13 Tem 2020

Rollo May - Varoluşun Keşfi


“İçinde yaşadığımız çağda bir paradoksla karşı karşıyayız. Radyo, televizyon ve uydulardan adeta bardaktan boşanırcasına yağan bilginin hiç bu kadarını görmemiş, kendi varlığımıza dair hiç bu kadar büyük bir içsel belirsizlik yaşamamıştık. Nesnel hakikat arttıkça, içsel netliğimiz de o kadar azalmakta.” (s.11)

“Atom kaosu döneminde yaşıyoruz… bu korkunç olgu… bu ulus devlet… ve mutluluk adına çıkılan av bugünle yarın arasında yakalandığı andan daha büyük olmayacak; zira yarından sonraki gün tüm av zamanlarının sonu gelmiş olabilir.” Nietzsche (s.11)

“Bunu hisseden ve yaşamın anlamını bulma konusunda her zamankinden daha büyük bir umutsuzluğa düşen insanlar varlıklarına dair farkındalıklarını türlü yollarla bastırıyor ve apati (dış dünyaya karşı ilgisizlik), manevi tembellik hissi ya da hedonizme başvuruyorlar.” (s.11)

“Varlığımızın üstünü örtmekle aslında yaşamda en çok keyif almış olduğumuz şeyleri kaybediyoruz. Zira varlık duygusu en derin, en temel sorularla, iç içedir: sevgi, ölüm, kaygı ve önemsemeye dair sorular.” (s.12)

“Kaygı üzerine bugüne kadar yazılmış iki temel kaynak kitap okudum. Bunlardan biri Freud’un Kaygı Sorunu, diğeri ise Kierkegaard’ın Kaygı Kavramı adlı kitaplarıydı. Freud’un açıklamalarını; örneğin kaygının bastırılmış libidonun ortaya çıkması olduğunu söyleyen ilk teorisini ve kaygının sevilen nesneyi yitirme tehlikesine karşı egonun tepkisi olduğunu anlatan ikinci teorisini son derece anlamlı buldum. Fakat bunlar halen teoride kalan şeylerdi. Kierkegaard ise kaygıyı benim de aynen deneyimlediğim şekilde, ölümle mücadele ya da ömür boyu sakat kalma ihtimalinde olduğu gibi, yaşayan bir varlığın var olmamaya, yokluğa karşı verdiği mücadele olarak tanımlıyordu.” (s.18)

“Bizim şu soruları sormamız gerekir: insan kendi gizil güçleri ile nasıl bir ilişki içindedir? Bildiği bir şeyin farkına varmayı engellemeyi seçtiğinde ya da seçmek zorunda bırakıldığında ama bir başka seviyede bunu bildiğini de bildiğinde o insan neler yaşar? Psikoterapi çalışmalarımda, günümüzde endişenin libidinal tatmin ya da emniyet eksikliğiyle ilgili korkulardan değil, hastanın kendi güçlerinden korkmasıyla ve o korkudan kaynaklanacak çatışmalarla ilgili olduğuna dair kanıtlarla her geçen gün daha çok karşılaşıyorum. Bu belki de “zamanımızın nevrotik kişiliği”, “dışa yönelmiş”, çağdaş, örgütsel insanımızın nevrotik motifi olabilir.” (s.22)

“Hastalar şöyle der: “Birini seversem, sanki içimde ne var ne yok her şey bir ırmaktan boşanırcasına dışarı akıyor; geriye hiçbir şey kalmayacakmış gibi hissediyorum.” İşte bence bu, aktarımı anlatan çok doğru bir ifadedir. Yani kişinin sevgisi oraya ait olmayan bir şeyse, o zaman elbette boşalacaktır. Bütün mesele Freud’un da dediği gibi ekonomik dengedir.
Fakat yaşadığımız konformizm ve dışadönük insan çağında en yaygın nevrotik motif buna zıt bir biçim almıştır: fazla ileri giden bir şekilde kişinin benliğini, kendi varlığı boşalana kadar başkalarına katılmak ve onlarla özdeşleşmek için saçıp savurması. İşte organizasyon insanıyla tezahür eden psikokültürel fenomen de budur.” (s.26)

“Gerçek bir karşılaşımda her iki kişi de, az da olsa değişir.”  (s.28)

“Sosyolojik kanadın ilk varoluşçularından biri olan Ludwig Feuerbach şöyle bir davetkâr uyarıda bulunur: İnsan olmak yerine felsefeci olmayı dilemeyin… bir düşünür olarak düşünmeyin… gerçek bir canlı, yaşayan bir varlık olarak düşünün. Varoluş dahilinde düşünün.” (s.61)

