalık ortaya çıkarır. Düşünce yollarının farkına varmadan ve deneyimlemeden sevgi olamaz.” (s.19) 

“Doğa bu akşam fazla konuşkan değildi. Ağaçlar soğuktu, kendi sessizliklerine ve karanlıklarına çekilmişti. Çene çalan birkaç köylü, bisikletleriyle yanımızdan geçti ve etrafı bir kez daha derin bir sessizlik ve her şey tek başına kaldığında ortaya çıkan huzur sardı.

Bu tek başınalık acıtan, korkutucu türden değildi. Var olmanın yalnızlığıydı; bozulmamıştı, zengindi, tamdı. Demirhindi ağacının kendisi olma dışında bir varoluşu yoktu. İşte tek başınalık budur. Kişi tek başınadır, ateş gibi, çiçek gibi… Lakin kişi, kendi saflığı ve enginliğinden habersizdir. Kişi sadece tek başınalık varsa gerçekten iletişim kurabilir. Tek başınalık reddetmenin, kendini kapatmanın sonucu değildir. Tek başınalık tüm güdülerden, tüm arzu arayışlarından ve tüm amaçlardan arınmadır. Tek başınalık zihnin nihai ürünü değildir. Zihinsel olarak, tek başına kalmayı isteyemezsin. Bu tür bir istek sadece iletişim kuramamaktan kaynaklanan acıdan bir kaçıştır.

Korkusu ve acısıyla yalnızlık ise benliğin kaçınılmaz eylemidir: soyutlanmak. İster geniş, ister dar olsun bu soyutlanma süreci karmaşa, çatışma ve üzüntünün ürünüdür. İzolasyon asla yalnızlık doğuramaz, birinin var olması için diğeri bitmelidir. Yalnızlık bölünememe, tek başınalık ise ayrılmadır. Tek başına olan esnektir ve bu sebeple dayanıklıdır. Sadece tek başına olan kişi sebepsiz ve sonsuz olanla iletişim kurabilir. Tek başına olan kişi için hayat sonsuzdur; onun için ölüm yoktur. Tek başına olan kişi, var olmayı asla bitiremez.” (s.21)

“Kendini bilme olmadan, akıl süzgecinden geçirerek bulduğun düşüncenin bir temeli olmaz. Önce kendini bilmeden, neyin doğru olduğunu nasıl bilebilirsin? Kendini bilmezsen yanılsama kaçınılmazdır.” (s.24)

"Zenginlik, konfor ve unvan dünyasını reddetmek kısmen basit bir iştir lakin bir şey olma, bir şey haline gelme arzusunu bir kenara koymak büyük bir zekâ ve anlayış gerektirir. Bir şey olma arzusunu sırtlanmış bir zihin asla sakin olamaz çünkü sükunet uygulamanın ya da zamanın bir sonucu değildir. Sükunet bir anlayış durumudur ve “bir şey olmak” bu anlayışı reddeder. Bir şey haline gelmek, aslında anlayışın ertelenmesi sonucu ortaya çıkan “zaman” hissini yaratır. “Olacağım” hissi, kendini yüksek görmekten doğan bir yanılsamadır.” (s.27)

“Bilgi, iki karanlık zamanın arasında parlayan bir ışıktır, ama bu karanlığın ötesine gidemez. Nasıl yakıt makine için gerekliyse, bilgi de teknik için o kadar gereklidir, ama bilinmeyene erişemez. Bilinmeyen, bilinenin ağına yakalanmaz. Bilgi, bilinmeyenin tezahür edebilmesi için bir kenara bırakılmalıdır ama bu ne kadar da zordur.” (s.32.

