“Yaşam bir düşten ibarettir, eğer sanatçıysak bizler,
Sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz başyapıta dönüşür.” (s.11)
“İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor.
Bu da nereye gidersek gidelim büyük bir dram yaratıyor. İnsanların
birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde
hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. “Seni seviyorum”
demek bile korkutucu olabiliyor.” (s.20)
“Duygusal yaralarını savunmak amacıyla ve yaralanmaktan
korktukları için insanlar zihinlerinde son derece ince işlenmiş bir şey
yaratıyor. Büyük bir yadsıma sistemi bu. Geliştirdiğimiz bu sistemle kusursuz
birer yalancıya dönüşüyoruz. Öylesine yalan şeyler oluyoruz ki bunu kendimize
karşı da yapmaya, hatta kendi yalanlarımıza inanmaya başlıyoruz. Yaşan
söylemekte olduğumuzu fark etmiyoruz. Yalan söylediğimizi bildiğimiz kimi
zamanlar da kendimizi yaralarımızın acısına karşı korumak için yalanı aklayıp
bağışlıyoruz.” (s.21)
“Çocukken herkesin görüşünün önemli olduğunu öğrenir,
yaşamlarımızı bu görüşlere göre yönetiriz. Birisinin gerçek bile olmayan basit
bir düşüncesi bizi cehennemin derinliklerine itmeye yetebilir.”Çirkinsin.
Yanılıyorusn. Aptalsın.” Görüşlerin cehennemde yaşayan insanların üzerinde anlamsız
davranışları üzerinde büyük bir gücü vardır. İşte bu nedenle, iyi, güzel olduğumuzu,
doğru davrandığımızı duymaya gereksiniriz.” (s.26)
“Yansıtmaya çalıştığımız sahte imgeler yüzünden ne çok
insan acı çekiyor. İnsanlar çok önemli olduklarını iddia ederken bir yandan da
bir hiç olduklarına inanıyor. Başkalarınca tanınıp kabul görmek amacıyla bu
toplum düşünde bir rol kapabilmek için didinip duruyoruz. Dişimizle
tırnağımızla girdiğimiz her savaşımızdan galip çıkmaya, güç, servet, ün sahibi
olmaya, kişisel düşümüzü ifade edip çevremizdekilere zorla benimsetmeye
çabalıyoruz. Neden? İnsanlar düşü gerçek sandığı, çok da ciddiye aldığı için.”
(s.26)
“Dikkatin çekilmesiyle enerji bir insandan diğerine
geçer. Dikkat insan zihninin çok güçlü bir yönüdür. Dünyadaki herkes sürekli
olarak başkalarının dikkatini çekmenin ardındadır. Dikkati yakaladığımızda
iletişim yolları açmaya başlarız. Bu yollardan düş ve güç aktarıldığı gibi
duygusal zehir de aktarılır.” (s.32)
“Artık çocuk değilsiniz. Kötüye kullanmanın söz konusu
olduğu bir ilişkiniz varsa hak ettiğinizin bu olduğuna inanarak ilişkinin böyle
olmasına izin verdiğiniz içindir. Kötüye kullanılmayı kabulünüzün bir sınırı
vardır ama dünyada da başka hiç kimse sizi, sizin kendinizi kullandığınızdan
daha kötüye kullanmaz. Buradaki sınırınız başkalarına karşı belirlenmiş olan
sınırınızdır. Birisi sizi sizin kendinizi kullandığınızdan daha kötüye
kullandığında kaçarsınız. Ama başka birisi sizi sizden biraz daha az kötüye
kullandığında onunla daha uzun bir zaman birlikte olabilirsiniz. Bu davranışı
hak etmektesinizdir.
Cehennemdeki bir ilişki için doğal olan, bir haksızlığın
bedelinin ödetilmesidir. Ben sizi gereksindiğiniz şekilde kötüye kullanırım,
siz de bana aynı şeyi gereksindiğim kadar yaparsınız. Dengeyi yakalamışızdır.
İlişki yürür. Enerji elbette benzerini, kendisiyle aynı titreşimde olanı
çekecektir. Birisi gelip de size, öylesine sömürülüyorum ki dediğinde, o halde
bu ilişkiyi neden sürdürüyorsun sorunuza karşılık bile veremez, nedenini bilmiyordur.
Gerçek, kendisini bu yoldan cezalandırdığı için kötüye kullanılmaya
gereksindiğidir.
