“1902 yılında eşi ve beş çocuğunun annesi olacak Emma
Rauschenbach’la nişanlandı. Jung bu zamana dek bir günlük tuttu. Günlüğündeki
son yazılardan olan Mayıs 1902 tarihli notta şöyle yazmıştı: “Artık kendimle
yalnız değilim, korkutucu-güzel yalnızlık duygusunu ancak yapay olarak
anılarımda çağırabiliyorum. Bu da sevginin karanlık yüzü.” Jung için
evliliğinin anlamı alıştığı yalnızlığından uzaklaşmasıydı.” (s.8)
“İçsel olanla uyum kurmak için bireyselleşmek gerekiyordu
ve bu da başkalarıyla uyum kurmanın karşıtıydı. Bireyselleşme ancak az sayıda
insana uygundu. Yeterince yaratıcı olamayanların toplumla arasındaki kolektif
uymacılığı yeniden kurması gerekecek.” (s.46)
“Yol içimizde, tanrılarda değil, öğretilerde ya da
yasalarda da değil. Yol, doğruluk ve yaşam içimizde.” (s.102)
“Güç güce karşı durur, kibir kibre, sevgi sevgiye.
İnsanlığa onur verin ve yaşamın daha iyi yolu bulacağına güvenin. Tanrılığın
bir gözü kördür. Tanrılığın bir kulağı sağırdır, varlığının düzeni kaosla
kesişir. O halde dünyanın topallığına karşı sabırlı olun ve tamamına ermiş
güzelliğine aşırı değer vermeyin.” (s.103)
“Yine de bir şeyi bilmelisin; öğrendiğim bir şey, insanın
bu hayatı yaşamasının gerektiği. Bu hayat yoldur, bizim tanrısal diyeceğimiz
akıl sır ermez olana giden, nicedir aranan yoldur. Başka yol yok, diğer tüm
yollar yanlış izde. Ben doğru yolu buldum, o beni sana, ruhuma getirdi.”
(s.104)
“İşlerin değişmeye başladığı otuz beşinci yıl, yaşamın
gölge yanının, ölüme inişin ilk anıdır o. “ (s.104)
“Ruh üzerine ne çok düşünüyor ve ne çok söylüyordum. Onun
hakkında bilgece sözcükler biliyor, onu yargılıyor ve bilimsel bir nesneye
dönüştürüyordum. Ruhumun, yargımın ve bilgimin nesnesi olamayacağını hesaba
katmıyordum; oysa asıl benim yargım ve bilgim ruhumun nesnesiydi. Böylece
derinlerin tini beni ruhumla konuşmaya, ona yaşayan ve kendinde var olan bir
varlık olarak seslenmeye zorladı. Ruhumu kaybettiğimin farkına varmak zorunda
kaldım.” (s.105)
“İstekleri dış şeylerden yüz çeviren kişi, ruhun olduğu
yere ulaşır. Ruhu bulamazsa boşluğun dehşeti onu kaplar ve korku onu zamanı
kamçılayan bir kırbaçla sürükler ve yine dünyanın sığ şeyleri için umutsuz bir
çaba ve kör bir istek duymaya devam eder. Sonsuz isteğiyle budalalaşır ve
ruhunun yolunu yitirir ve bir daha da bulamaz. Her şeyin peşinden koşar ve
onları sıkı sıkıya tutar ama ruhunu bulamaz çünkü ruhunu ancak kendi içinde
bulabilir.” (s.106)
“Dostlarım, ruhu beslemek bilgeliktir, yoksa yüreğinizde
ejderler ve şeytanlar beslersiniz.” (s.106)
“Bitkinim, ruhum, gezginliğim, kendimi kendi dışımda
arayışım çok uzun sürdü. Şimdi onca olay geçtikten sonra başımdan, hepsinin
ardında seni buldum. Olaylar, insanlık ve dünya yoluyla yanılgılarım üzerine
keşiflerim oldu. İnsanlar buldum. Seni de ruhum, önce insanların içindeki
imgelerde, sonra da bizzat kendin olarak yeniden buldum.” (s.107)
“Dünyada hiç ondan başka bir şey aramamış yorgun bir
gezgin gibi ruhuma yakınlaşacağım. Ruhumun en sonunda her şeyin ardında yattığını öğreneceğim ve dünyayı baştan başa
dolaşıyorsam bunu eninde sonunda ruhumu bulmak çin yapıyorum. En sevilenler