 “Bilmek, bilinmeyeni reddetmektir.” (s.33)

 “Hayat dışarıdan olduğu kadar, içeriden de olan bir süreçtir; dışarısı kesinlikle içeriyi etkiler ama içerisi her zaman dışarıyı alt eder.” (s.39)

 “Sebep ve sonuçlarla oynadığımız, onların ötesine sözlü ifadeler hariç asla gidemediğimiz için hayatlarımız boş ve önemsizdir. Bu sebepten politik heyecanların, dini duygusallığın kölesi haline geliriz. Umut, sadece bizi oluşturan çeşitli süreçlerin bütünleşmesiyle oluşur. Bütünleşme ise bir ideoloji veya dini, siyasi bir otoriteyi takip etmenin sonucunda meydana gelmez; sadece kapsamlı ve derin farkındalık ile mümkün olur. Bu farkındalık yüzeydeki yanıtlar ile tatmin olmamalı, bilincin derin katmanlarına dalmalıdır.” (s.39)

“Deneyim bir şey, deneyimlemek ise başka bir şeydir. Deneyim, deneyimleme halinin önünde bir bariyerdir. Deneyim güzel de olsa, çirkin de olsa deneyimlemenin çiçek açmasına engel olur. Deneyim zaten zamanın ağındadır, zaten geçmiştedir. Sadece şimdiye bir yanıt olarak hayat bulan bir hatıraya dönüşmüştür. Hayat şimdidir; deneyim değildir. Deneyimin ağırlığı ve gücü şimdiyi gölgeler ve böylece deneyimleme, deneyim haline gelir.” (s.40)

“Sevdiğimiz bir şeye zarar vermek nasıl da kolaydır! Aramıza nasıl da kolayca bir bariyer giriverir; bir kelime, bir mimik, bir gülümseme! Sağlık, ruh hali ya da arzu gölgelenir ve bir zamanlar parlak olan şey sıkıcı, ağır hale gelir. Kendi kendimizi eskitiriz ve öncesinde berrak ve açık olan şey usandırıcı, karmakarışık oluverir. Sürekli sürtüşme, umut ve hayal kırıklığı yüzünden, öncesinde güzel ve basit olan kişi korkulu ve beklentili hale gelir. İlişki karmaşık ve zordur; çok azı onu sağ salim atlatabilir. Biz onun sabit, sürekli, aralıksız olmasını istesek de ilişki derinden ve tümüyle anlaşılması gereken, bir iç veya dış şablona uydurulmaması gereken bir süreç, bir harekettir. Geleneklere uygunluğu salık veren sosyal yapı, sadece aşk varsa ağırlığını ve otoritesini yitirir. Bir ilişkide sevgi, benliğin yönlerini açığa çıkardığı için arındırıcı bir süreçtir. Bu açığa çıkarma olmadan, ilişkinin çok az önemi olur.” (s.54)

“Memnuniyet “olanın” farkında olmayla, sadelik ise “olandan” özgürleşmeyle gelir. Dışarıdan sade olmak iyidir ama içeriden sade ve net olmak çok daha önemlidir.” (s.82)

“Çatışma ve duruluk beraber var olmaz; basitliği getirecek olan şey çatışmayı yenmek değil çatışmadan özgürleşmektir. Aksi taktirde ele geçirilen şey tekrar tekrar ele geçirilmelidir ve bunun sonucunda çatışma sonsuz olur.” (s.83)

“Berraklık size bir başkası tarafından verilemez. Karmaşa, bizleriz; onu meydana getiririz ve bz kaldırmak zorundayız.” (s.93)

“Korku, yatıştırma ve mumlarla uzaklaştırılamaz; bir şey haline gelme arzusunun kesilmesiyle sona erer.” (s.93)

“Soyutlanma korkunun sonucudur ve korku tüm duygu bağlarını sona erdirir. Duygu bağı ilişkidir; ilişki her ne kadar zevkli veya acılı olursa olsun, içinde kendi kendini unutma ihtimali vardır. Soyutlanma benliğe ait bir yöntemdir ve benliğin her faaliyeti kişiye çatışma ile üzüntü getirir.” (s.110)

“Günün sonu bütün dünlerin ölümüydü ve bu ölümde geçmişin hüznü olmaksızın, bir yeniden doğum vardı. Sessizliğin enginliğinde hayat yepyeniydi.” (s.139)

