28 Kas 2018

Stefan Zweig - Sabırsız Yürek

“Gözleri kahve çekirdeklerini andırıyor; gülümseyince kavrulan kahve çekirdekleri gibi çıtır çıtır yanıyordu adeta.” (s.31)

“Güldüğümüz, budalaca şakalaştığımız her saniyede birilerinin yatağında kıvranıp öldüğünü, binlerce pencerenin gerisinde yoksulluğun kol gezdiğini, insanların açlıktan öldüğünü, hastanelerin, taşocaklarının, kömür madenlerinin olduğunu, fabrikalarda, bürolarda, hapishanelerde sayısız insanın angarya olarak çalışmak zorunda kaldığını; başka birinin acı çektiğini hissetmenin o kişinin acısına bir faydası olmayacağını biliyordum. Yeryüzündeki acı ve felaketleri yalnızca düşünmenin bile, geceleri insanın uykusunun kaçması ve dudaklardaki gülümsemenin kaybolup gitmesi için yeterli olacağının bilincindeydim.” (s.61)

“Yaşamımda ilk kez her tür bağlılığın ruhun asıl güçlerini engellediğini, insanın gerçek kişiliğinin ancak özgür olduğu zaman ortaya çıktığını anlıyordum.” (s.71)

“Yoğun duygular sonsuza dek süremezdi.” (s.75)

“Gençliğin anlamı her öğrenilenden coşku duyup yeni keşiflere doyamamasıdır.” (s.76)

“Kişinin ruhsal dengesini belirleyen rastlantılar, cesaretimizi artıran ya da kıran küçük ayrıntılar değil midir?” (s.125)

“Genellikle zıt kutuplar birbirini çeker, tabii doğru yerleştirilirlerse kusursuz bir uyum ortaya çıkar. Bize en şaşırtıcı görünen şeyler, çoğunlukla en doğal olanlardır.” (s.181)

“Yaşamda zaman zaman aldanmış olmaktan utanmamalısınız, hatta diyebilirim ki insanlara ve olaylara başlangıçta iyimserlikle yanaşmayı engelleyen eleştirici, kuşkulu bakışların henüz kişiliğinizin bir parçası olmaması büyük bir şans.” (s.187)

“Gerçek yaşam ve yaşantılar konusunda benim kadar deneyimsiz biri doğal olarak, yaşadığı dünyanın kendisine anlatılanlardan, okuduklarından ibaret olduğunu sanır ve bunları deneyimlemeden önce, kaçınılmaz olarak hayal gücünün yarattığı bir dünyada ve kişilerle yaşar.” (s.273)

“Genç ve pek de deneyimli olmayan bir insan olarak, o zamana kadar aşk gereksiniminin ve özleminin yüreğin en büyük acısı olduğunu sanırdım. Ancak içinde bulunduğum o anda arzulamak ve özlem duymaktan çok daha beterinin, istemediğin halde sevilmek ve bu rahatsız edici tutku ve ihtirasa karşı koyamamak olduğunu anlıyordum.” (s.282)

“Karşılıksız bir aşka tutulan biri bu tutkusunu biraz olsun kısıtlama olanağına sahiptir; çünkü bu o yoksunluğun yalnızca kölesi, kulu değil, aynı zamanda da yaratıcısıdır. Aşık olan bu tutkusuna karşılık almayı başaramıyorsa bu, hiç değilse onun kendi suçudur. Ama karşılıksız olarak sevilen kişi, ölçüsünü ve sınırlarını kendinin belirleyemediği bu tutkuya gem vurmakta çaresizdir. Bir başkası tarafından sevilen herkes o kişinin karşısında çaresiz kalır.” (s.282)

“Başkalarından dinlenenler ve kitaplardan okunanların hepsi gelip geçiyor, geriye yalnızca kendi yaşadıklarınızın yüreğinizde uyandırdığı duygular kalıyor.” (s.284)

“İçgüdüler genellikle düşüncelerimizden daha tedbirlidir.” (s.285)

“Beni asıl şaşırtan yaşamımın akışındaki hızdı: Son birkaç saat içinde ne kadar önemli kararlar almıştım. Başka zaman olsa istekle istememek arasında gidip gelir, sayısız bahaneler yaratarak olumsuz duyguların karamsarlığına kapılır, karar almakta bocalayıp dururdum. İnsan yüreğinin en gizemli zevklerinden biri de budur; kararlarımızı gerçekleştirmeden önce kararsızlık yaşamaktan haz duyarız.” (s.322)

“Seven insan sevdiğinin gerçekten mutlu olup olmadığını tuhaf bir şekilde sezinleme gücüne sahiptir. Ve aşk kendi dünyasında her şeyin en sınırsızını, en ölçüsüzünü arzuladığı için, ölçülü ve tedbirli olan her şey onun için dayanılmaz ve iticidir.” (s.364)

“Kararlarımız, kabul etmek istemesek de büyük ölçüde sosyal konumumuzla sağladığımız uyuma ve çevreye bağlıdır. Düşüncelerimizin büyük kısmı genellikle önceden edinilmiş izlenimlerin ve etkileşimlerin doğal bir sonucudur.” (s.437)

“Yaşamda sevgiye gerek duyanlar, sağlıklılar, kendine güvenenler, gururlular, neşeliler, yaşamın zevkini çıkaranlar değildi. Onların buna ihtiyacı yoktu. Onlar sevgiyi yalnızca kendilerine sunulması gerekli bir şey olarak niteliyor, kayıtsız, kendini beğenmiş bir tavır takınıyorlardı. Sevgi onlar için yalnızca bir olgu, saçtaki bir toka, koldaki bir bilezik gibi başkaları tarafından sunulan bir armağandı; asla yaşamın anlamı ve ulaşılabilecek en yüce mutluluk değil.” (s.444)

“Unutmak kaçınılmaz olunca, insan yüreği de ona pekâlâ uyuyor ve unutmayı istiyor.” (s.459)