“Bir insanın gerçek nefesi hangisidir? İçine çektiği
nefes mi, yoksa dışarı verdiği nefes mi?” (s.46)
“Küçük mutluluklar için şükran duyun derdi Reenie. Niye
duyalım, derdi Laura. Neden bu kadar küçük bu mutluluklar?” (s.56)
“Ölümün karanlık vadisinde yürüsem de hiçbir kötülükten
korkmuyorum. Çünkü Sen benimle birliktesin. Evet, iki kişi olunca, insan
kendini aldatıcı bir biçimde daha emniyette hissediyor ama sen kaypak bir
karakter. Hayatıma giren bütün Sen’ler şu ya da bu biçimde kaybolup gitti.
Kimisi şehri terk etti, kimisi vefasız çıktı ya da sinek misali düşüp öldü; o
zaman Sen neredesin?” (s.68)
“Bugünlerde değil ama eskiden insanlar kültürün sizi daha
iyi bir insan yapacağına inanırlardı. İnsanı geliştireceğine inanırlardı, en
azından kadınlar böyle düşünürdü. Henüz Hitler’i opera seyrederken
görmemişlerdi.” (s.88)
“Düğünden sonra savaş başladı. Aşk, sonra evlilik, sonra
felaket. Reenie’nin yorumuna göre bu kaçınılmazdı.” (s.102)
“Ayrılışlar yürek paralayıcı olabilir ama dönüşler
kesinlikle çok daha perişan edicidir. Karşınızda gördüğünüz canlı beden,
yokluğunda yansıttığı parlak gölgenin yerini asla tutamaz. Zaman ve mesafe
keskin hatları bulanıklaştırır, sonra birdenbire sevdiğiniz geri döner,
acımasız ışığıyla öğlen olur, ve her bir leke, her bir gözenek, kırışıklık,
kıl, tüy bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.” (s.109)
“Öldürmeye hazır olmadığınız hiçbir şeyi yemeyin.”
(s.119)
“Sürekli krizler yaşardı, ölmüş bir karga, ezilmiş bir
kedi ya da gökyüzünde karanlık bir bulut görse ağlamaya başlardı. Öte yandan,
fiziksel acıya karşı acayip bir direnci vardı: Ağzını yaksa ya da bir yerini
kesse, kural olarak ağlamazdı. Onu mutsuz eden şey, kötü niyetti, evrenin kötü
niyeti.” (s.121)
“Ne hayal ürünüydü bu anneler. Bostan korkuluğuydular,
üstlerine iğneler yapıştırdığınız mumya bebekler, kaba saba şekiller gibiydi.
Onlara kendi varlıklarını yaşama fırsatını vermiyorduk, kendi keyfimize göre
yaratıyorduk onları: Kendi açlık duygumuza, dileklerimize ve zayıflıklarımıza
göre. Şimdi onlardan biri olduğum için daha iyi anlıyorum.” (s.131)
“Neden öyle bakıyorsun bana?
Seni ezberliyorum.
Neden?
Sana sonra da sahip olabilmek için. Ben gittiğim zaman.”
(s.170)
“Kadınlar neden böyle hatıra düşkünü olurlardı ki?”
(s.176)
“Annem ölmüştü. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Başımı dik, üst dudağımı gergin tutmam söylenmişti. Kim söylemişti bunu?
Kuşkusuz Reenie, belki de babam. Tuhaf, hiç kimse alt dudağımı nasıl tutacağımı
söylememişti. Oysa başka bir acının yerini tutsun diye ısırdığımız alt
dudaktır.” (s.185)
“Reenie dedi ki: boşver, büyüyünce öğrenirsin. Bilmediğin
şeyden sana zarar gelmez.
Kuşku götürür bir atasözü: Bazen bilmediğin şey sana çok
zarar verebilir, canını çok yakabilir.” (s.186)
“Gitgide kendimi bir mektup gibi hissetmeye başlıyorum,
bir yerden postalanıyorum, başka bir yerden almıyorum. Ama üstünde kimsenin adı
ve adresi yazılı olmayan bir mektup bu.” (s.228)
“-Senin için fazla yaşlı değil mi?
-Ne için fazla
yaşlı? Ruhun yaşı yoktur.” (s.266)
“İnsanlar mutlu sonlara neden ağlarsa, düğünlerde de aynı
nedenle ağlar. Aslında gerçekleşmeyeceğini bildikleri bir şeye umutsuzca
inanmak istedikleri için.” (s.316)
“Romantik aşklar orta mesafeli bir uzaklıkta gerçekleşir.
Romans, buğulanmış bir pencereden kendi içine bakmaktır. Romans, her şeyi
dışarıda bırakmaktır: Hayat homurdanır ve burnunu çeker, aşk yalnızca iç
çeker.” (s.346)
“Tehlike fazla yakından bakmak ve çok fazla şey görmekte.
Adamın yavaş yavaş ufalmasında, kendisiyle birlikte. Sonra bomboş uyanmak, hepsi
kullanılmış, bitmiş, sona ermiş. Elinde hiçbir şey kalmamış.” (s.346)
“Aşk bir suçtur. Ama olmaması daha büyük bir suçtur.”
(s.400)
“Gençken her şeyin icabına bakabileceğinizi düşünürsünüz.
Günübirlik yaşarsınız, zamanı avucunuzda dertop edip kenara atıverebileceğinizi
sanırsınız. Hızlanarak giden arabanızın kumandası kendinizdedir sanırsınız.
İstemediğiniz şeylerden ve insanlardan kurtulurum, onları geride bırakırım diye
düşünürsünüz. Henüz farkında değilsinizdir, o bıraktıklarınız sonra tekrar
tekrar geri döner.” (s.517)
“Doğru yargı, deneyimlerle elde edilir. Deneyimler,
yanlış yargılamalar sayesinde elde edilir.” (s.544)
“Ev, yüreğinin olduğu yerdir. Artık bir yüreğim yoktu,
yüreğim kırılmıştı ya da kırılmamıştı, yalnızca artık yoktu işte. Rafadan pişmiş
bir yumurtanın sarısı gibi dikkatle çıkartılıp alınmıştı, bedenimden geri
kalanını kansız, pıhtılaşmış ve oyulmuş bırakarak. Yüreksizim diye düşünmüştüm.
Demek ki evsizim.” (s.579)
“Eğer herkes kendinden biraz verirse, herkesin kazanacağı
çok şey vardır.” (s.587)
“Önce söz vardı, diye inanırdık bir zamanlar. Tanrı o
sözün ne kadar dayanıksız bir şey olabileceğini biliyor muydu? Ne kadar narin,
ne kadar kolaylıkla silinebilecek bir şey olduğunu?” (s.632)
“Ne olursa olsun, bilmeyi seçeriz ve bu süreçte kendimizi
yaralarız. Gerekiyorsa bunun için ellerimizi ateşe sokarız. Tek dürtümüz merak
değildir. Sevgi ya da acı ya da umutsuzluk veya nefret de bizi harekete
geçirir.” (s.637)