Yaşam size neye gereksiniyorsanız onu sunar. Cehennemde
kusursuz bir adalet vardır. Suçlanacak hiçbir şey yoktur. Acımızın bir armağan
olduğunu bile söyleyebiliriz. Zehirden arınmak, yaralarınızı iyileştirmek,
kendinizi kabul etmek ve cehennemden çıkmak için gereken, gözlerinizi açıp
çevrenizde olup biteni görmenizdir.” (s.36)
“Bedeninizin hücrelerden oluşması gibi düşleriniz de
duygulardan oluşur. Bu duyguların iki kaynağı vardır: Birisi korku ve korkudan
doğan bütün diğer duygular, diğeri ise sevgi ve sevgiden kaynaklanan bütün
duygular. Her iki duyguyu da deneyimleriz. Ama gündelik yaşamımızda ağır basan
korkudur. Dünyadaki olağan ilişkilerin yüzde doksan beşinin korku, yüzde
beşinin sevgiye dayalı olduğunu söyleyebiliriz.” (s.44)
“Her ilişkide ilişkinin iki yarısı vardır. Bir yarısı
sizsiniz, diğer yarısı ise oğlunuz, kızınız, babanız, anneniz, dostlarınız,
eşiniz. Bu yarılar içinde yalnızca size ait olandan sorumlusunuz. İlişkinin
diğer yarısından sorumlu değilsiniz. Ne kadar yakın olduğunuzu, ne kadar çok
sevdiğinizi düşünürseniz düşünün karşınızdakinin zihninden geçenlerden sorumlu
olmanızın hiçbir yolu yoktur. İlişkideki diğer kişinin ne hissettiğini, neye inandığını,
düşüncelerini hiçbir zaman bilemezsiniz. O kişi hakkında hiçbir şey
bilemezsiniz. Gerçek budur. Peki ya biz ne yaparız? İlişkinin diğer yarısının
sorumluluğunu üstlenmeye kalkışırız. Cehennemdeki ilişkilerin korku, dram ve
güç savaşına dayanmasının nedeni de budur.
Giriştiğimiz güç savaşının nedeni saygıdan yoksun
oluşumuzdur. Gerçek sevgiden yoksun oluşumuz. Yaşadığımız bencillik, sevgi
değil. Bizi mutlu eden küçük dozlardan ibaret yaşadığımız. Saygının yokluğunda
herkes kendini diğerinden sorumlu hissettiği için güç savaşları başlar. Sizi
kontrol etmem gerekir, çünkü saygı duymuyorumdur. Kendimi sizden sorumlu
hissederim, çünkü sizin başınıza gelen ne olursa olsun benim için bir incinme
konusudur, acıdan kaçınmak isterim.” (s.49)
“Gülmeyi seviyorum, eğlenmeyi, sevmeyi seviyorum. Bencil
olduğum için değil. Yanımda kurban rolü oynayan birini istemiyorum. Bu seni
sevmediğim anlamına gelmiyor ama senin düşünün sorumluluğunu ben üstlenemem.
Benimle ilişkin Parazitinin çok ağrına gidecek, çünkü biriktirdiğin atıklara
göre davranmak istemiyorum. Bu bencillik değil, öz sevgidir. Bencillik, kontrol
ve korku hemen her ilişkinin sonunu getirecektir. Vericilik, özgürlük ve sevgi
ilişkilerin en güzelini yaratır; sürüp giden bir aşk ilişkisini.” (s.51)
“Siz bir bütünsünüz. Sevgi içinizden geldiğinde sevgi
arayışınızın nedeni yalnızlık korkunuz olmaz. Kendinize karşı duyduğunuz onca
sevgi içinde yalnız da olursunuz, sorun değildir. Yalnız olmaktan mutluluk
duyar ama paylaşmaktan da zevk alırsınız.” (s.68)
“Yaraları sarılamayacak ilişkiniz yoktur. Her ilişki çok
güzel olabilir ama yola koyulmak size düşüyor. Gerçek’ten yararlanma, kendinize
gerçeğin diliyle seslenirken bütünüyle dürüst olma cesaretini göstermeniz
gerekiyor. Bütün dünyaya karşı dürüst olmasanız da kendi kendinize karşı
olabilirsiniz. Çevrenizde olup bitene siz karar veremeseniz de kendi
tepkilerinizi belirleyebilirsiniz. Tepkileriniz yaşamınızın düşüne, kişisel
düşünüze yol gösterecektir. Sizi mutlu ya da mutsuz kılan tepkilerinizdir.
Olağanüstü bir yaşam sürdürmenin anahtarıdır
tepkileriniz. Kendi tepkilerinizi kontrol altına almayı başarırsanız
alışkanlıklarınızı, oradan da yaşamınızı değiştirebilirsiniz.” (s.71)
“Kişisel düşünüzü yaptığınız seçimlerle belirlersiniz.
Seçimlerinizin sonuçlarından hoşlanıp hoşlanmayacağınızı düşünmeniz gerekir.
