30 May 2020

Carl Gustav Jung - Kırmızı Kitap


“1902 yılında eşi ve beş çocuğunun annesi olacak Emma Rauschenbach’la nişanlandı. Jung bu zamana dek bir günlük tuttu. Günlüğündeki son yazılardan olan Mayıs 1902 tarihli notta şöyle yazmıştı: “Artık kendimle yalnız değilim, korkutucu-güzel yalnızlık duygusunu ancak yapay olarak anılarımda çağırabiliyorum. Bu da sevginin karanlık yüzü.” Jung için evliliğinin anlamı alıştığı yalnızlığından uzaklaşmasıydı.” (s.8)

“İçsel olanla uyum kurmak için bireyselleşmek gerekiyordu ve bu da başkalarıyla uyum kurmanın karşıtıydı. Bireyselleşme ancak az sayıda insana uygundu. Yeterince yaratıcı olamayanların toplumla arasındaki kolektif uymacılığı yeniden kurması gerekecek.” (s.46)

“Yol içimizde, tanrılarda değil, öğretilerde ya da yasalarda da değil. Yol, doğruluk ve yaşam içimizde.” (s.102)

“Güç güce karşı durur, kibir kibre, sevgi sevgiye. İnsanlığa onur verin ve yaşamın daha iyi yolu bulacağına güvenin. Tanrılığın bir gözü kördür. Tanrılığın bir kulağı sağırdır, varlığının düzeni kaosla kesişir. O halde dünyanın topallığına karşı sabırlı olun ve tamamına ermiş güzelliğine aşırı değer vermeyin.” (s.103)

“Yine de bir şeyi bilmelisin; öğrendiğim bir şey, insanın bu hayatı yaşamasının gerektiği. Bu hayat yoldur, bizim tanrısal diyeceğimiz akıl sır ermez olana giden, nicedir aranan yoldur. Başka yol yok, diğer tüm yollar yanlış izde. Ben doğru yolu buldum, o beni sana, ruhuma getirdi.” (s.104)

“İşlerin değişmeye başladığı otuz beşinci yıl, yaşamın gölge yanının, ölüme inişin ilk anıdır o. “ (s.104)

“Ruh üzerine ne çok düşünüyor ve ne çok söylüyordum. Onun hakkında bilgece sözcükler biliyor, onu yargılıyor ve bilimsel bir nesneye dönüştürüyordum. Ruhumun, yargımın ve bilgimin nesnesi olamayacağını hesaba katmıyordum; oysa asıl benim yargım ve bilgim ruhumun nesnesiydi. Böylece derinlerin tini beni ruhumla konuşmaya, ona yaşayan ve kendinde var olan bir varlık olarak seslenmeye zorladı. Ruhumu kaybettiğimin farkına varmak zorunda kaldım.” (s.105)

“İstekleri dış şeylerden yüz çeviren kişi, ruhun olduğu yere ulaşır. Ruhu bulamazsa boşluğun dehşeti onu kaplar ve korku onu zamanı kamçılayan bir kırbaçla sürükler ve yine dünyanın sığ şeyleri için umutsuz bir çaba ve kör bir istek duymaya devam eder. Sonsuz isteğiyle budalalaşır ve ruhunun yolunu yitirir ve bir daha da bulamaz. Her şeyin peşinden koşar ve onları sıkı sıkıya tutar ama ruhunu bulamaz çünkü ruhunu ancak kendi içinde bulabilir.” (s.106)

“Dostlarım, ruhu beslemek bilgeliktir, yoksa yüreğinizde ejderler ve şeytanlar beslersiniz.” (s.106)

“Bitkinim, ruhum, gezginliğim, kendimi kendi dışımda arayışım çok uzun sürdü. Şimdi onca olay geçtikten sonra başımdan, hepsinin ardında seni buldum. Olaylar, insanlık ve dünya yoluyla yanılgılarım üzerine keşiflerim oldu. İnsanlar buldum. Seni de ruhum, önce insanların içindeki imgelerde, sonra da bizzat kendin olarak yeniden buldum.” (s.107)

“Dünyada hiç ondan başka bir şey aramamış yorgun bir gezgin gibi ruhuma yakınlaşacağım. Ruhumun en sonunda her şeyin ardında  yattığını öğreneceğim ve dünyayı baştan başa dolaşıyorsam bunu eninde sonunda ruhumu bulmak çin yapıyorum. En sevilenler bile arayışı sürekli devam eden sevginin hedefi ve sonu değil, onlar kendi ruhlarının simgeleri.” (s.109)