“Mutluluk arayışında problemler yaratırız ve sonra içlerinde takılır kalırız. Araçlar eninde sonunda mutluluğun kendisinden daha önemli ve belirgin hale geleceği için, araçlar yoluyla olan mutluluk her durumda çatışma doğurur. Eğer bu sandalyenin güzelliği ile mutluluğa ulaşırsam, o zaman sandalye benim için en önemli şey haline gelir ve onu diğerlerine karşı korumak zorunda kalırım. Bu mücadelede bir zamanlar sandalyenin güzelliğiyle hissettiğim mutluluk tamamen unutulur, kaybolur ve ben sandalye ile kalakalırım. Sandalyenin kendi başına çok az değeri vardır ama mutluluğumun aracı olduğu için ben ona olağan dışı bir değer yüklerim. Böylece araçlar, mutluluğun yerine koyduğum şeyler haline gelir.” (s.143)

“Anlama, çatışmadan kurtulmayı sağlar. Çatışmadan kurtuluşun sonucu ise bütünleşmedir.” (s.155)

“Yalnızca, olanı anlamada olandan özgürleşme vardır.” (s.169)

 "-Zihnimi mutlu Engadin deneyiminde dolaşırken buluyorum. O deneyimi hatırada canlandırmak bir kaçış mıdır?

  -Apaçık. Asıl olan şu andaki yaşamınızdır: bu kalabalık cadde, işiniz, anlık ilişkileriniz. Eğer bunlar zevk ve haz verici olsaydı, Engadin unutulup giderdi; ama şu anda “olan” kafa karıştırıcı ve acı verici olduğu için, geçmiş ve ölü bir deneyime dönersiniz. Bu deneyimi hatırlayabilirsiniz ama bitmiştir; ona sadece hatıra yoluyla hayat verirsiniz. Ölü bir şeye hayat pompalamak gibidir bu. Şimdiki an sıkıcı, sığ olduğu için geçmişe döneriz ya da kendi kendimize uydurduğumuz bir geleceğe bel bağlarız. Bugünden kaçmak, kişiyi kaçınılmaz olarak yanılsamaya götürür. Bugünü yargılama ya da haklı çıkarma olmaksızın, gerçekten olduğu gibi görmek “olan”ı anlamaktır ve olanda bir dönüşüm yaratan eylem işte o zaman meydana gelir.” (s.174)

“Mutluluk için, bir sonu olmayan dinginlik gereklidir.” (s.176)

“Sevdi dumansız bir alevdir.” (s.189)

“Sığ bir zihin, kendisini bilgi ve akıllıca cümlelerle süsleyerek, bilgece sözleri alıntılayarak, dış görünüşünü allayıp pullayarak derinleşmez. İster içeriden ister dışarıdan olsun, hiçbir dekor erişilmez derinlikte bir zihin yaratmaz. Güzellik verecek olan şey, mücevher ya da kazanılmış erdem değil, zihnin bu erişilmez derinliğidir. Güzelliğin meydana gelmesi için zihin kendi küçüklüğünün farkında olmalıdır; kıyaslamanın tamamen bitirildiği bir farkındalık hali olmalıdır.” (s.191)

“Neden kendini bu kadar zekice koruyorsun? Neye karşı koruyorsun? Etrafındaki karmaşaya karşı dedin; peki bu karmaşada, karşısında kendini koruman gereken ne var? Eğer bu bir karmaşa ise ve sen bunu net olarak görüyorsan, o zaman ona karşı kendini korumana gerek yoktur. Sadece korku varsa ve anlama yoksa kişi kendini korur. Peki, öyleyse neden korkuyorsun?” (s.211)

“İki insan arasında ancak duygu birliği varsa birbirlerini anlarlar; eğer birbirlerine karşı koyarlarsa anlama olmaz.” (s.212)