bile arayışı sürekli devam eden sevginin hedefi ve sonu değil, onlar kendi
ruhlarının simgeleri.” (s.109)
“Düşler, ruhun yol gösteren sözleridir.” (s.109)
“Düşler yaşama giden yolu döşer ve siz onların dilini
anlamadan o sizi belirler. İnsan bu dili öğrenmek ister ama kim öğretebilir ve
öğrenebilir? Bilginlik tek başına yeterli olmaz; yürekte daha derin bir içgörü
veren bir bilgi bulunur.” (s.109)
“Şu ana dek yaşanmamış kalanı yaşamak zorunda olmamak
için kendinden kaçar gibisin. Oysa kendinden kaçamazsın. O hep seninle ve
tamamlanmak istiyor. Bu isteğe karşı kör ve sağır taklidi yaparsan kendi
kendine kör ve sağırmış gibi yapmış olursun. Bu şekilde yüreğin bilgisine
hiçbir zaman ulaşamayacaksın.” (s.110)
“Ben de anlam olmadan yaşamayı öğrenmeli miyim? istediğin
buysa, öyle olsun. Bu senin zamanın. Anlam olmayan yerde ne var? Bana kalırsa
salt anlamsızlık ve çılgınlık. Ben bir insanım, sense Tanrı gibi aşarak
gidiyorsun. Ne işkence! Kendime, en küçük şeylerime dönmem gerek.” (s.114)
“Yazgı ne zor! Ruhuna doğru bir adım atarsan, önce
anlamdan yoksun kalacaksın. Anlamsızlığa, sonsuz düzensizliğe gömüldüğüne
inanacaksın. Haklı da olacaksın. Hiçbir şey seni düzensizlikten ve
anlamsızlıktan kurtarmayacak çünkü bu, dünyanın diğer yarısı.” (s.115)
“Sevgi dolu bir ruhla konuştum ve ona yaklaştıkça dehşete
kapıldım, kuşkudan bir duvar ördüm ve böylece kendimi korkutucu ruhumdan
korumak istediğimi öngöremedim..
Derinliklerde korkuyorsunuz, sizi korkutmalı çünkü
gelecek olanın yolu ondan geçiyor. Korku ve kuşkunun ayartmasına
kapılmamalısınız ve aynı zamanda korkunuzun haklı olduğunu ve kuşkunuzun
mantıklı olduğunu sonuna kadar kabul etmelisiniz. Yoksa nasıl gerçek bir
ayartma ve gerçek bir üstesinden gelme olabilir?” (s.115)
“Yaratıcı gücün dünyaya döndüğünde ölü şeylerin altında
ve içinde nasıl hareketlendiğini, nasıl büyüyüp serpildiklerini ve
düşüncelerinin zengin ırmaklara aktığını görmedin mi? Yaratıcı gücün şimdi
ruhun mekânına dönerse ruhunun nasıl yeşerdiğini ve tarlasının harika meyveyi
verdiğini göreceksin.” (s.118)
“Senin kabın olduğumu, sensiz boş
kaldığımı, seninle dolup taştığımı bilmiyordum.” (s.120)
“Yaşam bize olaylardan değil
bizden gelir. Olan olaylar hep aynıdır. Oysa insanın yaratıcı derinlikleri her
zaman aynı değildir. Olaylar hiçbir şey göstermez, yalnızca bizi gösterir.
Olayların anlamını biz yaratırız. Anlam yapaydır, her zaman öyleydi. Onu biz
yapıyoruz. Bu yüzden de kendi içimizde olayların anlamını arıyoruz ki gelecek
olanın yolu görünür olsun ve yaşamımız yeniden akabilsin.” (s.127)
“Olayların anlamı, yarattığınız kurtuluş yoludur.
Olayların anlamı, yarattığınız bu dünyadaki yaşam olasılığından gelir. Bu
dünyanın ustası olmanız ve ruhunuzu bu dünyada teyit etmenizdir.” (s.127)
“Kendi içimde görmemiş olsaydım, gelecek olanı göremezdim.
O halde ben de o cinayetin bir parçasıyım; cinayet gerçekleştirildikten sonra
derinliklerin güneşi de içimde ışıldıyor; güneşi silip yiyip bitirmek isteyen
bin yılan da benim içimde. Ben kendim katil ve katledilen, kurban eden ve
kurban edilenim.” (s.127)
“İnsan yalnızca sağduyu ya da yalnızca hazla yaşayamaz.
