14 Tem 2020

Don Miguel Ruiz - Ustaca Sevmek


“Yaşam bir düşten ibarettir, eğer sanatçıysak bizler, Sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz başyapıta dönüşür.” (s.11)

“İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor. Bu da nereye gidersek gidelim büyük bir dram yaratıyor. İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. “Seni seviyorum” demek bile korkutucu olabiliyor.” (s.20)

“Duygusal yaralarını savunmak amacıyla ve yaralanmaktan korktukları için insanlar zihinlerinde son derece ince işlenmiş bir şey yaratıyor. Büyük bir yadsıma sistemi bu. Geliştirdiğimiz bu sistemle kusursuz birer yalancıya dönüşüyoruz. Öylesine yalan şeyler oluyoruz ki bunu kendimize karşı da yapmaya, hatta kendi yalanlarımıza inanmaya başlıyoruz. Yaşan söylemekte olduğumuzu fark etmiyoruz. Yalan söylediğimizi bildiğimiz kimi zamanlar da kendimizi yaralarımızın acısına karşı korumak için yalanı aklayıp bağışlıyoruz.” (s.21)

“Çocukken herkesin görüşünün önemli olduğunu öğrenir, yaşamlarımızı bu görüşlere göre yönetiriz. Birisinin gerçek bile olmayan basit bir düşüncesi bizi cehennemin derinliklerine itmeye yetebilir.”Çirkinsin. Yanılıyorusn. Aptalsın.” Görüşlerin cehennemde yaşayan insanların üzerinde anlamsız davranışları üzerinde büyük bir gücü vardır. İşte bu nedenle, iyi, güzel olduğumuzu, doğru davrandığımızı duymaya gereksiniriz.” (s.26)

“Yansıtmaya çalıştığımız sahte imgeler yüzünden ne çok insan acı çekiyor. İnsanlar çok önemli olduklarını iddia ederken bir yandan da bir hiç olduklarına inanıyor. Başkalarınca tanınıp kabul görmek amacıyla bu toplum düşünde bir rol kapabilmek için didinip duruyoruz. Dişimizle tırnağımızla girdiğimiz her savaşımızdan galip çıkmaya, güç, servet, ün sahibi olmaya, kişisel düşümüzü ifade edip çevremizdekilere zorla benimsetmeye çabalıyoruz. Neden? İnsanlar düşü gerçek sandığı, çok da ciddiye aldığı için.” (s.26)

“Dikkatin çekilmesiyle enerji bir insandan diğerine geçer. Dikkat insan zihninin çok güçlü bir yönüdür. Dünyadaki herkes sürekli olarak başkalarının dikkatini çekmenin ardındadır. Dikkati yakaladığımızda iletişim yolları açmaya başlarız. Bu yollardan düş ve güç aktarıldığı gibi duygusal zehir de aktarılır.” (s.32)

“Artık çocuk değilsiniz. Kötüye kullanmanın söz konusu olduğu bir ilişkiniz varsa hak ettiğinizin bu olduğuna inanarak ilişkinin böyle olmasına izin verdiğiniz içindir. Kötüye kullanılmayı kabulünüzün bir sınırı vardır ama dünyada da başka hiç kimse sizi, sizin kendinizi kullandığınızdan daha kötüye kullanmaz. Buradaki sınırınız başkalarına karşı belirlenmiş olan sınırınızdır. Birisi sizi sizin kendinizi kullandığınızdan daha kötüye kullandığında kaçarsınız. Ama başka birisi sizi sizden biraz daha az kötüye kullandığında onunla daha uzun bir zaman birlikte olabilirsiniz. Bu davranışı hak etmektesinizdir.
Cehennemdeki bir ilişki için doğal olan, bir haksızlığın bedelinin ödetilmesidir. Ben sizi gereksindiğiniz şekilde kötüye kullanırım, siz de bana aynı şeyi gereksindiğim kadar yaparsınız. Dengeyi yakalamışızdır. İlişki yürür. Enerji elbette benzerini, kendisiyle aynı titreşimde olanı çekecektir. Birisi gelip de size, öylesine sömürülüyorum ki dediğinde, o halde bu ilişkiyi neden sürdürüyorsun sorunuza karşılık bile veremez, nedenini bilmiyordur. Gerçek, kendisini bu yoldan cezalandırdığı için kötüye kullanılmaya gereksindiğidir.
Yaşam size neye gereksiniyorsanız onu sunar. Cehennemde kusursuz bir adalet vardır. Suçlanacak hiçbir şey yoktur. Acımızın bir armağan olduğunu bile söyleyebiliriz. Zehirden arınmak, yaralarınızı iyileştirmek, kendinizi kabul etmek ve cehennemden çıkmak için gereken, gözlerinizi açıp çevrenizde olup biteni görmenizdir.” (s.36)