“ Meditasyonun amacı, meditasyonun kendisidir. Meditasyonun içinde ve ötesinde bir şey aramak, kazanmaktır, yani bir sondur. Kazanılan şey tekrar kaybedilir. Bir sonuç aramak kendini kandırmaya devam etmektir; ne kadar ulvi olursa olsun tüm sonuçlar arzunun yansımalarıdır. Ulaşmak, kazanmak, keşfetmek için bir araç olarak meditasyon, meditasyonu yapan kişiye sadece güç verir. Meditasyon, meditasyonu yapan kişidir; meditasyon, meditasyon yapanı anlamaktır.” (s.224)

“Düşünce daima dış tepkidir, hiçbir zaman derinden cevap veremez. Düşünce daima dışsaldır; daima bir etkidir. Düşünmek ise etkilerin uzlaşımıdır. Düşünce kendini farklı seviyelere yerleştirebilmesine rağmen daima yüzeyseldir. Düşünce asla derinde olana, üstü kapalı olana nüfuz edemez. Düşünce kendisinin ötesine gidemez ve bunu yapmak için her teşebbüs bir hüsran olur.” (s.227)

“Aşk sadece koşullar yerine getirildiğinde ulaşılabilir olan, parlak ve ulaşılamaz bir ideal mi? Kişinin tüm koşulları yerine getirmek için zamanı var mı? Güzellik hakkında konuşur, yazar, resmeder, dans eder, vaaz çekeriz ama ne güzeliz ne de aşkı biliyoruz. Biz sadece sözleri biliyoruz.Açık ve savunmasız olmak duyarlı olmaktır; esirgeme olan yerde duyarsızlık vardır. Savunmasız olan kişi emniyetsizdir, yarından özgürdür, açık olan kişi örtülüdür, bilinmeyendir. Açık ve savunmasız olan güzeldir; etrafı çevrelenmiş olan donuk ve duyarsızdır. Zekâ gibi yavanlık da bir çeşit kendini koruma yöntemidir. Bu kapıyı açarız ama taze havayı sadece belirli bir açıklıktan almak istediğimiz için diğerini kapalı tutarız. Asla dışarı çıkmayız, tüm kapı ve pencereleri aynı anda açmayız. Duyarlılık zamanla kazanabileceğiniz bir şey değildir.” (s.236)

“Geçmişe nasıl da bağlıyız! Aslında geçmişe bağlı değiliz; biz geçmişiz ve hem hüzünle hem sevgiyle anılan hazmedilmemiş hatıralarının katmanları olan geçmiş nasıl da karmaşık bir şey. Geçmiş bizi gece gündüz takip eder; bu döngü nadiren kırılır ve berrak bir aydınlık ortaya çıkar. Geçmiş her şeyi donuk ve yorgun hale getiren bir gölge gibidir; şimdiki zaman ise bu gölgede netliğini, tazeliğini kaybeder. (s.240)

“Rüya zihnin başka bir meşguliyeti, huzursuzluğunun sembolüdür. Rüya görmek bilinç halinin devamı, uyanık saatler boyunca faal olmayanın uzantısıdır. Hem üst zihnin hem de derin zihnin faaliyeti, meşguliyetle ilgilidir.” (s.241)

“İletişim birliği için duyarlılık, savunmasızlık, korkudan kurtulma, bir şey haline gelmekten özgürleşme olmalıdır. Sevgi bir şey haline gelmek veya “olacağım” hali değildir. Bir şey haline gelme sırasında duygu bağı kurulamaz çünkü sürekli olarak kendini soyutlarsın. Sevgi savunmasızdır; sevgi açıktır; sevgi ölçülemeyen, bilinmeyendir.” (s.263)

“-Ne yapmam gerektiği konusunda nasıl net olacağım?

