3 May 2019

Gaston Bachelard - Mekanın Poetikası


“Ruhumuz bir konuttur. Ve evleri, odaları hatırlayarak kendi içimizde konaklamayı öğreniriz.” (s.30)

“Aslında evlerimizde de dertop olmayı sevdiğimiz küçük kuytular, küçük köşeler bulmaz mıyız kendimize? Dertop olmak, ikamet etmek fiilinin fenomenolojisine aittir. Ancak dertop olmayı öğrenen kişi, yoğun bir şekilde ikamet eder. Bu açıdan bakıldığında, içimizde hayal ve anılardan oluşan koskoca bir stok vardır ve doğrusu pek de niyetli değilizdir bunu açmaya.” (s.31)

“Ev, bizim dünyadaki köşemizdir. İlk evrenimizdir. Ev, gerçek bir kozmozdur. Kelimenin tam anlamıyla bir kozmozdur.” (s.34)

“Ev düşlemeyi barındırır, düşleyeni korur; ev, huzur içinde düş kurmamızı sağlar. İnsani değerleri yalnızca düşünceler ve deneyimler teyit etmez. İnsana derinlemesine işlenmiş değerler düşlemeye aittir. Hatta düşlemenin, kendi değerini arttırmak gibi bir ayrıcalığı da vardır. Düşleme, kendi varlığına doğrudan erişir.” (s.36)

“Ev hem beden hem ruhtur. İnsan varlığının ilk dünyasıdır.” (s.37)

“Çiçek daima tohumunda gizlidir. Hayranlık uyandıran bu özlü söz ile hem ev hem de oda unutulmaz bir içsellikle damgalanır. Gerçekten de çekirdeğinin içine kapanmış, orada hala katlanmış bir halde duran bir çiçeğin kurduğu gelecek düşünden daha yoğun, merkezine daha çok güvenen bir içsellik hayali var mı ki? Bu yuvarlak odaya mutluluğun değil de, bir ön mutluluğun kapatılmış olmasını nasıl da isterdik!” (s.56)

“Pencerenin ardında yanan bir lamba
Gecenin gizli yüreğinin başında sabahlıyor.” Rimbaud (s.66)

“Uzaktaki evin ışığıyla, ev de görür, sabahlar, gözetler, bekler. Kendimi kurduğum düşle gerçeklik arasındaki tersyüz etmeleri sarhoşluğuna kaptırdığımda, şöyle bir hayal belirir kafamda: uzaktaki ev ve bu evin ışığı, bana göre, benim önümde, dışarı bakan (onun da dışarı bakma sırası geldi artık), anahtar deliğinden dışarı bakan evdir. Evet, gözünü kırpmayan evde biri var, ben burada düş kurarken evde biri çalışır; ben burada boş düşlerin peşine takılmışken, orada inatçı bir varoluş vardır. Bir tek ışığıyla bile insancadır ev. Bir insan gibi görür, geceye açılmış bir gözdür.” (s.66)

“Gökyüzümüzün dorukları birbirine kavuştuğunda
Evimin bir çatısı olacak.” Paul Eluard (s.69)

“Baudelaire, bir evin, kışın saldırısına uğradığında içsellik değerinin yükseldiğini hisseder.” (s.69)

“Dünyayı soluksuz bırakmaya yemin etmiş karla, tam bir kış gecesi gibiydi.” Rimbaud (s.71)

“Mevsimler arasında en yaşlı olanı kış mevsimidir. Anıları yaşlandırır. Bizi uzak geçmişe götürür. Ev geçmişte, uzak yüzyıllarda yaşar gibidir.” (s.72)

“Hayal yeniyse, dünya da yenidir.” (s.78)