“Bedeninizin hücrelerden oluşması gibi düşleriniz de duygulardan oluşur. Bu duyguların iki kaynağı vardır: Birisi korku ve korkudan doğan bütün diğer duygular, diğeri ise sevgi ve sevgiden kaynaklanan bütün duygular. Her iki duyguyu da deneyimleriz. Ama gündelik yaşamımızda ağır basan korkudur. Dünyadaki olağan ilişkilerin yüzde doksan beşinin korku, yüzde beşinin sevgiye dayalı olduğunu söyleyebiliriz.” (s.44)

“Her ilişkide ilişkinin iki yarısı vardır. Bir yarısı sizsiniz, diğer yarısı ise oğlunuz, kızınız, babanız, anneniz, dostlarınız, eşiniz. Bu yarılar içinde yalnızca size ait olandan sorumlusunuz. İlişkinin diğer yarısından sorumlu değilsiniz. Ne kadar yakın olduğunuzu, ne kadar çok sevdiğinizi düşünürseniz düşünün karşınızdakinin zihninden geçenlerden sorumlu olmanızın hiçbir yolu yoktur. İlişkideki diğer kişinin ne hissettiğini, neye inandığını, düşüncelerini hiçbir zaman bilemezsiniz. O kişi hakkında hiçbir şey bilemezsiniz. Gerçek budur. Peki ya biz ne yaparız? İlişkinin diğer yarısının sorumluluğunu üstlenmeye kalkışırız. Cehennemdeki ilişkilerin korku, dram ve güç savaşına dayanmasının nedeni de budur.
Giriştiğimiz güç savaşının nedeni saygıdan yoksun oluşumuzdur. Gerçek sevgiden yoksun oluşumuz. Yaşadığımız bencillik, sevgi değil. Bizi mutlu eden küçük dozlardan ibaret yaşadığımız. Saygının yokluğunda herkes kendini diğerinden sorumlu hissettiği için güç savaşları başlar. Sizi kontrol etmem gerekir, çünkü saygı duymuyorumdur. Kendimi sizden sorumlu hissederim, çünkü sizin başınıza gelen ne olursa olsun benim için bir incinme konusudur, acıdan kaçınmak isterim.” (s.49)

“Gülmeyi seviyorum, eğlenmeyi, sevmeyi seviyorum. Bencil olduğum için değil. Yanımda kurban rolü oynayan birini istemiyorum. Bu seni sevmediğim anlamına gelmiyor ama senin düşünün sorumluluğunu ben üstlenemem. Benimle ilişkin Parazitinin çok ağrına gidecek, çünkü biriktirdiğin atıklara göre davranmak istemiyorum. Bu bencillik değil, öz sevgidir. Bencillik, kontrol ve korku hemen her ilişkinin sonunu getirecektir. Vericilik, özgürlük ve sevgi ilişkilerin en güzelini yaratır; sürüp giden bir aşk ilişkisini.” (s.51)

“Siz bir bütünsünüz. Sevgi içinizden geldiğinde sevgi arayışınızın nedeni yalnızlık korkunuz olmaz. Kendinize karşı duyduğunuz onca sevgi içinde yalnız da olursunuz, sorun değildir. Yalnız olmaktan mutluluk duyar ama paylaşmaktan da zevk alırsınız.” (s.68)

“Yaraları sarılamayacak ilişkiniz yoktur. Her ilişki çok güzel olabilir ama yola koyulmak size düşüyor. Gerçek’ten yararlanma, kendinize gerçeğin diliyle seslenirken bütünüyle dürüst olma cesaretini göstermeniz gerekiyor. Bütün dünyaya karşı dürüst olmasanız da kendi kendinize karşı olabilirsiniz. Çevrenizde olup bitene siz karar veremeseniz de kendi tepkilerinizi belirleyebilirsiniz. Tepkileriniz yaşamınızın düşüne, kişisel düşünüze yol gösterecektir. Sizi mutlu ya da mutsuz kılan tepkilerinizdir.
Olağanüstü bir yaşam sürdürmenin anahtarıdır tepkileriniz. Kendi tepkilerinizi kontrol altına almayı başarırsanız alışkanlıklarınızı, oradan da yaşamınızı değiştirebilirsiniz.” (s.71)