  -Eylem, berraklığın ardından gelmez: berraklığın kendisi eylemdir. Sen net olmakla değil, ne yapman gerektiğiyle ilgilisin. Yapman gerekenler ile itibar, umut ettiklerin ile aslında olan arasında bölünmüşsün. İtibar ve bazı ideal eylemler için duyduğun ikili arzu, çatışma ve kamaşa getirir. Ancak “olan”a bakabilmeye muktedir olduğunda berraklık olur. Olan, arzunun özel bir şablona göre çarpıtılmasıyla ortaya çıkan “olması gereken” değildir; olan aslında olandır, arzu edilen değil gerçek olandır. Muhtemelen meseleye hiç bu şekilde yaklaşmadın; sadece kurnazca hesaplar yaptın, onu tarttın, planlama ve karşı planlama yaptın ve bunların tümü seni ne yapman gerektiğini sorguladığın bu karmaşaya götürdü. Karmaşa durumunda hangi seçimi yaparsan yap sadece daha fazla karmaşaya götürür. Bunu basitçe ve doğrudan gör.” (s.266)

“Düşüncelerinden çok emindi. Eminlik, güzelliğin inkârıdır. Kesin ve emin olmak, içe dönük ve korunaklı olmak demektir. Açık olunmadan duyarlılık nasıl olabilir?” (s.276)

 "Bir şey haline gelme psikolojisi, günlük yaşamı acı verici, rekabetçi, çatışmacı kılan faktör olabilir. Bir şey haline gelme derken neyi kastediyoruz? Piskopos olmak isteyen rahibin, usta olmak isteyen çırağın psikolojik olarak bir şey haline gelmelerini elbette. Bu bir şey haline gelme sürecinde, olumlu ya da olumsuz çaba vardır; “olan”ı başka bir şeyle değiştirmek mücadeledir, değil mi? Ben buyum ve şu haline gelmek istiyorum. Bir şey haline gelme bir dizi çatışmadır. Ben şu haline geldiğimde, başka bir şu da vardır ve sonsuz başkaları. Sonu olmayan, bir şey haline gelme durumu ve böylece sonu olmayan çatışma vardır.” (s.281)

“Ancak ayrışma olmadığında, bir şey haline gelmek için çatışma ve mücadele olmadığında tam olmak, bütün olmak mümkündür.” (s.284)

“Hayat özünde ne kadar basittir ve biz onu nasıl da karmaşıklaştırırız! Hayat karmaşıktır ama biz ona nasıl basit davranacağımızı bilemeyiz. Karmaşıklığa basitlikle yaklaşılmalıdır, aksi taktirde onu asla anlayamayız. Çok fazla biliriz, bu yüzden hayat bizi atlatır. Çok fazla, aslında çok azdır. Engin, uçsuz bucaksız olanla yalnızca “çok az olan” sayesinde karşılaşabiliriz. Peki, ölçülemeyeni nasıl ölçebiliriz? Gösteriş düşkünlüğümüz bizi donuklaştırır, deneyim ve bilgi bizi bağlar ve hayatın suları yanımızdan akıp gider.” (s.302)

 "Sevgi karmaşık değildir ama zihin onu öyle yapar. Zihinle çok fazla meşgulüz ve sevginin yöntemini bilmiyoruz. Arzunun yöntemini biliyoruz ama sevgiyi bilmiyoruz. Sevgi dumansız alevdir. Dumana çok aşinayız; duman kafamızı ve kalbimizi doldurur, biz de bu yüzden dünyayı karanlık görürüz. Alevin güzelliğine basit bir şekilde davranmayız; aksine kendimize onunla işkence yaparız. Alevle birlikte yaşamıyoruz; o nereye götürse hızlıca peşinden gidiyoruz. Daima çok fazla şeyi biliyoruz ki bu da çok az şey demektir. Aşka daima yollar yaparız. Oysa aşk bizi atlatır ve biz elimizdeki boş çerçeveyle kalakalırız. Hiçbir şey bilmediklerini bilen insanlar basittir; uzaklara gidebilirler çünkü bilgi yükleri yoktur.” (s.303)