Her ikisine de gereksinim duyar. Yine de aynı anda hem sağduyu hem hazda
olamazsınız, sağduyuda ve hazda olma sırayla değişmelidir, yani egemen yasaya
boyun eğerken diğerine sadık kalınmaz da denilebilir. Ama insanlar ya birini ya
diğerini yeğler. Bazıları düşünmeyi sever ve yaşam sanatını bunun üzerine
kurar. Düşünmeyi ve dikkati uygular, hazlarını yitirirler. İşte bu yüzden de
yaşlanırlar, yüzleri keskinleşir. Bazıları da hazzı sever, hissetmeyi ve
yaşamayı uygular. Böylece düşünmeyi unuturlar. Bu yüzden de genç ve kör
olurlar. Düşünenler dünyayı düşünce üzerine, hissedenler duygu üzerine kurar.
Her ikisinde de doğru ve yanlış bulunur.” (s.153)
“Düşünme, hata yoluna karşı korur ve dolayısıyla
taşlaşmaya yol açar.” (s.154)
“İnsanın kendini düşünceye gizlemesinin yararı yoktur.
Katılaşma insanı orada ele geçirir.” (s.154)
“Düşünen kişi hazzını kabullensin ve hisseden insan
düşüncesini kabullensin. Bu ona yol gösterir.” (s.155)
“Düşüncelerinin dünyasında olduğun için düşüncelerin
olmak zorunda mısın? Oysa düşüncelerin de tıpkı bedeninin dışında duran ağaçlar
ve hayvanlar gibi benliğinin dışındadır.” (s.158)
“Düşünce dünyam benim için dünyadan çok sözdü. Düşünce
dünyamı şöyle düşündüm: o ben’dir.” (s.154)
“İnsanın kendini yaşaması şu anlama gelir; insanın kendi
ödevi olması. İnsanın kendini yaşamasının hoş olduğunu asla söylemeyin. Bu uzun
bir acı çekme olacak, hoşnutluk değil çünkü kendi yaratıcınız olmanız
gerekecek. Kendinizi yaratmak istediğinizde en iyi ve en yüksekle değil, en
kötü ve en derinle başlarsınız.” (s.160)
“Bir düşünür olarak duygumu reddettim ama yaşamın bir
parçasını reddetmiştim.” (s.162)
“Sen ruhunda gereksinim duyduğun şeyin kölesisin.”
(s.194)
“İç dünya gerçekten sonsuzdur ve hiçbir şekilde dış
dünyadan yoksul değildir. İnsan iki dünyada yaşar. Budala ise ya orada ya
burada yaşar, hiçbir zaman orada ve burada yaşamaz.” (s.195)
“Ne isen o olmak yeniden doğuşun banyosudur.
Derinliklerde, varlık koşulsuz bir süreklilik değil, sonsuzca yavaş bir
gelişmedir. Bataklık suyu gibi durgun olduğunu düşünürsün ama yeryüzünün en
büyük derinliklerini kaplayan denize doğru yavaşça akarsın ve o kadar geniştir
ki karalar sınırsız denizin rahmine gömülmüş bir adaya benzer.” (s.203)
“Yaşam ne çok ölüme gerek duyuyor.” (s.229)
“Ölüme bakıyorum çünkü bana nasıl yaşanacağını
öğretiyor.” (s.229)
“Doğru olanı yaşamak ve yanlış olanı ölüme bırakmak,
yaşam sanatı budur.” (s.229)
“Kendimi bu sözler için bağışlıyorum, senin, parıldayan
ışığını istediğim için beni bağışlaman gibi.” (s.160)
“Veriyoruz ve alıyoruz dileğince.
Sağa dönmek istedik, yön gösterdin sola döndük.
Yükselip düşüyoruz, dalgalanıyoruz, duruyoruz.
Görüyoruz ve körüz, işitiyoruz ve sağırız,
Sözünü hep dinleyip evet ve hayır diyoruz.
Kavramıyoruz ve kavranamazı yaşıyoruz.
Sevmiyoruz ve sevilmeyeni yaşıyoruz.
Ve yine kendi çevremizde evrilip kavrıyoruz ve anlaşılırı
yaşıyoruz.” (s.261)
“Gücün bize ne yararı var? Biz yönetmek istemiyoruz.