“Ev işleri, evi etkin biçimde korur, evde en yakın geçmişi en yakın geleceğe bu işler bağlar, ev işleri evi var olmanın güvenliği içinde tutar. İyi ama ev işlerine yaratıcı bir etkinlik kazandırmanın yol ne? Makineleşmiş bir işe bilincin ışığını yansıttığımızda, örneğin eski bir mobilyayı silerken fenomenoloji yapmaya başladığımızda, eve özgü o tatlı alışkanlığın altında yeni izlenimlerin doğduğunu hissederiz. Bilinç her şeyi gençleştirir. En alışılmış edimlere bile bir başlangıç değeri kazandırır. Hafızaya egemen olur. Makineleşmiş bir edimin yeniden gerçek faili haline gelmek ne kadar büyüleyici! Dolayısıyla şair bir mobilyayı silerken, dokunduğu her şeyi ısıtan yünlü bezin üstüne koyduğu hoş kokulu cila ile masasını parlatırken, yeni bir nesne yaratır, o nesnenin insani onurunu yükseltir, o nesnenin insana ait evin kütüğüne kaydolmasını sağlar.” (s.98)

“Her büyük yalın hayal bir ruh halini açığa vurur. Ev, manzaradan da çok bir ruh halidir. Yalnızca dış cepheden ibaret olarak yeniden üretilmiş bile olsa, bir içselliği dile getirir.” (s.103)

“Hayal kurmak, yaşamaktan hep daha ulu olacaktır.” (s.120)

“Her türlü içsellik kendini saklar. Joe Bousquet, şöyle yazar: Kimse benim değiştiğimi görmüyor. İyi ama beni kim görüyor ki? Kendimi sakladığım yerim ben.” (s.120)

“Ambroise Pare’nin yapıtından bir örnek sunalım: Her hayvanın kendi yuvasını yaparken gösterdiği ustalık ve özen o hayvana öylesine uygundur ki, daha iyisini becerebilecek başka bir varlık yoktur, bu da onu tüm duvarcılardan, marangozlardan ve yapı ustalarından daha yetkin kılar; çünkü şimdiye kadar hiçbir insan kendisi ve yavruları için, o küçücük hayvanların yaptığı ölçüde yetkin bir yapı ortaya koyamamıştır, öyle ki bu konuda şöyle bir atasözü bile vardır: İnsanlar her şeyi yapmayı becerir, kuş yuvasından başka.” (s.125)

“Bir yuva keşfetmek, bizi gerisin geri çocukluğumuza, bir çocukluğa, yaşamış olmamız gereken çocukluklara götürür. İçimizden çok az kişiye yaşam kendi kozmik yanını tümüyle vermiştir.” (s.127)

“Kışın ormanda geç keşfettiği bir kış yuvası, o kadar da heyecanlandırmaz kuş avcısını. Yuva, kanatlı yaşamın saklandığı yerdir. Nasıl görünmez olabildi? Yeryüzünün saklanılacak sağlam yerlerinden uzakta, gökyüzüne karşı nasıl böyle görünmez olabildi?” (s.127)

“Hep geri döneriz oraya, kuşun yuvaya, kuzunun ağıla dönmesi gibi, bir gün oraya geri dönmenin düşünü kurarız. Bu geri dönüş işareti, sonsuzca kurulan düşlerin belirtisidir. Çünkü insanın geri dönüşleri, insan yaşamının büyük ritmi içinde gerçekleşir, bu ritim yıllara direnir, tüm mevcut olmayışlarla düşler vasıtasıyla mücadele eder.” (s.132)

“Hülyalarımızın tam olarak kökenine inebilmişsek, yuva kadar düşsel ev de, düşsel ev kadar yuva da dünyanın düşmanlığından uzaktır. İnsanın yaşamı iyi uyuduğunda başlar.” (s.137)

“Bir eylemi, dilbilgisine uygun türetmelerle, tümdengelimlerle, tümevarımlarla hissedemeyiz. Fiiller de isimler gibi donup kalabilir. Fiilleri yalnızca hayaller yeniden harekete geçirir.” (s.144)

