“Söyle şarkısını, kalbim, hiç gitmediğin bahçelerin;
Cam küredekiler gibi, göz önünde, erişilmez.” Rilke
“Tahmin ediyorum bir yıl içinde ayrılacağız. O mecburi
döngüyü sürdüreceğiz; teklik, birlik, sonra yine teklik. Sonra bu teklik yine
birlik peşine düşecek, vesaire. Herkesin yaşadığı şeyleri, herkesten biri
olduğumuz için biz de yaşayacağız. Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeyi
beklerken, ocağın başında çorbayı karıştırırken, âşık insanlar gördüğümüzde
aklımıza gelecek, başkalarıyla da yaşıyor mudur bunları?” (s.14)
“Masumiyet, tatlım. Belki de gerçekte hiçbir karşılığı
olmayan, birilerinin hainlik olsun diye ortaya attığı bu muğlak fakat büyülü
sözcük. Onu ağzıma her alışımda, sonradan kendimi küçümsediğim bir duygululukla
gözlerim doluyor. İkimiz de bir kelimenin, o kelimenin vaatlerinin esiri,
oyuncağıyız aslına bakarsan.” (s.18)
“Senin sen olmandan daha güzel ne var?” (s.18)
“Mektubumu yok etmeyi unutma. Bizim gibi ceylanlar,
kendilerini ve birbirlerini daima korumalı. Biz, mutlu olmalıyız. Bana çay
doldursan da, doldurmayı isteyip dolduramasan da, nihayet silkinecek ve ikimizi
bir şeyler keşfetmeye çalışan gözlerle süzen sevgilinin yanına gideceksin. Bir
şeyler keşfedecek, elbette. Asla tamamını değil. İşte bu bizim tesellimiz
olacak sevgilim. Bu, daima bizim olacak.
Seni, elbette, çok...” (s.19)
“Dönemem geri. İşler bu kadar kolay olsaydı adına yaşamak
denmezdi.” (s.33)
“Hamle yaparsam, ihtimalimiz kaybolacak. Gerçeğin neye
benzeyeceğini kim bilir? Böyle hayalini kurmak ve her gün minicik bir şeyin
olmasını beklemek çok daha güzel. Evet, ihtimal mesafemizi kaybetmemeliyim.
Olup bitmiş bir şey bana mutluluk vermeyecek.” (s.57)
“O yok. Yokluğunun hayali çukuru, olmamışlığının afaki
acısı var.” (s.63)
“Her seferinde elimi göğsüme götürüp yutkunuyorum. Yeri
orası mı? Bir zamanlar, var olduğu ya da var olduğunu düşündürecek kadar güçlü
olduğu zamanlar, orada mı yaşardı? Bir gün gelirse, ya da bulursam, ya da
düşerse bana, malum olursa bana, oraya mı koyacağım yine? Sanmıyorum, bu sadece
basit, insani bir yanılgı; eksik olan şeyleri göğüste hissetme.” (s.63)
“Elini uzatıp Hakan’ın elini buluyor Nergis. Gerçek bir
yaşamak. Gerçek bir yaşamak. Nietzsche’nin dediği gibi yaşamlarını bir sanat
eserine çevireceklerdi. O da neyse. Ölmeden önce yaşayacaklardı. En azından bir
düş. Evet bundan sonra daha... Daha ne olacaklarını bilmiyordu. Ama daha...