“Olandan uzak olan her tür faaliyet, üzüntü ve düşmanlığı getirmeye mecburdur. Çatışma, olanın inkârı ya da olandan kaçıştır; bundan başka çatışma yoktur. Olanla yüzleşmediğimiz için çatışmamız daha da karmaşık ve çözülemez duruma gelir. Karmaşa olanda değil, aradığımız kaçışlardadır.” (s.313)

“Dünün anısı sadece bugünü karartır ve kıyaslama, kavramayı engeller. Şu kırmızı ve sarı çiçekler nasıl da hoş! Hoşluk zamana ait değildir. Yüklerimizi günden güne taşırız ve asla düne ait birçok gölgenin olmadığı bir gün geçirmeyiz. Günlerimiz dünün bugün ve yarınla birbirine karıştığı tek bir sürekli harekettir; asla bir son yoktur. Bitmekten korkarız, fakat bitiş olmadan yenilik nasıl olabilir? Ölüm olmadan hayat nasıl olabilir? Her ikisi hakkında da ne kadar az şey biliyoruz! Bütün sözlere, açıklamalara sahibiz ve onlar bizi tatmin ediyor. Sözler, sona erişi çarpıtır ve sadece söz olmadığında sona eriş olur. Sözlü olan sonları biliriz ama sözsüz sonları, sözsüz sessizliği asla bilmeyiz. Bilmek hatıradır; hatıra daima devamlıdır ve arzu günleri birbirine bağlayan iptir. Arzunun bitişiyle yenilik gelir. Ölüm yenidir ve sürüp gitme olarak yaşanan hayat sadece hatıradır, boş bir şeydir. Oysa yenilik varsa hayat ve ölüm birdir.” (s.314)

“Yalnızca sevgi daima yenileyicidir.” (s.319)

“Derin anlamı olan her şeyin daima kendiliğinden meydana geldiği, asla meydana getirilmediği doğru değil midir? Bulmak değil, meydana gelmektir önemli olan. Bulmak nispeten kolaydır, ama meydana gelmek başka bir iştir. Zor olduğundan değil, ama bir şeylerin meydana gelmesi için arama veya bulma dürtüsü tamamen sona ermelidir. Bulmak, kaybetmek anlamına gelir, çünkü kaybetmek için önce elde etmelisin. Sahip olmak ya da olunmak, anlama özgürlüğünden yoksun olmak demektir.” (s.328)

“Zaman, “olan” ile olabilen, olması gereken veya olacak olan arasındaki boşluktur. Sona doğru ilerleyen başlangıç, zamandır.” (s.334)

“Ne kadar arzu edersek edelim, ölüm her zaman hayatı kapsayamaz; hayat ölümden daha güçlüdür. Olan, olmayandan daha güçlüdür.” (s.340)

"Üzüntüyü anlamak gerekir; görmezden gelinmemelidir. Görmezden gelmek kedere süreklilik kazandırmaktır; görmezden gelmek kederden kaçmaktır.” (s.341)

“Zihin tümüyle pasif ve sessiz bir uyanıklık içerisinde olmalıdır, böylece üzüntünün ortaya çıkarılma sürecini tereddütsüzce takip edebilir. Zihin eğer herhangi bir umuda, çıkarıma ya da anıya bağlıysa üzüntünün hikâyesini takip edemez. “Olan”ın hareketini takip etmek için zihin özgür olmalıdır; özgürlük sonda değil, en başından beri orada olmalıdır.” (s.341)

“Üzüntü, bir soyutlanma sürecidir. Hayat her zamanki gibi olabilir mi? Dünün neşesi, bugün tekrarlanabilir mi? Tekrarlama arzusu sadece bugün hiç sevinç yoksa ortaya çıkar; bugün boş ise geçmişe ya da geleceğe bakarız. Tekrarlama arzusu devamlılığa duyulan arzudur ve devamlılıkta asla yenilik olmaz. Mutluluk geçmişte ya da gelecekte değil, sadece şimdinin hareketindedir.” (s.342)