“Düşler, ruhun yol gösteren sözleridir.” (s.109)

“Düşler yaşama giden yolu döşer ve siz onların dilini anlamadan o sizi belirler. İnsan bu dili öğrenmek ister ama kim öğretebilir ve öğrenebilir? Bilginlik tek başına yeterli olmaz; yürekte daha derin bir içgörü veren bir bilgi bulunur.” (s.109)

“Şu ana dek yaşanmamış kalanı yaşamak zorunda olmamak için kendinden kaçar gibisin. Oysa kendinden kaçamazsın. O hep seninle ve tamamlanmak istiyor. Bu isteğe karşı kör ve sağır taklidi yaparsan kendi kendine kör ve sağırmış gibi yapmış olursun. Bu şekilde yüreğin bilgisine hiçbir zaman ulaşamayacaksın.” (s.110)

“Ben de anlam olmadan yaşamayı öğrenmeli miyim? istediğin buysa, öyle olsun. Bu senin zamanın. Anlam olmayan yerde ne var? Bana kalırsa salt anlamsızlık ve çılgınlık. Ben bir insanım, sense Tanrı gibi aşarak gidiyorsun. Ne işkence! Kendime, en küçük şeylerime dönmem gerek.” (s.114)

“Yazgı ne zor! Ruhuna doğru bir adım atarsan, önce anlamdan yoksun kalacaksın. Anlamsızlığa, sonsuz düzensizliğe gömüldüğüne inanacaksın. Haklı da olacaksın. Hiçbir şey seni düzensizlikten ve anlamsızlıktan kurtarmayacak çünkü bu, dünyanın diğer yarısı.” (s.115)

“Sevgi dolu bir ruhla konuştum ve ona yaklaştıkça dehşete kapıldım, kuşkudan bir duvar ördüm ve böylece kendimi korkutucu ruhumdan korumak istediğimi öngöremedim..
Derinliklerde korkuyorsunuz, sizi korkutmalı çünkü gelecek olanın yolu ondan geçiyor. Korku ve kuşkunun ayartmasına kapılmamalısınız ve aynı zamanda korkunuzun haklı olduğunu ve kuşkunuzun mantıklı olduğunu sonuna kadar kabul etmelisiniz. Yoksa nasıl gerçek bir ayartma ve gerçek bir üstesinden gelme olabilir?” (s.115)

“Yaratıcı gücün dünyaya döndüğünde ölü şeylerin altında ve içinde nasıl hareketlendiğini, nasıl büyüyüp serpildiklerini ve düşüncelerinin zengin ırmaklara aktığını görmedin mi? Yaratıcı gücün şimdi ruhun mekânına dönerse ruhunun nasıl yeşerdiğini ve tarlasının harika meyveyi verdiğini göreceksin.” (s.118)

“Senin kabın olduğumu, sensiz boş kaldığımı, seninle dolup taştığımı bilmiyordum.” (s.120)


“Yaşam bize olaylardan değil bizden gelir. Olan olaylar hep aynıdır. Oysa insanın yaratıcı derinlikleri her zaman aynı değildir. Olaylar hiçbir şey göstermez, yalnızca bizi gösterir. Olayların anlamını biz yaratırız. Anlam yapaydır, her zaman öyleydi. Onu biz yapıyoruz. Bu yüzden de kendi içimizde olayların anlamını arıyoruz ki gelecek olanın yolu görünür olsun ve yaşamımız yeniden akabilsin.” (s.127)


“Olayların anlamı, yarattığınız kurtuluş yoludur. Olayların anlamı, yarattığınız bu dünyadaki yaşam olasılığından gelir. Bu dünyanın ustası olmanız ve ruhunuzu bu dünyada teyit etmenizdir.” (s.127)

“Kendi içimde görmemiş olsaydım, gelecek olanı göremezdim. O halde ben de o cinayetin bir parçasıyım; cinayet gerçekleştirildikten sonra derinliklerin güneşi de içimde ışıldıyor; güneşi silip yiyip bitirmek isteyen bin yılan da benim içimde. Ben kendim katil ve katledilen, kurban eden ve kurban edilenim.” (s.127)

