“Ruhumuz bir konuttur. Ve evleri, odaları hatırlayarak
kendi içimizde konaklamayı öğreniriz.” (s.30)
“Aslında evlerimizde de dertop olmayı sevdiğimiz küçük
kuytular, küçük köşeler bulmaz mıyız kendimize? Dertop olmak, ikamet etmek
fiilinin fenomenolojisine aittir. Ancak dertop olmayı öğrenen kişi, yoğun bir
şekilde ikamet eder. Bu açıdan bakıldığında, içimizde hayal ve anılardan oluşan
koskoca bir stok vardır ve doğrusu pek de niyetli değilizdir bunu açmaya.”
(s.31)
“Ev, bizim dünyadaki köşemizdir.
İlk evrenimizdir. Ev, gerçek bir kozmozdur. Kelimenin tam anlamıyla bir
kozmozdur.” (s.34)
“Ev düşlemeyi barındırır,
düşleyeni korur; ev, huzur içinde düş kurmamızı sağlar. İnsani değerleri
yalnızca düşünceler ve deneyimler teyit etmez. İnsana derinlemesine işlenmiş
değerler düşlemeye aittir. Hatta düşlemenin, kendi değerini arttırmak gibi bir
ayrıcalığı da vardır. Düşleme, kendi varlığına doğrudan erişir.” (s.36)
“Ev hem beden hem ruhtur. İnsan varlığının ilk
dünyasıdır.” (s.37)
“Çiçek daima tohumunda gizlidir. Hayranlık uyandıran bu
özlü söz ile hem ev hem de oda unutulmaz bir içsellikle damgalanır. Gerçekten
de çekirdeğinin içine kapanmış, orada hala katlanmış bir halde duran bir
çiçeğin kurduğu gelecek düşünden daha yoğun, merkezine daha çok güvenen bir
içsellik hayali var mı ki? Bu yuvarlak odaya mutluluğun değil de, bir ön
mutluluğun kapatılmış olmasını nasıl da isterdik!” (s.56)
“Pencerenin ardında yanan bir lamba
Gecenin gizli yüreğinin başında sabahlıyor.” Rimbaud
(s.66)
“Uzaktaki evin ışığıyla, ev de görür, sabahlar, gözetler,
bekler. Kendimi kurduğum düşle gerçeklik arasındaki tersyüz etmeleri
sarhoşluğuna kaptırdığımda, şöyle bir hayal belirir kafamda: uzaktaki ev ve bu
evin ışığı, bana göre, benim önümde, dışarı bakan (onun da dışarı bakma sırası
geldi artık), anahtar deliğinden dışarı bakan evdir. Evet, gözünü kırpmayan
evde biri var, ben burada düş kurarken evde biri çalışır; ben burada boş
düşlerin peşine takılmışken, orada inatçı bir varoluş vardır. Bir tek ışığıyla
bile insancadır ev. Bir insan gibi görür, geceye açılmış bir gözdür.” (s.66)
“Gökyüzümüzün dorukları birbirine kavuştuğunda
Evimin bir çatısı olacak.” Paul Eluard (s.69)
“Baudelaire, bir evin, kışın
saldırısına uğradığında içsellik değerinin yükseldiğini hisseder.” (s.69)
“Dünyayı
soluksuz bırakmaya yemin etmiş karla, tam bir kış gecesi gibiydi.” Rimbaud
(s.71)
“Mevsimler arasında en yaşlı olanı kış mevsimidir.
Anıları yaşlandırır. Bizi uzak geçmişe götürür. Ev geçmişte, uzak yüzyıllarda
yaşar gibidir.” (s.72)
“Hayal yeniyse, dünya da yenidir.” (s.78)
“Ev işleri, evi etkin biçimde korur, evde en yakın
geçmişi en yakın geleceğe bu işler bağlar, ev işleri evi var olmanın güvenliği
içinde tutar. İyi ama ev işlerine yaratıcı bir etkinlik kazandırmanın yol ne?