Yaşamak istiyoruz, ışık ve sıcaklık istiyoruz.” (s.264)
“İnsan boşlukla doluluk arasında durur. Gücü dolulukla
birleşirse bütünüyle biçimlendirici olur. Bu biçimlenmenin her zaman iyi bir
yönü bulunur. Bu güç boşlukla birleşirse dağıtıcı ve yıkıcı bir etki yapar
çünkü boşluk asla biçimlendirilemez ancak doluluk pahasına kendini doyurmaya
çabalar.” (s.268)
“İnsandan daha güçlü olmayan bir Tanrı nedir? Yine de
kutsal dehşeti tatmalısın. İnsan doğasının kara dibine dokunmadan ekmeğin ve
şarabın tadına varmaya değer misin? İşte bu yüzden ılıman ve soluk gölgelersin,
sığ kıyılarınla ve geniş kır yollarınla gurur duyuyorsun. Oysa bentlerin
kapıları açılacak, orada seni ancak Tanrı’nın kurtarabileceği amansız şeyler
var.” (s.279)
“Yaşadıklarını yanında götürürsün ve yeni bir şeye doğru
ilerlersin.” (s.281)
“Düşünme düşünülemez olana çıktığında basit yaşama dönme
zamanı gelmiştir. Düşünmenin çözemediğini yaşam çözer ve eylemin asla karar
vermediği şey düşünmeye ayrılmıştır.” (s.287)
“Herkesin ruhunda sakin, her şeyin apaçık ve kolayca
açıklanabilir olduğu bir yer, yaşamın kafa karıştıran olasılıklarından kaçmayı
sevdiği bir yer vardır çünkü orada her şey yalın ve açıktır, amaç belli ve
sınırlıdır. İnsan hiçbir şey konusunda bu yer üzerine olduğu kadar güvenle
söyleyemez: Sen ancak şusun.
Ve gerçekten de böyle söyledi.
Bu yer bile düzgün bir yüzey, gündelik bir duvar, kaosun
gizeminin üzerinde güvenle korunan ve sık cilalanan bir kabuktan başka bir şey
değil. Duvarların bu en gündelik olanı kırılırsa kaousun seli önüne geleni
devirir geçer. Kaos tek değil, bilinmeyen bir çokluktur.” (s.294)
“Amacı yıkım olan herkes kendini yok ederek ortadan
kalkacak. Olmuşa saygı duy daha çok, çünkü derin saygı bir lütuftur.” (s.297)
“Olmuşa saygın olsun ki sevginin yasası aşağıda olanın ve
geçmişe ait olanın geri getirilmesi yoluyla kurtuluş olsun, ölülerin sınırsız
efendiliği ile cehennem azabı değil. Yine de zamanından önce ölenlerin tinleri
bugünkü tamamlanmamışlığımız uğruna evlerimizin tavan aralarında karanlık
sürüler olarak yaşamayı sürdürecek ta ki biz eski çağlardan beri var olanı
sevgi yasasıyla geri getirerek onlara kurtuluşlarını verene dek. Bizim baştan
çıkma dediğimiz, zamanından önce ve tamamlanmadan önce göçmüş ölülerin iyinin
ve yasanın suçluluğu vasıtasıyla bizden istediğidir. Hiçbir iyi haksızlık
yapmayacak ve kırılmaması gerekeni kırmayacak kadar tamam değildir çünkü.”
(s.299)
“Seni kaostan koruyabilecek tek şey kabullenmedir.”
(s.300)
“Delilik tinin özel bir biçimidir ve bütün öğretilere ve
felsefelere, daha da çok gündelik yaşama tutunur çünkü yaşamın kendisi
çılgınlıkla doludur ve temelde tamamen mantık dışıdır. İnsan kendisi için
kurallar yapabilsin diye aklı ister. Yaşamın kuralı yoktur. Bu onun gizemi ve
bilinmeyen yasasıdır. Senin bilgi dediğin, yaşama anlaşılır bir şeyler yükleme
çabasıdır.” (s.301)
“Şimdi sessizlik. Gürültü yok, esinti yok. Her şey
kaskatı ve ölüm sessizliğinde. Bekliyorum, gizliden gizliye kaygılanıyorum.
Denizden bir ağacın yükseldiğini görüyorum. Tacı cennete erişiyor ve kökleri
cehenneme uzanıyor. Bütünüyle yalnız, umutsuzum ve uzaklardan bakıyorum. Sanki
bütün yaşam benden uçup gitmiş ve kavranamaz ve korku dolu olana geçmiş hepten.
Son derece zayıf ve yetersizim. Kurtuluş diye fısıldıyorum. Tuhaf bir ses
konuşuyor: Burada kurtuluş yok, sessiz olman gerekiyor, yoksa diğerlerini
rahatsız edersin. Gece oldu ve insanlar uyumak istiyor.
Görüyorum, konuşan kişi hizmetli. Zayıf bir lamba odaya
loş bir ışık veriyor ve odaya keder çöküyor.
B: Yolu bulamadım.
Şöyle diyor: Şimdi bir yol bulman gerekmiyor.