Size mutluluk verecek bir sonuç doğuracak eyleminizi sürdürün. Ama
hareketinizin yaşamınızda yol açtığı değişiklik ve yaşadığınız düş zevk
vermekten uzaksa hoşunuza gitmeyen sonuçlara neyin yol açtığını bulmaya
çalışın. Düşünüzü dönüştürmenin yolu budur.
Yaşamınız kişisel düşünüzün ifadesidir. Kişisel düşünüzün
programını dönüştürebilirseniz bir düş ustası haline gelebilirsiniz. Düş
ustası, yaşamından bir baş yapıt yaratandır.” (s.72)
“Gerçeği olduğu gibi görürseniz, tepki göstermezsiniz.”
(s.73)
“Bize seçme olanağı kazandıran farkındalığımızdır.
Farkındalığımızı sürekli kılarak alışkanlıklarımızı, tepkilerimizi, bütün
yaşamımızı değiştirebiliriz. Farkındalığa eriştiğimizde özgür iradeyi yeniden
kazanırız.” (s.74)
“Kimse görmeyi reddeden birisinden daha fazla kör
olamaz.” (s.76)
“Gerçekten, körlüğümüzün bedelini ödüyoruz. Gözümüzü
açar, yaşamı olduğu gibi görürsek büyük bir duygusal acının önüne geçeriz. Bu
risk almayacağımız anlamına gelmez. Yaşayan varlıklarız, riskleri göze almamız
gerekiyor. Dersimizi alır, yargılamaksızın yolumuza devam ederiz.” (s.76)
“Herkesin bir bedeli vardır. Yaşam bu bedele saygı
gösterir. Ama bu bedel dolar ya da altınla ölçülmez. Sevgiyle ölçülür.
Kendinizi ne kadar sevdiğiniz sizin bedelinizdir. Yaşam bu bedele saygı
gösterir. Kendinizi sevdiğinizde bedeliniz çok yüksektir, bu da kullanılmaya
karşı hoşgörünüzün çok düşük olduğu anlamına gelir. Düşüktür, çünkü kendinize
saygı duyarsınız. Kendinizi olduğunuz gibi seversiniz, bu da bedelinizi
yükseltir. Kendinizde sevmediğiniz şeyler bulduğunuzda bedeliniz biraz
düşecektir.
Kimi zaman kendini yargılama öylesine güçlüdür ki,
insanların kendi kendileriyle kalabilmeleri için kendilerini uyuşturmaları
gerekir.” (s.76)
“Siz olmayanı bir yana bırakırsanız geriye gerçek siz
olan kalır. Zihnin kendi kimliğini bulması uzun bir süreçtir. Bu yolda yürürken
size kendinizi güvenlikte hissettiren kişisel öykünüze tutunmaktan vazgeçer,
sonunda gerçekte ne olduğunuzun anlayışına kavuşursunuz.” (s.85)
“İnançlarınızı hiçbir zaman siz seçmediğiniz için
inandığınız şey olmadığınızı görürsünüz. Bu inançlar siz dünyaya geldiğinizde
de oradaydı. Beden de olmadığınızı görürsünüz, çünkü işlerliğiniz bedeniniz
olmaksızın başlamıştır. Düşün, zihnin siz olmadığını fark etmeye başlarsınız.
Ortaya çıkardığınız şey inanılır gibi değildir. Bir güç olduğunuzu
keşfedersiniz. Bedeninizin yaşamasını, zihninizin düş görmesini sağlayan bir
güç.” (s.85)
“Varolan her şey avcı ve avdır. Nedir avladığımız?
Gereksinimlerimizin karşılığı. Bedenin ihtiyaçlarına karşı zihnin
ihtiyaçlarından söz etmiştim. Zihin beden olduğuna inanırsa gereksinimleri
yanılsamadan ibarettir; karşılanamaz. Zihnin gerçek dışı gereksinimlerinin
peşinde avlandığımızda vahşi hayvanlara dönüşür, gereksinmediğimizi avlarız.
