2 Kas 2019

Banu Özyürek - Poz


“Söyle şarkısını, kalbim, hiç gitmediğin bahçelerin;
Cam küredekiler gibi, göz önünde, erişilmez.” Rilke

“Tahmin ediyorum bir yıl içinde ayrılacağız. O mecburi döngüyü sürdüreceğiz; teklik, birlik, sonra yine teklik. Sonra bu teklik yine birlik peşine düşecek, vesaire. Herkesin yaşadığı şeyleri, herkesten biri olduğumuz için biz de yaşayacağız. Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeyi beklerken, ocağın başında çorbayı karıştırırken, âşık insanlar gördüğümüzde aklımıza gelecek, başkalarıyla da yaşıyor mudur bunları?” (s.14)

“Masumiyet, tatlım. Belki de gerçekte hiçbir karşılığı olmayan, birilerinin hainlik olsun diye ortaya attığı bu muğlak fakat büyülü sözcük. Onu ağzıma her alışımda, sonradan kendimi küçümsediğim bir duygululukla gözlerim doluyor. İkimiz de bir kelimenin, o kelimenin vaatlerinin esiri, oyuncağıyız aslına bakarsan.” (s.18)

“Senin sen olmandan daha güzel ne var?” (s.18)

“Mektubumu yok etmeyi unutma. Bizim gibi ceylanlar, kendilerini ve birbirlerini daima korumalı. Biz, mutlu olmalıyız. Bana çay doldursan da, doldurmayı isteyip dolduramasan da, nihayet silkinecek ve ikimizi bir şeyler keşfetmeye çalışan gözlerle süzen sevgilinin yanına gideceksin. Bir şeyler keşfedecek, elbette. Asla tamamını değil. İşte bu bizim tesellimiz olacak sevgilim. Bu, daima bizim olacak.
Seni, elbette, çok...” (s.19)

“Dönemem geri. İşler bu kadar kolay olsaydı adına yaşamak denmezdi.” (s.33)

“Hamle yaparsam, ihtimalimiz kaybolacak. Gerçeğin neye benzeyeceğini kim bilir? Böyle hayalini kurmak ve her gün minicik bir şeyin olmasını beklemek çok daha güzel. Evet, ihtimal mesafemizi kaybetmemeliyim. Olup bitmiş bir şey bana mutluluk vermeyecek.” (s.57)

“O yok. Yokluğunun hayali çukuru, olmamışlığının afaki acısı var.” (s.63)

“Her seferinde elimi göğsüme götürüp yutkunuyorum. Yeri orası mı? Bir zamanlar, var olduğu ya da var olduğunu düşündürecek kadar güçlü olduğu zamanlar, orada mı yaşardı? Bir gün gelirse, ya da bulursam, ya da düşerse bana, malum olursa bana, oraya mı koyacağım yine? Sanmıyorum, bu sadece basit, insani bir yanılgı; eksik olan şeyleri göğüste hissetme.” (s.63)

“Elini uzatıp Hakan’ın elini buluyor Nergis. Gerçek bir yaşamak. Gerçek bir yaşamak. Nietzsche’nin dediği gibi yaşamlarını bir sanat eserine çevireceklerdi. O da neyse. Ölmeden önce yaşayacaklardı. En azından bir düş. Evet bundan sonra daha... Daha ne olacaklarını bilmiyordu. Ama daha... Mutlu ve özgür demedi. Bu sözcüklerin anlamı yoktu. Anlamı olmadığı için herkesin içine  anlamsız anlamlar tıkıştırdığı sözcüklerdi bunlar.” (s.74)

“Hangi kararımızın doğru hangisinin umutsuzca yanlış olduğunu anlamak ne yazık ki zaman alıyor. Üstelik ne kadar zaman alacağını hiçbir zaman bilemiyoruz ve kararın doğruluğu yanlışlığı da zamanla birlikte akıyor, değişiyor, yani en iyisi içimizden geldiği gibi davranmak ve gerisini düşünmemek.” (s.79)