“İnsan yalnızca sağduyu ya da yalnızca hazla yaşayamaz. Her ikisine de gereksinim duyar. Yine de aynı anda hem sağduyu hem hazda olamazsınız, sağduyuda ve hazda olma sırayla değişmelidir, yani egemen yasaya boyun eğerken diğerine sadık kalınmaz da denilebilir. Ama insanlar ya birini ya diğerini yeğler. Bazıları düşünmeyi sever ve yaşam sanatını bunun üzerine kurar. Düşünmeyi ve dikkati uygular, hazlarını yitirirler. İşte bu yüzden de yaşlanırlar, yüzleri keskinleşir. Bazıları da hazzı sever, hissetmeyi ve yaşamayı uygular. Böylece düşünmeyi unuturlar. Bu yüzden de genç ve kör olurlar. Düşünenler dünyayı düşünce üzerine, hissedenler duygu üzerine kurar. Her ikisinde de doğru ve yanlış bulunur.” (s.153)

“Düşünme, hata yoluna karşı korur ve dolayısıyla taşlaşmaya yol açar.” (s.154)

“İnsanın kendini düşünceye gizlemesinin yararı yoktur. Katılaşma insanı orada ele geçirir.” (s.154)

“Düşünen kişi hazzını kabullensin ve hisseden insan düşüncesini kabullensin. Bu ona yol gösterir.” (s.155)

“Düşüncelerinin dünyasında olduğun için düşüncelerin olmak zorunda mısın? Oysa düşüncelerin de tıpkı bedeninin dışında duran ağaçlar ve hayvanlar gibi benliğinin dışındadır.” (s.158)

“Düşünce dünyam benim için dünyadan çok sözdü. Düşünce dünyamı şöyle düşündüm: o ben’dir.” (s.154)

“İnsanın kendini yaşaması şu anlama gelir; insanın kendi ödevi olması. İnsanın kendini yaşamasının hoş olduğunu asla söylemeyin. Bu uzun bir acı çekme olacak, hoşnutluk değil çünkü kendi yaratıcınız olmanız gerekecek. Kendinizi yaratmak istediğinizde en iyi ve en yüksekle değil, en kötü ve en derinle başlarsınız.” (s.160)

“Bir düşünür olarak duygumu reddettim ama yaşamın bir parçasını reddetmiştim.” (s.162)

“Sen ruhunda gereksinim duyduğun şeyin kölesisin.” (s.194)

“İç dünya gerçekten sonsuzdur ve hiçbir şekilde dış dünyadan yoksul değildir. İnsan iki dünyada yaşar. Budala ise ya orada ya burada yaşar, hiçbir zaman orada ve burada yaşamaz.” (s.195)

“Ne isen o olmak yeniden doğuşun banyosudur. Derinliklerde, varlık koşulsuz bir süreklilik değil, sonsuzca yavaş bir gelişmedir. Bataklık suyu gibi durgun olduğunu düşünürsün ama yeryüzünün en büyük derinliklerini kaplayan denize doğru yavaşça akarsın ve o kadar geniştir ki karalar sınırsız denizin rahmine gömülmüş bir adaya benzer.” (s.203)

“Yaşam ne çok ölüme gerek duyuyor.” (s.229)

“Ölüme bakıyorum çünkü bana nasıl yaşanacağını öğretiyor.” (s.229)

“Doğru olanı yaşamak ve yanlış olanı ölüme bırakmak, yaşam sanatı budur.” (s.229)

“Kendimi bu sözler için bağışlıyorum, senin, parıldayan ışığını istediğim için beni bağışlaman gibi.” (s.160)

“Veriyoruz ve alıyoruz dileğince.
Sağa dönmek istedik, yön gösterdin sola döndük.
Yükselip düşüyoruz, dalgalanıyoruz, duruyoruz.
Görüyoruz ve körüz, işitiyoruz ve sağırız,
Sözünü hep dinleyip evet ve hayır diyoruz.
Kavramıyoruz ve kavranamazı yaşıyoruz.
Sevmiyoruz ve sevilmeyeni yaşıyoruz.
Ve yine kendi çevremizde evrilip kavrıyoruz ve anlaşılırı yaşıyoruz.” (s.261)

“Gücün bize ne yararı var? Biz yönetmek istemiyoruz. Yaşamak istiyoruz, ışık ve sıcaklık istiyoruz.” (s.264)

“İnsan boşlukla doluluk arasında durur. Gücü dolulukla birleşirse bütünüyle biçimlendirici olur. Bu biçimlenmenin her zaman iyi bir yönü bulunur. Bu güç boşlukla birleşirse dağıtıcı ve yıkıcı bir etki yapar çünkü boşluk asla biçimlendirilemez ancak doluluk pahasına kendini doyurmaya çabalar.” (s.268)