İnsanlar sevgi avlar. Kendimizi sevmediğimiz için
sevgiden yoksun olduğumuzda, sevgiye gereksindiğimize inanırız. Sevgiyi bizim
gibi olan başka insanlarda avlarız. Onlar da kendilerini sevmezken
bulabileceğimiz sevgi ne olacaktır ki? Bütün yaptığımız, gerçek olmayan daha da
büyük bir gereksinim yaratmak olur. Gereksindiğimiz sevgi başkalarında olmadığı
için yanlış yerde durur, avlanır da avlanırız.” (s.89)
“Gözlerinizin, duygularınızın aynası olduğunu
söyleyebilirsiniz. Dış Düş’ü gözlerinizle algılarsınız. Öfkeliyken dünyayı
öfkenin ardından görürsünüz. Gözleriniz kıskançlığın gözleriyken her şey
yüreğinizi daraltır. Kederin gözlerinden baktığınızda yağmur, sesler, her şey
sizi ağlatır. Yağmur yağmurdur. Bunun yargılanacak ya da yorumlanacak bir yanı
yoktur. Ama yağmuru duygusal bedeninizin durumuna göre algılarsınız. Üzgünseniz
hüznün gözleridir gözleriniz, algıladığınız her şeyde o olur.” (s.100)
“Duygusal yaran kalmadığında, yalnızca kabul görmek için
başkalarına inanmana da gerek kalmadığında her şeyi çok daha açık görürsün. Bir
şeyin siyah mı beyaz mı olduğunu görürsün. Şu anda doğru olmayan bir şey kısa
bir süre sonra doğru haline gelebilir. Her şey hızla değişir ama sen eğer
farkındaysan görebilirsin değişimi.” (s.106)
“Bizim bir yerlerden çıkagelip dünyayı kurtaracak kimseye
ihtiyacımız yok. Dünya bizi kurtarmak için dışarıdan geleceklere gereksinmiyor;
yaşayan bir varlık o, hepimizin toplamından da zeki.” (s.106)
Cennet düşünüzü siz yaratırsınız, sizin adınıza başka
birileri değil. Sizi kendi mutluluğunuz, kendi yaratıcılığınıza götüren tek şey
sağduyunuzdur.” (s.106)
“Yaşamınızı nasıl yaşamak istediğinizi seçebilirsiniz.
Kendinize karşı dürüstseniz yeni seçimler yapmak üzere her zaman özgür
olduğunuzu göreceksiniz.” (s.107)
“Yaralarınızı iyileştirmenin yegâne yolu bağışlamaktan
geçer. Birisini gördüğünüzde artık ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsanız
bağışlamışsınız demektir. İsmini duyduğunuzda hiçbir duygusal tepki yükselmez
içinizde. Bir yaraya dokunduğunuzda artık acımıyorsa gerçekten affettiğinizi
bilirsiniz. İzi kalacaktır elbette, tıpkı bedeninizdeki bir yaranın teninizde
bıraktığı iz gibi. Neler olduğunu, ne halde olduğunuzu hatırlarsınız. Ama yara
bir kez iyileştiğinde acı vermez artık.” (s.108)
“Size yapılanın sizinle hiçbir ilgisi olmadığını bilerek
bağışlayın insanları. Anımsıyor musunuz; herkes kendi düşünü düşler. Bir
kimsenin sizi yaralayan sözleriyle eylemleri bu kişinin kendi zihnindeki
şeytanlara gösterilmiş bir tepkiden başka şey değildir. Cehennemde düş
görüyordur. Siz ise rüyasındaki ikincil bir kişiliksiniz. Başka birisinin
yaptığı hiçbir şey sizin yüzünüzden değildir. Bir kez bu farkındalığa
eriştikten, hiçbir şeyi üzerinize almamaya başladıktan sonra şefkat ve anlayış
sizi bağışlayıcı kılacaktır.” (s.110)
“İyileşme budur. Üç yalın nokta: gerçek, bağışlayıcılık
ve öz sevgi. Bu üç noktayla bütün dünya iyileşir, akıl hastanesi olmaktan
çıkar.” (s.112)
“Bizi kendimize götürecek olan bilgi değil, bilgeliktir.
Bilgi ve bilgelik arasında bir ayrım yapmamız gerek, çünkü bu ikisi aynı şey
değil. Bilgeliğin bilgiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bilgelik özgürlükle
ilişkilidir. Bilgeyseniz kendi zihninizi kullanmada, kendi hayatınızı yaşamada
özgürsünüzdür. Sağlıklı bir zihin Parazitten özgürdür. Ehlileştirilmeden önceki
gibi özgürleşmiştir yeniden. Zihninizi iyileştirdiğinizde, Düşten
kurtulduğunuzda artık masum değil, bilge olursunuz. Önemli bir fark dışında
çoğu açıdan yeniden bir çocuk gibi olursunuz. Çocuk masumdur. Acı ya da
mutsuzluğa bu nedenle sürüklenir. Düşü aşan ise bilgedir. Bu nedenle
sürüklenmez çünkü artık biliyordur. Düşün bilgisine erişmiştir.
Bilge olmak için bilgi yığmanıza gerek yok. Herkes bilge
olabilir. Herkes. Bilgeye dönüştüğünüzde yaşam kolaylaşır. Çünkü gerçekte
kimseniz o hale gelirsiniz. Olmadığınızı olmak, kendiniz ve başkalarını
olmadığınız gibi olduğunuza inandırmak zordur. Olmadığınızı olmaya çalışmak
bütün enerjinizi tüketir. Kendiniz olmak hiçbir çaba gerektirmez.” (s.117)