“Gözleri kahve çekirdeklerini andırıyor; gülümseyince
kavrulan kahve çekirdekleri gibi çıtır çıtır yanıyordu adeta.” (s.31)
“Güldüğümüz, budalaca şakalaştığımız her saniyede
birilerinin yatağında kıvranıp öldüğünü, binlerce pencerenin gerisinde yoksulluğun
kol gezdiğini, insanların açlıktan öldüğünü, hastanelerin, taşocaklarının,
kömür madenlerinin olduğunu, fabrikalarda, bürolarda, hapishanelerde sayısız
insanın angarya olarak çalışmak zorunda kaldığını; başka birinin acı çektiğini
hissetmenin o kişinin acısına bir faydası olmayacağını biliyordum. Yeryüzündeki
acı ve felaketleri yalnızca düşünmenin bile, geceleri insanın uykusunun kaçması
ve dudaklardaki gülümsemenin kaybolup gitmesi için yeterli olacağının
bilincindeydim.” (s.61)
“Yaşamımda ilk kez her tür bağlılığın ruhun asıl
güçlerini engellediğini, insanın gerçek kişiliğinin ancak özgür olduğu zaman
ortaya çıktığını anlıyordum.” (s.71)
“Yoğun duygular sonsuza dek süremezdi.” (s.75)
“Gençliğin anlamı her öğrenilenden coşku duyup yeni
keşiflere doyamamasıdır.” (s.76)
“Kişinin ruhsal dengesini belirleyen rastlantılar,
cesaretimizi artıran ya da kıran küçük ayrıntılar değil midir?” (s.125)
“Genellikle zıt kutuplar birbirini çeker, tabii doğru
yerleştirilirlerse kusursuz bir uyum ortaya çıkar. Bize en şaşırtıcı görünen
şeyler, çoğunlukla en doğal olanlardır.” (s.181)
“Yaşamda zaman zaman aldanmış olmaktan utanmamalısınız,
hatta diyebilirim ki insanlara ve olaylara başlangıçta iyimserlikle yanaşmayı
engelleyen eleştirici, kuşkulu bakışların henüz kişiliğinizin bir parçası
olmaması büyük bir şans.” (s.187)
“Gerçek yaşam ve yaşantılar konusunda benim kadar
deneyimsiz biri doğal olarak, yaşadığı dünyanın kendisine anlatılanlardan,
okuduklarından ibaret olduğunu sanır ve bunları deneyimlemeden önce, kaçınılmaz
olarak hayal gücünün yarattığı bir dünyada ve kişilerle yaşar.” (s.273)
“Genç ve pek de deneyimli olmayan bir insan olarak, o
zamana kadar aşk gereksiniminin ve özleminin yüreğin en büyük acısı olduğunu
sanırdım. Ancak içinde bulunduğum o anda arzulamak ve özlem duymaktan çok daha
beterinin, istemediğin halde sevilmek ve bu rahatsız edici tutku ve ihtirasa
karşı koyamamak olduğunu anlıyordum.” (s.282)
“Karşılıksız bir aşka tutulan biri bu tutkusunu biraz
olsun kısıtlama olanağına sahiptir; çünkü bu o yoksunluğun yalnızca kölesi,
kulu değil, aynı zamanda da yaratıcısıdır. Aşık olan bu tutkusuna karşılık
almayı başaramıyorsa bu, hiç değilse onun kendi suçudur. Ama karşılıksız olarak
sevilen kişi, ölçüsünü ve sınırlarını kendinin belirleyemediği bu tutkuya gem
vurmakta çaresizdir. Bir başkası tarafından sevilen herkes o kişinin karşısında
çaresiz kalır.” (s.282)
“Başkalarından dinlenenler ve kitaplardan okunanların
hepsi gelip geçiyor, geriye yalnızca kendi yaşadıklarınızın yüreğinizde
uyandırdığı duygular kalıyor.” (s.284)
“İçgüdüler genellikle düşüncelerimizden daha
tedbirlidir.” (s.285)
“Beni asıl şaşırtan yaşamımın akışındaki hızdı: Son
birkaç saat içinde ne kadar önemli kararlar almıştım. Başka zaman olsa istekle
istememek arasında gidip gelir, sayısız bahaneler yaratarak olumsuz duyguların
karamsarlığına kapılır, karar almakta bocalayıp dururdum. İnsan yüreğinin en
gizemli zevklerinden biri de budur; kararlarımızı gerçekleştirmeden önce
kararsızlık yaşamaktan haz duyarız.” (s.322)
“Seven insan sevdiğinin gerçekten mutlu olup olmadığını
tuhaf bir şekilde sezinleme gücüne sahiptir. Ve aşk kendi dünyasında her şeyin
en sınırsızını, en ölçüsüzünü arzuladığı için, ölçülü ve tedbirli olan her şey
onun için dayanılmaz ve iticidir.” (s.364)
“Kararlarımız, kabul etmek istemesek de büyük ölçüde
sosyal konumumuzla sağladığımız uyuma ve çevreye bağlıdır. Düşüncelerimizin
büyük kısmı genellikle önceden edinilmiş izlenimlerin ve etkileşimlerin doğal
bir sonucudur.” (s.437)
“Yaşamda sevgiye gerek duyanlar, sağlıklılar, kendine
güvenenler, gururlular, neşeliler, yaşamın zevkini çıkaranlar değildi. Onların
buna ihtiyacı yoktu. Onlar sevgiyi yalnızca kendilerine sunulması gerekli bir
şey olarak niteliyor, kayıtsız, kendini beğenmiş bir tavır takınıyorlardı.
Sevgi onlar için yalnızca bir olgu, saçtaki bir toka, koldaki bir bilezik gibi
başkaları tarafından sunulan bir armağandı; asla yaşamın anlamı ve
ulaşılabilecek en yüce mutluluk değil.” (s.444)
“Unutmak kaçınılmaz olunca, insan yüreği de ona pekâlâ uyuyor
ve unutmayı istiyor.” (s.459)