Makineleşmiş bir işe bilincin ışığını yansıttığımızda, örneğin eski bir
mobilyayı silerken fenomenoloji yapmaya başladığımızda, eve özgü o tatlı
alışkanlığın altında yeni izlenimlerin doğduğunu hissederiz. Bilinç her şeyi
gençleştirir. En alışılmış edimlere bile bir başlangıç değeri kazandırır.
Hafızaya egemen olur. Makineleşmiş bir edimin yeniden gerçek faili haline gelmek
ne kadar büyüleyici! Dolayısıyla şair bir mobilyayı silerken, dokunduğu her
şeyi ısıtan yünlü bezin üstüne koyduğu hoş kokulu cila ile masasını
parlatırken, yeni bir nesne yaratır, o nesnenin insani onurunu yükseltir, o
nesnenin insana ait evin kütüğüne kaydolmasını sağlar.” (s.98)
“Her büyük yalın hayal bir ruh halini açığa vurur. Ev,
manzaradan da çok bir ruh halidir. Yalnızca dış cepheden ibaret olarak yeniden
üretilmiş bile olsa, bir içselliği dile getirir.” (s.103)
“Hayal kurmak, yaşamaktan hep daha ulu olacaktır.”
(s.120)
“Her türlü içsellik kendini saklar. Joe Bousquet, şöyle
yazar: Kimse benim değiştiğimi görmüyor. İyi ama beni kim görüyor ki? Kendimi
sakladığım yerim ben.” (s.120)
“Ambroise Pare’nin yapıtından bir örnek sunalım: Her
hayvanın kendi yuvasını yaparken gösterdiği ustalık ve özen o hayvana öylesine
uygundur ki, daha iyisini becerebilecek başka bir varlık yoktur, bu da onu tüm
duvarcılardan, marangozlardan ve yapı ustalarından daha yetkin kılar; çünkü
şimdiye kadar hiçbir insan kendisi ve yavruları için, o küçücük hayvanların
yaptığı ölçüde yetkin bir yapı ortaya koyamamıştır, öyle ki bu konuda şöyle bir
atasözü bile vardır: İnsanlar her şeyi yapmayı becerir, kuş yuvasından başka.”
(s.125)
“Bir yuva keşfetmek, bizi gerisin geri çocukluğumuza, bir
çocukluğa, yaşamış olmamız gereken çocukluklara götürür. İçimizden çok az
kişiye yaşam kendi kozmik yanını tümüyle vermiştir.” (s.127)
“Kışın ormanda geç keşfettiği bir kış yuvası, o kadar da
heyecanlandırmaz kuş avcısını. Yuva, kanatlı yaşamın saklandığı yerdir. Nasıl
görünmez olabildi? Yeryüzünün saklanılacak sağlam yerlerinden uzakta, gökyüzüne
karşı nasıl böyle görünmez olabildi?” (s.127)
“Hep geri döneriz oraya, kuşun
yuvaya, kuzunun ağıla dönmesi gibi, bir gün oraya geri dönmenin düşünü kurarız.
Bu geri dönüş işareti, sonsuzca kurulan düşlerin belirtisidir. Çünkü insanın
geri dönüşleri, insan yaşamının büyük ritmi içinde gerçekleşir, bu ritim
yıllara direnir, tüm mevcut olmayışlarla düşler vasıtasıyla mücadele eder.”
