“Kitabın teması özgürlüğün yok oluşudur: Özgürlüğün bu
yok oluşunun tam olarak anlaşılması için nesnel bir ekonomik sistemle sistemin
kapanına kıstırılmış olanların öznel yaşantıları arasında bir bağ kurmak
gerekir. Çünkü son kertede, özgürlüğün yok oluşu bu bağlantının sonucundan
başka bir şey değildir.” (s.11)
“Düşümde bir dost geldi beni görmeye. Çok uzaklardan.
Sordum kendisine düşümde: Fotoğrafla mı geldin, yoksa trenle mi? Bütün
fotoğraflar bir ulaşım biçimi, yokluğun bir dile gelişidir.” (s.19)
“Göçmen işçiler azgelişmiş ekonomilerden gelmektedir.
Azgelişmiş terimi diplomatik çevrelerde birtakım tedirginliklere yol açmıştır.
Bunun yerine “gelişen” sözcüğü benimsenmiştir. Gelişmişten ayrı olarak gelişen.
Bu anlambilimsel tartışmaya tek ciddi katkıda bulunanlar, azgeliştirmek diye
geçişli bir fiil olması gerektiğini söyleyen Kübalılar olmuştur. Bir ekonomi,
çevresinde ve kendi içinde olanlar ve o ekonomiye yapılanlar yüzünden
azgelişmiştir. Çünkü azgeliştiren etkenler de vardır.” (s.27)
“Portekizli bir göçmen işçi: Bizim ülkede durum nasıl
biliyor musunuz? Birçok kapitalist var bizim orada, paralarını saklayıp bir şey
yapmıyorlar o parayla, sadece saklıyorlar. Sanki bir çukur kazıp parayı oraya
gömüyorlar, örttükleri bu çukuru da bir daha açmıyorlar.” (s.44)
“Bir insanın göç etme kararını, dünyadaki belli bir
ekonomik sistemin bağlamı içinde düşünmek gerekir. Siyasal bir kuramı
pekiştirmek için değil de, böyle bir insanın başına gelenleri doğru
değerlendirmek için yapmak gerekir bunu. Bu ekonomik sistemin adı yeni
sömürgeciliktir.” (s.47)
“Bir göçmen işçinin yeniden insan (koca, baba, yurttaş,
yurtsever) olabilmesi için yurduna dönmesi gerekir. Ona hiçbir gelecek
vadetmediği için terk etmek zorunda kaldığı yurduna.” (s.64)
“Bir Fransız köylüsü: Kimse köyde yaşamak istemiyor
artık. Şehirde krallar gibi giyiniyorlar, arabalarını sürüyorlar; ama ne bir
şey görüyorlar ne de anlıyorlar. Benim kuralım her şeyi incelemektir: doğayı,
bitkileri, hayvanları (bu arada kendimizi), iklimi.” (s.73)
“Bir başka insanın yaşantısını anlamak için insanın
dünyayı, kendi bulunduğu yerden göründüğü gibi görmekten vazgeçip, onu, o öbür
insanın bulunduğu yerden göründüğü gibi yeniden görebilmesi gerekir. Örneğin,
bir başkasının yaptığı seçimi anlayabilmek için, kafasında karşı karşıya
kalabileceği seçenek yoksunluğunu, kendisine bir seçim hakkı
tanınmayabileceğini düşünmesi gerekir. Toklar açların hangi seçeneklerle karşı
karşıya olduklarını anlama yeteneğinden yoksundurlar. Bir başkasının
yaşantısını anlayabilmek için, ne kadar beceriksizce de olsa, dünyanın
parçalarının sökülüp yeniden takılması gerekir.” (s.99)
“Genellikle, insanın kendi hayatının akışını duyması hem
onu çevreleyen, hem de kendi içinde olan bu alanın varlığını duyması gibidir.
Dıştaki zamanın saatler, günler, mevsimler, yıllar gibi ölçüleri nasıl güneş
sistemine göre ayarlanmışsa, insan ömrü de bir güneşin ya da bilinç
çekirdeğinin çevresinde dönen bir sisteme göre ayarlanmıştır. Bir ömrün
bilinçli olarak yaşanan bölümü yuvarlak bir alanla gösterilebilir. Bu yuvarlak,
her an hem geçmiş zamanı, hem şimdiki zamanı, hem de gelecek zamanı bir arada
bulundurur. İnsan benliği bir anlamda bu zamanlardan yalnız biriyle bağ
kuramaz, çünkü kendisi her an bir süreklilik içindedir. Ben sözcüğü tek başına
kullanıldığında, en az şu üç öneriyi birlikte getirir: ben şuydum, ben şuyum,
ben şu olabilirim. Yuvarlağın içinde geçmiş zaman gömülü ve bağımsız anılar
biçiminde, gelecek zaman korkular ve umutlar biçiminde ortaya çıkar; şimdiki
zamansa olduğu gibi kendini gösterir ve hemen şimdiki zaman ile geçmiş ve
gelecek zamanlar arasında bağ kurulur. Bu üç değişik zaman birleşerek o insanın
o andaki hareketlerinin hangi amaca yöneldiğini belirtir. Bu amacın ortaya
çıkışında geçmişin payı vardır, bu amaç şimdiki zaman içinde ortaya çıkar ve
gelecek zamana yönelir. Fakat bu karışımın meydana gelebilmesi için, o insanın
geçmişi ile geleceğini oluşturan öğelerin bir yere bağlı olmayan özgür öğeler
olması gerekir. Geçmiş ve gelecek zamanın öğeleri şimdiki zamanla bir karışım
meydana getirme özgürlüğü içindedir.” (s.182)
“Ölüm geçmişi dondurur, geleceğiyse ortadan kaldırır.
Geçmiş, şimdiki zamanın yaşanan hayatın bir parçası olmasını engelleyen bir
duvara dönüşür, böyle bir durumda şimdiki zaman yaşanan hayatın içine sızsa
bile, ancak geçmişle ilgili olarak yapabilir bunu. İnsanın bu durumda gördüğü
her şey, artık bir daha göremeyeceği şeyleri aklına getirir; aklına gelen
şeyler de gördükleri değil, asıl yaşantısı olur. Diyelim ki, ölümün başlattığı
yas dönemi sona ermiştir. Bu durumda, gelecek zaman yeniden etkinleşir, şimdiki
zaman harekete geçer ve ikisi birlikte geçmiş zamanı hareketsizlikten
kurtarırlar. İnsanın amaçlara yönelik olarak yaşamasını sağlayan karışım
böylece ortaya çıkmış olur. Bu düzelme koşulların değişmesinin bir sonucu
değildir. Çünkü ölen geri gelmez. Bu durum, hayatın sonunda ölümü kabul edip
içine almasının, birini yitirme olayının hayatın bir parçası olmasının
sonucudur.” (s.183)