Mutlu ve özgür demedi. Bu sözcüklerin anlamı yoktu. Anlamı olmadığı için
herkesin içine anlamsız anlamlar tıkıştırdığı
sözcüklerdi bunlar.” (s.74)
“Hangi kararımızın doğru hangisinin umutsuzca yanlış
olduğunu anlamak ne yazık ki zaman alıyor. Üstelik ne kadar zaman alacağını
hiçbir zaman bilemiyoruz ve kararın doğruluğu yanlışlığı da zamanla birlikte
akıyor, değişiyor, yani en iyisi içimizden geldiği gibi davranmak ve gerisini
düşünmemek.” (s.79)
“Mutsuzluğu anlatmaya pek alışkın olan yazarlar,
mutluluğun nasıl tarif edileceği konusunda pek bir şey bilmezler. Belki de
mutsuzluk daha çok tecrübe edildiği için kendine has bir dil yaratmıştır da
mutluluğun uçuculuğu, geçiciliği, kısacık anlarda görülüp kaybolması yüzünden
henüz sözcüklerini bulma fırsatı olmamıştır.” (s.82)
“Birbirimizi açıktan suçlamaya, bunun bir çeşit suçlamak
olduğunu kabullenmeye razı gelmiyor gönlümüz. Zamana kızıyoruz yerine, ama zaman
suçanabilir bir şey mi, bizim ellerimize hiç bulaşmamış bir şey mi sahiden de;
zamanı anlayamıyoruz (kendimizi hiç), biten şeylerle ilgili ne yapacağımızı tam
olarak bilemiyoruz (birbirimizle ne yapacağımızı da). Birinin bir adım atması,
aslında herkesin bir adım atmaya zorlanması, torbanın sallanması, taşların
birbirine çarpması, çarpışan yerlerden kulak tırmalayan sesler çıkması, içeri
giren yerler, dışarı fırlayan yerler, yerlerin sızısı, gelecek olmanın korkusu.
Ben gelecek miyim? Birinin bir adım atması, saatin bir saniye bile olsa ileri
gitmesi ve bunlar öyle kolay şeyler değil. Anlatamıyorum/ kimseye/ -çünkü bir
kere anlatmayı denersem ve anlamazlarsa o zaman çok yıkılmak gerekebilir ve
zamanın tam bu anında, evrenin tam bu noktasında tek başıma çok yıkılırsam
benden geriye ne kalacağını tahmin edemiyorum o halde korkuyorum- ve
anlatılamamış bunlar içimde beni tüketen kibirli bir yaşam sürüyorlar. Genel
olarak çok üzgünüm.” (s.89)
“Bir dünyanın, onun arkasındaki dünyanın, onun da arkasındaki
dünyanın arkasındasın bana göre.” (s.91)
“Aramızda bu, soğukluğunu daima duyuran kaybedilmiş
sıcaklık varken. Artık ölmüş bir dille kimse kimseye bir şey veremez. Bir
imkânı tüketmenin kızgınlığı olabilir mi birbirimize duyduğumuz içten içe ve
nezaketle? Nezaketi sıkı sıkı tutuyoruz, öyle sıkı ki parmaklarımızdan başka
yerlerimize saldırıyor sıkılık, nezaketi de bizi de incitiyor. Her şeyin
umursamazca ölüp gitmesi seni de şaşırtmıyor mu?” (s.91)
“Komşular görmesin diye
Perdelerini çektiğimiz
Odan
Bu dünyanın çekirdeği
Nasıl da yüzerdik içinde uzun uzun ve şiddetli
Edepsiz incir
Yaladığımız
Güzel, mutlu, bizim
Bütün kalabalıklar
Çilek almak sevişmek
Gofret yemek sevişmek
Denize bakmak sevişmek
Kayaların arasında gördüğümüz su samuru sevişmek
Gezegenler var, rengarenk gezegenler var burada
Kürek kemiğimin solunda
Dolanırken parmakların
Seninleyim, uzaydayım.” (s.98)
“Hayatı bu çabaya değecek kadar önemli görmüyorsun. Belki
de hayatı bu çabaya değmeyecek ölçüde önemli görüyorsun. Seni anlamak diye bir
şey var mı bilmiyorum çünkü seni içine girilebilecek bir şey olarak
düşünemiyorum. Sadece bir dıştan ibaret gibisin. Hep merak ettim gerçek bir
sevgi ve bağlılık duyabilir miydin? Duydun mu? Şiddetli bir özlem. Her şey öyle
neşeli ve gelip geçiciydi ki senin için, bu tür ağırlıkların kalbine
girebileceğine, sana nüfuz edebileceklerine inanamıyordum.
Bunları düşünüyorum, sen gülüyorsun. Rakı kadehi elinde
sağa sola sallanıyor. Boynunda bir fular. Zaman sana onu nasıl bağlaman
gerektiğini öğretmiş. Kıyafetini tamamlayan şık küpelerin var. Zaman sana
kıyafetini tamamlayan şık küpeler takmayı da öğretmiş.” (s.102)