“Kişisel düşünüzü yaptığınız seçimlerle belirlersiniz. Seçimlerinizin sonuçlarından hoşlanıp hoşlanmayacağınızı düşünmeniz gerekir. Size mutluluk verecek bir sonuç doğuracak eyleminizi sürdürün. Ama hareketinizin yaşamınızda yol açtığı değişiklik ve yaşadığınız düş zevk vermekten uzaksa hoşunuza gitmeyen sonuçlara neyin yol açtığını bulmaya çalışın. Düşünüzü dönüştürmenin yolu budur.
Yaşamınız kişisel düşünüzün ifadesidir. Kişisel düşünüzün programını dönüştürebilirseniz bir düş ustası haline gelebilirsiniz. Düş ustası, yaşamından bir baş yapıt yaratandır.” (s.72)

“Gerçeği olduğu gibi görürseniz, tepki göstermezsiniz.” (s.73)

“Bize seçme olanağı kazandıran farkındalığımızdır. Farkındalığımızı sürekli kılarak alışkanlıklarımızı, tepkilerimizi, bütün yaşamımızı değiştirebiliriz. Farkındalığa eriştiğimizde özgür iradeyi yeniden kazanırız.” (s.74)

“Kimse görmeyi reddeden birisinden daha fazla kör olamaz.” (s.76)

“Gerçekten, körlüğümüzün bedelini ödüyoruz. Gözümüzü açar, yaşamı olduğu gibi görürsek büyük bir duygusal acının önüne geçeriz. Bu risk almayacağımız anlamına gelmez. Yaşayan varlıklarız, riskleri göze almamız gerekiyor. Dersimizi alır, yargılamaksızın yolumuza devam ederiz.” (s.76)

“Herkesin bir bedeli vardır. Yaşam bu bedele saygı gösterir. Ama bu bedel dolar ya da altınla ölçülmez. Sevgiyle ölçülür. Kendinizi ne kadar sevdiğiniz sizin bedelinizdir. Yaşam bu bedele saygı gösterir. Kendinizi sevdiğinizde bedeliniz çok yüksektir, bu da kullanılmaya karşı hoşgörünüzün çok düşük olduğu anlamına gelir. Düşüktür, çünkü kendinize saygı duyarsınız. Kendinizi olduğunuz gibi seversiniz, bu da bedelinizi yükseltir. Kendinizde sevmediğiniz şeyler bulduğunuzda bedeliniz biraz düşecektir.
Kimi zaman kendini yargılama öylesine güçlüdür ki, insanların kendi kendileriyle kalabilmeleri için kendilerini uyuşturmaları gerekir.” (s.76)

“Siz olmayanı bir yana bırakırsanız geriye gerçek siz olan kalır. Zihnin kendi kimliğini bulması uzun bir süreçtir. Bu yolda yürürken size kendinizi güvenlikte hissettiren kişisel öykünüze tutunmaktan vazgeçer, sonunda gerçekte ne olduğunuzun anlayışına kavuşursunuz.” (s.85)

“İnançlarınızı hiçbir zaman siz seçmediğiniz için inandığınız şey olmadığınızı görürsünüz. Bu inançlar siz dünyaya geldiğinizde de oradaydı. Beden de olmadığınızı görürsünüz, çünkü işlerliğiniz bedeniniz olmaksızın başlamıştır. Düşün, zihnin siz olmadığını fark etmeye başlarsınız. Ortaya çıkardığınız şey inanılır gibi değildir. Bir güç olduğunuzu keşfedersiniz. Bedeninizin yaşamasını, zihninizin düş görmesini sağlayan bir güç.” (s.85)

“Varolan her şey avcı ve avdır. Nedir avladığımız? Gereksinimlerimizin karşılığı. Bedenin ihtiyaçlarına karşı zihnin ihtiyaçlarından söz etmiştim. Zihin beden olduğuna inanırsa gereksinimleri yanılsamadan ibarettir; karşılanamaz. Zihnin gerçek dışı gereksinimlerinin peşinde avlandığımızda vahşi hayvanlara dönüşür, gereksinmediğimizi avlarız.
İnsanlar sevgi avlar. Kendimizi sevmediğimiz için sevgiden yoksun olduğumuzda, sevgiye gereksindiğimize inanırız. Sevgiyi bizim gibi olan başka insanlarda avlarız. Onlar da kendilerini sevmezken bulabileceğimiz sevgi ne olacaktır ki? Bütün yaptığımız, gerçek olmayan daha da büyük bir gereksinim yaratmak olur. Gereksindiğimiz sevgi başkalarında olmadığı için yanlış yerde durur, avlanır da avlanırız.” (s.89)