“İnsandan daha güçlü olmayan bir Tanrı nedir? Yine de kutsal dehşeti tatmalısın. İnsan doğasının kara dibine dokunmadan ekmeğin ve şarabın tadına varmaya değer misin? İşte bu yüzden ılıman ve soluk gölgelersin, sığ kıyılarınla ve geniş kır yollarınla gurur duyuyorsun. Oysa bentlerin kapıları açılacak, orada seni ancak Tanrı’nın kurtarabileceği amansız şeyler var.” (s.279)

“Yaşadıklarını yanında götürürsün ve yeni bir şeye doğru ilerlersin.” (s.281)

“Düşünme düşünülemez olana çıktığında basit yaşama dönme zamanı gelmiştir. Düşünmenin çözemediğini yaşam çözer ve eylemin asla karar vermediği şey düşünmeye ayrılmıştır.” (s.287)

“Herkesin ruhunda sakin, her şeyin apaçık ve kolayca açıklanabilir olduğu bir yer, yaşamın kafa karıştıran olasılıklarından kaçmayı sevdiği bir yer vardır çünkü orada her şey yalın ve açıktır, amaç belli ve sınırlıdır. İnsan hiçbir şey konusunda bu yer üzerine olduğu kadar güvenle söyleyemez: Sen ancak şusun.
Ve gerçekten de böyle söyledi.
Bu yer bile düzgün bir yüzey, gündelik bir duvar, kaosun gizeminin üzerinde güvenle korunan ve sık cilalanan bir kabuktan başka bir şey değil. Duvarların bu en gündelik olanı kırılırsa kaousun seli önüne geleni devirir geçer. Kaos tek değil, bilinmeyen bir çokluktur.” (s.294)

“Amacı yıkım olan herkes kendini yok ederek ortadan kalkacak. Olmuşa saygı duy daha çok, çünkü derin saygı bir lütuftur.” (s.297)

“Olmuşa saygın olsun ki sevginin yasası aşağıda olanın ve geçmişe ait olanın geri getirilmesi yoluyla kurtuluş olsun, ölülerin sınırsız efendiliği ile cehennem azabı değil. Yine de zamanından önce ölenlerin tinleri bugünkü tamamlanmamışlığımız uğruna evlerimizin tavan aralarında karanlık sürüler olarak yaşamayı sürdürecek ta ki biz eski çağlardan beri var olanı sevgi yasasıyla geri getirerek onlara kurtuluşlarını verene dek. Bizim baştan çıkma dediğimiz, zamanından önce ve tamamlanmadan önce göçmüş ölülerin iyinin ve yasanın suçluluğu vasıtasıyla bizden istediğidir. Hiçbir iyi haksızlık yapmayacak ve kırılmaması gerekeni kırmayacak kadar tamam değildir çünkü.” (s.299)

“Seni kaostan koruyabilecek tek şey kabullenmedir.” (s.300)

“Delilik tinin özel bir biçimidir ve bütün öğretilere ve felsefelere, daha da çok gündelik yaşama tutunur çünkü yaşamın kendisi çılgınlıkla doludur ve temelde tamamen mantık dışıdır. İnsan kendisi için kurallar yapabilsin diye aklı ister. Yaşamın kuralı yoktur. Bu onun gizemi ve bilinmeyen yasasıdır. Senin bilgi dediğin, yaşama anlaşılır bir şeyler yükleme çabasıdır.” (s.301)

“Şimdi sessizlik. Gürültü yok, esinti yok. Her şey kaskatı ve ölüm sessizliğinde. Bekliyorum, gizliden gizliye kaygılanıyorum. Denizden bir ağacın yükseldiğini görüyorum. Tacı cennete erişiyor ve kökleri cehenneme uzanıyor. Bütünüyle yalnız, umutsuzum ve uzaklardan bakıyorum. Sanki bütün yaşam benden uçup gitmiş ve kavranamaz ve korku dolu olana geçmiş hepten. Son derece zayıf ve yetersizim. Kurtuluş diye fısıldıyorum. Tuhaf bir ses konuşuyor: Burada kurtuluş yok, sessiz olman gerekiyor, yoksa diğerlerini rahatsız edersin. Gece oldu ve insanlar uyumak istiyor.
Görüyorum, konuşan kişi hizmetli. Zayıf bir lamba odaya loş bir ışık veriyor ve odaya keder çöküyor.
B: Yolu bulamadım.
Şöyle diyor: Şimdi bir yol bulman gerekmiyor.
Doğruyu söylüyor. Yol ya da insanların üzerinden gittiği her ne ise bizim yolumuz, doğru yol. Geleceğe giden hazır bir yol yok. Bu yol olduğunu söylüyoruz ve öyle. Yolumuza devam ederek yollar yapıyoruz. Aradığımız doğru, yaşamlarımız. Yalnızca benim yaşamım doğru, her şeyin ötesindeki doğru. Doğruyu onu yaşayarak yaratıyoruz.” (s.304)