“Bir kabukta yaşamak için yalnız olmak gerektiğini iyi biliriz. Hayali yaşarken, yalnızlığa boyun eğdiğimizi biliriz.” (s.159)

“Bütün küçük şeyler, acele etmemeyi gerektirir. Dünyayı minyatürleştirmek için, dingin bir odada buna çok zaman ayırması gerekir insanın. Mekânı sevmek gerekir, onu dünya molekülleri içerirmiş gibi böyle ustaca, incelikle betimleyebilmek için, bütün bir manzarayı çizimin tek bir molekülüne hapsedebilmek için. Bu uğraşta hep büyük gören görü/sezgi ile ruhun kanatlanmasına düşman emek arasında nasıl da bir diyalektik vardır. Gerçekten de sezgiciler bir bakışta her şeyi elde ederler, oysa ayrıntılar teker teker, sabırla, usta minyatürcünün söylemsel muzipliğiyle keşfedilip düzenlenir.” (s.197)

“Uzaklar, hiçbir şeyi dağıtmaz. Tersine, yaşamaktan hoşlanacağımız bir ülkeyi bir minyatür içinde toplar. Uzakların minyatürlerinde, birbiriyle uyumsuz şeyler birlik oluşturur. Böylece, kendilerini yaratan uzaklıkları yadsıyarak, sahiplenmemiz için bize kendilerini sunarlar. Uzaktan sahip oluruz, hem de nasıl rahat bir dinginlik içinde.” (s.211)

“Düşçü, kendi hayalinin varlığına dönüşür. Hayalinin tüm mekânını içine çeker. Başka deyişle, kendi hayallerinin minyatürü içine kapanır.” (s.212)

“Bir kitaplığın rafında, düş kuran kişinin bilmediği bir başka geçmişi anlatan çok eski kitaplar vardır. Hatırlanamaz bir hafıza, bir öte-dünyada işleyip durmaktadır. Hülyalar, düşünceler, anılar birlikte dokunmuştur. Ruh, düş görür ve düşünür, sonra da hayal kurar. Şair bizi bir sınır-duruma götürmüştür, delilik ile akıl arasındaki, canlılar ile bir ölü arasındaki, aşmaya korktuğumuz bir sınıra.” (s.214)

“Dünya büyük ama denizler kadar derin içimizde.” Rilke (s.223)

“Uçsuz bucaksızlık bizim içimizdedir. Yaşamın yavaşlattığı, tedbirli olmanın durdurduğu ama yalnız kaldığımızda yeniden işe koyulan bir tür varlık genleşmesine bağlıdır. Hareketsiz kalır kalmaz, başka bir yerde oluruz: uçsuz bucaksız bir dünyada düş kurarız. Uçsuz bucaksızlık, hareketsiz insanın hareketidir. Uçsuz bucaksızlık, dingin düşlemenin dinamik özelliklerinden biridir.” (s.224)

“Işıktı, yumuşaklıktı, bilgelikti her şey; gerçekdışı havada, uzaklar uzaklara el sallıyordu. İçimdeki aşk, evreni sarıyordu.” Milosz (s.230)

“Dışsal bir manzara, içsel bir büyüklüğün kendini açmasına yardım ediyor.” (s.233)

“Kendinden başka hiçbir dekora sahip olmayan uçsuz bucaksızlık.” Baudelaire (s.236)

“İçimizden geçerek
Uçar kuşlar sessizce. Ah, ben ki büyümek isterim.
Dışarıya bakarım ve içimdeki ağaç büyür.” Rilke (s.243)

“Yaprakların dinginliğinde yaşıyorum, yaz büyüyor.” Jean Lescure (s.253)

“Kapadığımız, açtığımız tüm kapıların, yeniden açmak istediğimiz tüm kapıların öyküsünü anlatacak olsak, tüm yaşamımızı anlatmış oluruz.” (s.268)