“Nietszche, neşenin itaat ya da özveriden gelmediğini, bir iddiayı ifade ettiğini iddia eder. “Neşe, kazanılan güç semptomundan başka bir şey değildir,” der. Neşenin esası, yine, bir artı güç hissidir.” (s.104)

“Varlık duygusu kişinin kendisine saygı duyduğu bir temel kazandırır, bu öz-saygı başkalarının kendisi hakkındaki görüşlerinin bir yansıması değildir. Zira eğer öz-saygınız uzun vadede sosyal onaylanmaya sırtını dayamak zorundaysa, sizdeki öz-saygı değil, daha karmaşık türdeki bir konformitedir.” (s.131)

“Kişinin her davranışı, onun bütünlüğünden bir yansıma içerir.” Sartre (s.139)

“Kaygı bireyin, varoluşunun imha edilebileceğine, kendisini ve dünyasını kaybedebileceğine ve hiç olacağına dair farkındalığının oluştuğu öznel haldir.” (s.143)

“Dünya, kişinin içinde var olduğu ve tasarımına katıldığı anlamlı ilişkiler yapısıdır. Bu nedenle dünya, varoluşumu düzenleyen geçmiş olaylar ve beni hedefleyen bir dolu belirlenimci etki içerir. Fakat ben ancak onlarla ilişkide olduğumda onları fark ederim, ancak o zaman onları yanımda taşırım ve ilişkinin her anında yeniden yoğurur, sonunda biçimlendirir ve yerleştiririm. Keza insanın dünyasının farkında olması aynı zamanda onu tasarlaması anlamını da taşır.” (s.162)

“Dünya asla statik bir şey değildir; öylesine insana verilmiş ve sonrasında kişinin kabul ettiği ya da uyum sağladığı ya da savaştığı bir şey de değildir. Öz-bilince sahip olduğum müddetçe, biçim verip tasarlamakta olduğum dinamik bir örüntüdür.” (s.163)

“Nietzsche ve Kierkegaard, sevme eylemine girebilmek için kişinin zaten “hakiki birey”, “tek başına kişi” olmuş olması gerektiğini sürekli ifade ederler. Yani sevme eylemi için “bir başka insanı severken dahi kendi kendine yetmesi gerektiği gibi derin bir sırra vâkıf olan kişi” olunması gerekir.” (s.173)

“Varoluşçu terapistler en derin psikolojik deneyimlerin özellikle bireyin zamanla olan ilişkisini sarsan deneyimler olduğunu gözlemlemişlerdir. Ciddi oranda kaygı ve depresyon zamanı bozar ve geleceği yok eder. Hatta Minkowski’nin de öne sürdüğü gibi hastanın zamanla ilişkili olarak yaşadığı karışıklık ve bir geleceğe sahip olamaması hastanın kaygı duymasına ve depresyona girmesine sebep olur. Her iki durumda da hastanın açmazındaki en acı verici boyut kaygı ya da depresyondan kurtulduğu bir gelecek ânını hayal edememesidir.” (s.183)

“İnsanın kendisiyle ilişkili olma becerisi ona dünyasını nesneleştirme, sembollerle düşünme, konuşma ve daha da ötesini yapabilme kapasitesini sunar.” (s.198)

“İnsanın benzersiz karakteristik özelliği her durumda görülen geniş çeşitlilikteki imkânlardır. Söz konusu imkanlar da kişinin öz farkındalığına ve karşılaştığı durumlara vereceği tepkinin farklı yollarını hayal gücünün süzgecinden geçirme kapasitesine bağlıdır.” (s.199)

“Ormandaki ağaçları kesmeye gelen bir oduncu ve ormanın resmini yapmaya gelen bir ressamın da yine farklı çevreleri vardır. Binswanger bu metaforu insanın öz-dünya ilişkileri arasından seçebildiği farklı yolların çeşitliliğini betimlemek için kullanır. Tüm bu yollar o anki durumu aşmanın hayal gücü tabanlı ihtimallerine bağlıdır. Sahneye kendimizden önce sahip olduğumuz amaçları koymamız bunun net bir örneğidir. İnsanlar bu pek çok öz-dünya ilişkileri arasından çeşitli şekillerde seçimler yapabilirler. Benlik ise kişinin kendisini bu farklı ihtimaller içerisinde görme kapasitesidir.
Dünyaya dair bu özgürlük, Binswanger’ın da belirttiği gibi psikolojik açıdan sağlıklı bir insanın işaretidir; Ellen West’de olduğu gibi belirli bir dünyanın içine katı bir şekilde hapsolmak ise psikolojik bozukluğun bir göstergesidir. Binswager’ın dediği gibi önemli olan “dünyayı tasarlama özgürlüğü” ya da “dünyanın kendisini oluşturmasına izin vermek”tir.” (s.199)