“Gözlerinizin, duygularınızın aynası olduğunu söyleyebilirsiniz. Dış Düş’ü gözlerinizle algılarsınız. Öfkeliyken dünyayı öfkenin ardından görürsünüz. Gözleriniz kıskançlığın gözleriyken her şey yüreğinizi daraltır. Kederin gözlerinden baktığınızda yağmur, sesler, her şey sizi ağlatır. Yağmur yağmurdur. Bunun yargılanacak ya da yorumlanacak bir yanı yoktur. Ama yağmuru duygusal bedeninizin durumuna göre algılarsınız. Üzgünseniz hüznün gözleridir gözleriniz, algıladığınız her şeyde o olur.” (s.100)

“Duygusal yaran kalmadığında, yalnızca kabul görmek için başkalarına inanmana da gerek kalmadığında her şeyi çok daha açık görürsün. Bir şeyin siyah mı beyaz mı olduğunu görürsün. Şu anda doğru olmayan bir şey kısa bir süre sonra doğru haline gelebilir. Her şey hızla değişir ama sen eğer farkındaysan görebilirsin değişimi.” (s.106)

“Bizim bir yerlerden çıkagelip dünyayı kurtaracak kimseye ihtiyacımız yok. Dünya bizi kurtarmak için dışarıdan geleceklere gereksinmiyor; yaşayan bir varlık o, hepimizin toplamından da zeki.” (s.106)

Cennet düşünüzü siz yaratırsınız, sizin adınıza başka birileri değil. Sizi kendi mutluluğunuz, kendi yaratıcılığınıza götüren tek şey sağduyunuzdur.” (s.106)

“Yaşamınızı nasıl yaşamak istediğinizi seçebilirsiniz. Kendinize karşı dürüstseniz yeni seçimler yapmak üzere her zaman özgür olduğunuzu göreceksiniz.” (s.107)

“Yaralarınızı iyileştirmenin yegâne yolu bağışlamaktan geçer. Birisini gördüğünüzde artık ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsanız bağışlamışsınız demektir. İsmini duyduğunuzda hiçbir duygusal tepki yükselmez içinizde. Bir yaraya dokunduğunuzda artık acımıyorsa gerçekten affettiğinizi bilirsiniz. İzi kalacaktır elbette, tıpkı bedeninizdeki bir yaranın teninizde bıraktığı iz gibi. Neler olduğunu, ne halde olduğunuzu hatırlarsınız. Ama yara bir kez iyileştiğinde acı vermez artık.” (s.108)

“Size yapılanın sizinle hiçbir ilgisi olmadığını bilerek bağışlayın insanları. Anımsıyor musunuz; herkes kendi düşünü düşler. Bir kimsenin sizi yaralayan sözleriyle eylemleri bu kişinin kendi zihnindeki şeytanlara gösterilmiş bir tepkiden başka şey değildir. Cehennemde düş görüyordur. Siz ise rüyasındaki ikincil bir kişiliksiniz. Başka birisinin yaptığı hiçbir şey sizin yüzünüzden değildir. Bir kez bu farkındalığa eriştikten, hiçbir şeyi üzerinize almamaya başladıktan sonra şefkat ve anlayış sizi bağışlayıcı kılacaktır.” (s.110)

“İyileşme budur. Üç yalın nokta: gerçek, bağışlayıcılık ve öz sevgi. Bu üç noktayla bütün dünya iyileşir, akıl hastanesi olmaktan çıkar.” (s.112)

“Bizi kendimize götürecek olan bilgi değil, bilgeliktir. Bilgi ve bilgelik arasında bir ayrım yapmamız gerek, çünkü bu ikisi aynı şey değil. Bilgeliğin bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bilgelik özgürlükle ilişkilidir. Bilgeyseniz kendi zihninizi kullanmada, kendi hayatınızı yaşamada özgürsünüzdür. Sağlıklı bir zihin Parazitten özgürdür. Ehlileştirilmeden önceki gibi özgürleşmiştir yeniden. Zihninizi iyileştirdiğinizde, Düşten kurtulduğunuzda artık masum değil, bilge olursunuz. Önemli bir fark dışında çoğu açıdan yeniden bir çocuk gibi olursunuz. Çocuk masumdur. Acı ya da mutsuzluğa bu nedenle sürüklenir. Düşü aşan ise bilgedir. Bu nedenle sürüklenmez çünkü artık biliyordur. Düşün bilgisine erişmiştir.
Bilge olmak için bilgi yığmanıza gerek yok. Herkes bilge olabilir. Herkes. Bilgeye dönüştüğünüzde yaşam kolaylaşır. Çünkü gerçekte kimseniz o hale gelirsiniz. Olmadığınızı olmak, kendiniz ve başkalarını olmadığınız gibi olduğunuza inandırmak zordur. Olmadığınızı olmaya çalışmak bütün enerjinizi tüketir. Kendiniz olmak hiçbir çaba gerektirmez.” (s.117)