Doğruyu söylüyor. Yol ya da insanların üzerinden gittiği
her ne ise bizim yolumuz, doğru yol. Geleceğe giden hazır bir yol yok. Bu yol
olduğunu söylüyoruz ve öyle. Yolumuza devam ederek yollar yapıyoruz. Aradığımız
doğru, yaşamlarımız. Yalnızca benim yaşamım doğru, her şeyin ötesindeki doğru.
Doğruyu onu yaşayarak yaratıyoruz.” (s.304)
“Sözlerin, yalnızca sözlerin cehennem gibi ağları var ama
nedir sözler? Çekingen ol sözlere, onlara değer ver, güvenli sözleri,
aldatmacasız sözleri al, onları birbirine dolandırma ki ağ olmasın çünkü
tuzağına düşen ilk sen olursun. Sözlerin anlamı vardır çünkü. Sözlerle alt
dünyayı yukarı çekersin. Söz, en değersiz ve en görkemli. Sözlerde boşluk ve
doluluk birlikte akar. Bu yüzden Tanrı’nın imgesidir söz. Söz insanın yarattığı
en büyük ve en küçüktür, tıpkı insan yoluyla yaratılanın en büyük ve en küçük
olması gibi.” (s.304)
“Sahip olunmayan her zaman kaosla birleşir ve gizemli
gelgitin parçası olur.” (s.308)
“Birine giden ama aynı zamanda kendine doğru geleni kabullenmeyip
ötekine gitmeyen yalnızca biri öğretecek ve yaşayacak ve onu gerçeğe çevirecek.
Onun kurbanı olacak o çünkü. Birine gider ve böylece sana yaklaşan ötekini
düşmanın olarak görürsen ötekine karşı savaşırsın. Böyle yaparsın çünkü
ötekinin de içinde olduğunu göremezsin. Tam tersine, ötekinin aslında dışından
geldiğini düşünürsün ve onu görüşleri ve eylemleri seninkilerle çatışan
hemcinslerinde görürsün. Böylece ötekiyle savaşırsın ve bütünüyle körleşirsin.
Oysa kendine yaklaşanı, o da kendinde olduğu için kabul eden daha fazla
tartışmaya, atışmaya girmez, kendi içine bakar ve sessizliğini korur.” (s.309)
“Her şey kusurludur ve bu yüzden de kusursuzluk
yalnızlıktır. Oysa yalnızlık yoldaş arar. Öyleyse kusursuzluğun anlamı
topluluktur. Ben kusursuzluğum, ama kusursuzlaştırılmış, ancak sınırlarını
edinmiş olandır. Ben sonrasız ışığım, ama kusursuz olan gün ile gece arasında
durandır. Ben sonrasız sevgiyim, ama kusursuz olan sevgisinin yanına adak
bıçağı yerleştirmiş olandır. Ben güzelliğim, ama kusursuz olan tapınak duvarına
karşı oturan ve para için ayakkabı onarandır. Kusursuz olan yalındır,
yalnızdır, hemfikirdir. Bu yüzden de çeşit arar, topluluk, belirsizlik arar.”
(s.311)
“Kötüyü yaşamak uğruna iyiye ihanet etmek için iyi ve
kötü bilgini asla yadsıyamazsın. İyi ile kötüyü birbirinden ayırt ettiğin anda
onları tanırsın. Onlar yalnızca büyümede birleşmiştir. Oysa en büyük kuşkuda
yerinde kalırsan büyürsün ve bu yüzden de büyük kuşkudayken durgunluk yaşamın
gerçek çiçeğidir.” (s.312)
“Yaşam sürmeli, doğumdan ölüme, ölümden doğuma, güneşin
yolu gibi kesintisiz. Her şey yolunda ilerlemeli. Böyle dedi ruhum. Yine de ben
gelişigüzel ve müthiş bir oyun oynuyorum kendimle. Gün mü gece mi? Uyuyor muyum
uyanık mıyım?” (s.313)
“Ruhum her şeyde, yine de her şeyin
ötesinde.” (s.313)
“Unutma, kendini bilebilirsin ve bu bilgi de yeterlidir.
Oysa başkalarını ve diğer her şeyi bilemezsin. Kendin dışındakini bilmeye karşı
dikkatli ol, yoksa bu varsayılan bilgi kendilerini bilenlerin yaşamlarını
boğar. Bilen kendini bilebilir. Bu da onun sınırıdır.” (s.327)
“Yaşam özgürdür ve kendi yolunu seçer. Yeterince
sınırlıdır, o zaman daha fazla sınır biriktirme. Öyleyse sınırlandıran her şeyi
kesip atıyorum. Burada durdum, dünyanın bilmece gibi çeşitliliği ortada.”
(s.328)
“Sen içindeki yolu tamamlamalısın.” (s.333)