(s.132)
“Hülyalarımızın tam olarak
kökenine inebilmişsek, yuva kadar düşsel ev de, düşsel ev kadar yuva da
dünyanın düşmanlığından uzaktır. İnsanın yaşamı iyi uyuduğunda başlar.” (s.137)
“Bir eylemi, dilbilgisine uygun türetmelerle,
tümdengelimlerle, tümevarımlarla hissedemeyiz. Fiiller de isimler gibi donup
kalabilir. Fiilleri yalnızca hayaller yeniden harekete geçirir.” (s.144)
“Bir kabukta yaşamak için yalnız olmak gerektiğini iyi
biliriz. Hayali yaşarken, yalnızlığa boyun eğdiğimizi biliriz.” (s.159)
“Bütün küçük şeyler, acele etmemeyi gerektirir. Dünyayı
minyatürleştirmek için, dingin bir odada buna çok zaman ayırması gerekir
insanın. Mekânı sevmek gerekir, onu dünya molekülleri içerirmiş gibi böyle
ustaca, incelikle betimleyebilmek için, bütün bir manzarayı çizimin tek bir
molekülüne hapsedebilmek için. Bu uğraşta hep büyük gören görü/sezgi ile ruhun
kanatlanmasına düşman emek arasında nasıl da bir diyalektik vardır. Gerçekten
de sezgiciler bir bakışta her şeyi elde ederler, oysa ayrıntılar teker teker,
sabırla, usta minyatürcünün söylemsel muzipliğiyle keşfedilip düzenlenir.”
(s.197)
“Uzaklar, hiçbir şeyi dağıtmaz. Tersine, yaşamaktan
hoşlanacağımız bir ülkeyi bir minyatür içinde toplar. Uzakların minyatürlerinde,
birbiriyle uyumsuz şeyler birlik oluşturur. Böylece, kendilerini yaratan
uzaklıkları yadsıyarak, sahiplenmemiz için bize kendilerini sunarlar. Uzaktan
sahip oluruz, hem de nasıl rahat bir dinginlik içinde.” (s.211)
“Düşçü, kendi hayalinin varlığına dönüşür. Hayalinin tüm
mekânını içine çeker. Başka deyişle, kendi hayallerinin minyatürü içine
kapanır.” (s.212)
“Bir kitaplığın
rafında, düş kuran kişinin bilmediği bir başka geçmişi anlatan çok eski
kitaplar vardır. Hatırlanamaz bir hafıza, bir öte-dünyada işleyip durmaktadır.
Hülyalar, düşünceler, anılar birlikte dokunmuştur. Ruh, düş görür ve düşünür,
sonra da hayal kurar. Şair bizi bir sınır-duruma götürmüştür, delilik ile akıl
arasındaki, canlılar ile bir ölü arasındaki, aşmaya korktuğumuz bir sınıra.”
(s.214)
“Dünya büyük ama denizler kadar derin içimizde.” Rilke
(s.223)
“Uçsuz bucaksızlık bizim
içimizdedir. Yaşamın yavaşlattığı, tedbirli olmanın durdurduğu ama yalnız
kaldığımızda yeniden işe koyulan bir tür varlık genleşmesine bağlıdır.
Hareketsiz kalır kalmaz, başka bir yerde oluruz: uçsuz bucaksız bir dünyada düş
kurarız. Uçsuz bucaksızlık, hareketsiz insanın hareketidir. Uçsuz bucaksızlık,
dingin düşlemenin dinamik özelliklerinden biridir.” (s.224)
“Işıktı, yumuşaklıktı, bilgelikti
her şey; gerçekdışı havada, uzaklar uzaklara el sallıyordu. İçimdeki aşk,
evreni sarıyordu.” Milosz (s.230)
“Dışsal bir
manzara, içsel bir büyüklüğün kendini açmasına yardım ediyor.” (s.233)
“Kendinden başka hiçbir dekora sahip olmayan uçsuz
bucaksızlık.” Baudelaire (s.236)
“İçimizden geçerek
Uçar
kuşlar sessizce. Ah, ben ki büyümek isterim.
Dışarıya
bakarım ve içimdeki ağaç büyür.” Rilke (s.243)
“Yaprakların dinginliğinde yaşıyorum, yaz büyüyor.” Jean
Lescure (s.253)
“Kapadığımız, açtığımız tüm
kapıların, yeniden açmak istediğimiz tüm kapıların öyküsünü anlatacak olsak,
tüm yaşamımızı anlatmış oluruz.” (s.268)