“Mutsuzluğu anlatmaya pek alışkın olan yazarlar, mutluluğun nasıl tarif edileceği konusunda pek bir şey bilmezler. Belki de mutsuzluk daha çok tecrübe edildiği için kendine has bir dil yaratmıştır da mutluluğun uçuculuğu, geçiciliği, kısacık anlarda görülüp kaybolması yüzünden henüz sözcüklerini bulma fırsatı olmamıştır.” (s.82)

“Birbirimizi açıktan suçlamaya, bunun bir çeşit suçlamak olduğunu kabullenmeye razı gelmiyor gönlümüz. Zamana kızıyoruz yerine, ama zaman suçanabilir bir şey mi, bizim ellerimize hiç bulaşmamış bir şey mi sahiden de; zamanı anlayamıyoruz (kendimizi hiç), biten şeylerle ilgili ne yapacağımızı tam olarak bilemiyoruz (birbirimizle ne yapacağımızı da). Birinin bir adım atması, aslında herkesin bir adım atmaya zorlanması, torbanın sallanması, taşların birbirine çarpması, çarpışan yerlerden kulak tırmalayan sesler çıkması, içeri giren yerler, dışarı fırlayan yerler, yerlerin sızısı, gelecek olmanın korkusu. Ben gelecek miyim? Birinin bir adım atması, saatin bir saniye bile olsa ileri gitmesi ve bunlar öyle kolay şeyler değil. Anlatamıyorum/ kimseye/ -çünkü bir kere anlatmayı denersem ve anlamazlarsa o zaman çok yıkılmak gerekebilir ve zamanın tam bu anında, evrenin tam bu noktasında tek başıma çok yıkılırsam benden geriye ne kalacağını tahmin edemiyorum o halde korkuyorum- ve anlatılamamış bunlar içimde beni tüketen kibirli bir yaşam sürüyorlar. Genel olarak çok üzgünüm.” (s.89)

“Bir dünyanın, onun arkasındaki dünyanın, onun da arkasındaki dünyanın arkasındasın bana göre.” (s.91)

“Aramızda bu, soğukluğunu daima duyuran kaybedilmiş sıcaklık varken. Artık ölmüş bir dille kimse kimseye bir şey veremez. Bir imkânı tüketmenin kızgınlığı olabilir mi birbirimize duyduğumuz içten içe ve nezaketle? Nezaketi sıkı sıkı tutuyoruz, öyle sıkı ki parmaklarımızdan başka yerlerimize saldırıyor sıkılık, nezaketi de bizi de incitiyor. Her şeyin umursamazca ölüp gitmesi seni de şaşırtmıyor mu?” (s.91)

“Komşular görmesin diye
Perdelerini çektiğimiz
Odan
Bu dünyanın çekirdeği
Nasıl da yüzerdik içinde uzun uzun ve şiddetli
Edepsiz incir
Yaladığımız
Güzel, mutlu, bizim
Bütün kalabalıklar
Çilek almak sevişmek
Gofret yemek sevişmek
Denize bakmak sevişmek
Kayaların arasında gördüğümüz su samuru sevişmek
Gezegenler var, rengarenk gezegenler var burada
Kürek kemiğimin solunda
Dolanırken parmakların
Seninleyim, uzaydayım.” (s.98)

“Hayatı bu çabaya değecek kadar önemli görmüyorsun. Belki de hayatı bu çabaya değmeyecek ölçüde önemli görüyorsun. Seni anlamak diye bir şey var mı bilmiyorum çünkü seni içine girilebilecek bir şey olarak düşünemiyorum. Sadece bir dıştan ibaret gibisin. Hep merak ettim gerçek bir sevgi ve bağlılık duyabilir miydin? Duydun mu? Şiddetli bir özlem. Her şey öyle neşeli ve gelip geçiciydi ki senin için, bu tür ağırlıkların kalbine girebileceğine, sana nüfuz edebileceklerine inanamıyordum.
Bunları düşünüyorum, sen gülüyorsun. Rakı kadehi elinde sağa sola sallanıyor. Boynunda bir fular. Zaman sana onu nasıl bağlaman gerektiğini öğretmiş. Kıyafetini tamamlayan şık küpelerin var. Zaman sana kıyafetini tamamlayan şık küpeler takmayı da öğretmiş.” (s.102)