“Sözlerin, yalnızca sözlerin cehennem gibi ağları var ama nedir sözler? Çekingen ol sözlere, onlara değer ver, güvenli sözleri, aldatmacasız sözleri al, onları birbirine dolandırma ki ağ olmasın çünkü tuzağına düşen ilk sen olursun. Sözlerin anlamı vardır çünkü. Sözlerle alt dünyayı yukarı çekersin. Söz, en değersiz ve en görkemli. Sözlerde boşluk ve doluluk birlikte akar. Bu yüzden Tanrı’nın imgesidir söz. Söz insanın yarattığı en büyük ve en küçüktür, tıpkı insan yoluyla yaratılanın en büyük ve en küçük olması gibi.” (s.304)

“Sahip olunmayan her zaman kaosla birleşir ve gizemli gelgitin parçası olur.” (s.308)

“Birine giden ama aynı zamanda kendine doğru geleni kabullenmeyip ötekine gitmeyen yalnızca biri öğretecek ve yaşayacak ve onu gerçeğe çevirecek. Onun kurbanı olacak o çünkü. Birine gider ve böylece sana yaklaşan ötekini düşmanın olarak görürsen ötekine karşı savaşırsın. Böyle yaparsın çünkü ötekinin de içinde olduğunu göremezsin. Tam tersine, ötekinin aslında dışından geldiğini düşünürsün ve onu görüşleri ve eylemleri seninkilerle çatışan hemcinslerinde görürsün. Böylece ötekiyle savaşırsın ve bütünüyle körleşirsin. Oysa kendine yaklaşanı, o da kendinde olduğu için kabul eden daha fazla tartışmaya, atışmaya girmez, kendi içine bakar ve sessizliğini korur.” (s.309)

“Her şey kusurludur ve bu yüzden de kusursuzluk yalnızlıktır. Oysa yalnızlık yoldaş arar. Öyleyse kusursuzluğun anlamı topluluktur. Ben kusursuzluğum, ama kusursuzlaştırılmış, ancak sınırlarını edinmiş olandır. Ben sonrasız ışığım, ama kusursuz olan gün ile gece arasında durandır. Ben sonrasız sevgiyim, ama kusursuz olan sevgisinin yanına adak bıçağı yerleştirmiş olandır. Ben güzelliğim, ama kusursuz olan tapınak duvarına karşı oturan ve para için ayakkabı onarandır. Kusursuz olan yalındır, yalnızdır, hemfikirdir. Bu yüzden de çeşit arar, topluluk, belirsizlik arar.” (s.311)

“Kötüyü yaşamak uğruna iyiye ihanet etmek için iyi ve kötü bilgini asla yadsıyamazsın. İyi ile kötüyü birbirinden ayırt ettiğin anda onları tanırsın. Onlar yalnızca büyümede birleşmiştir. Oysa en büyük kuşkuda yerinde kalırsan büyürsün ve bu yüzden de büyük kuşkudayken durgunluk yaşamın gerçek çiçeğidir.” (s.312)

“Yaşam sürmeli, doğumdan ölüme, ölümden doğuma, güneşin yolu gibi kesintisiz. Her şey yolunda ilerlemeli. Böyle dedi ruhum. Yine de ben gelişigüzel ve müthiş bir oyun oynuyorum kendimle. Gün mü gece mi? Uyuyor muyum uyanık mıyım?” (s.313)

“Ruhum her şeyde, yine de her şeyin ötesinde.” (s.313)

“Unutma, kendini bilebilirsin ve bu bilgi de yeterlidir. Oysa başkalarını ve diğer her şeyi bilemezsin. Kendin dışındakini bilmeye karşı dikkatli ol, yoksa bu varsayılan bilgi kendilerini bilenlerin yaşamlarını boğar. Bilen kendini bilebilir. Bu da onun sınırıdır.” (s.327)

“Yaşam özgürdür ve kendi yolunu seçer. Yeterince sınırlıdır, o zaman daha fazla sınır biriktirme. Öyleyse sınırlandıran her şeyi kesip atıyorum. Burada durdum, dünyanın bilmece gibi çeşitliliği ortada.” (s.328)

“Sen içindeki yolu tamamlamalısın.” (s.333)