“Anormal zevkler normal olanlara duyulan iştahı, onlardan
alınan tadı öldürür.” (s.4)
“Hayatın sarhoş ettiği bir adam bu diye düşündüm. Tıpkı
benim gibi.” (s.6)
“İçimde duygulanmayan, heyecanlanmayan bir şey var, beni
o yönetiyor. Eğer bütün benliğimle harekete geçeceksem, önce onun kışkırtılması
gerek.” (s.8)
“-Sen insanların beynine aşık olursun. Seni kaybedeceğim.
Henry’e kaptıracağım.
-Yo hayır, beni
kaybetmeyeceksin. Hayal gücümün yangına nasıl körükle gittiğinin, ne kundakçı
olduğunun farkındayım. Henry’nin yazılarına çoktan bağlandım ama bedenimle
zihnimi ayırıyorum.” (s.10)
“Şuna gerçekten inanıyorum: Yazar olmasaydım, son derece
sadık bir eş olurdum. Sadakate çok değer veriyorum. Ama meşrebim yazara uygun,
kadına değil. Böylesi bir ayrım çocukça gelebilir, ancak mümkün. Aşırı
harareti, fokurdayan fikirleri ayıklayın, karşınızda mükemmelliyete aşık bir
kadın bulursunuz. Sadakat de mükemmelliklerden biri. Ancak şu an bu bana
aptalca ve akılsızca geliyor, çünkü kafamda çok daha büyük tasarılar var.
Kusursuzluk durağan, bense doludizginim. Sadık eş olmak yalnızca bir dönem, bir
an, bir metamorfoz, bir durum.” (s.12)
“Tıpkı benim gibisin, mükemmel anı bekliyorsun, oysa çok
uzun zamandır düşlenen bir şey, dünyasal anlamda asla mükemmel olamaz.” (s.25)
“Ben ahlak tanımaz kafa yapıma karşın, ahlaksal değerleri
gözeten, prangalı biriyim.” (s.32)
“Ben salt doyasıya yaşamakla yetinmiyorum zaman zaman
hava almak ve anlamak için su yüzüne çıkıyorum.” (s.46)
“Romantizmin gerçekçilikten daha uzun dayandığını gördüm.
Erkeklerin sahip oldukları güzel kadınları, fahişeleri unuttuğunu,
idealleştirdikleri ilk kadını, asla sahip olmayacakları kadını anımsadıklarını
gördüm. Onları ellerinde tutanlar, onları duygusal bağlamda heyecanlandıran
kadınlar.” (s.56)
“Öyle kırılgan görünüyorsun ki, seni öldürmekten
korkuyorum.” Henry Miller (s.66)
“Beni sevdiğin zaman bir duygu bolluğuna gömülüyorum,
öyle keskin, öyle yeni duygular ki bunlar. Henry, başka hiçbir âna
benzemedikleri için, benzeşme içinde kaynayıp gitmiyorlar. Onlar öylesine
bizim, senin, benim ki; seninle ikimiz: Herhangi bir kadınlar herhangi bir
erkeğin birlikteliği değil bu.” (s.68)
“Hem Henry hem de June, hayatımın mantığını ve birliğini
ortadan kaldırdılar. İyi bir şey bu, çünkü bir şablonu sürdürmeye yaşamak
denmez. Artık yaşıyorum. Şablonlar, desenler oluşturmuyorum.” (s.70)
“En iyi yalanlar yarım doğrulardır, ona yarım doğrular
söylüyorum.” (s.78)
“Durum şu ki Anais, daha önce hiçbir kadını beynimle
sevmedim. Benim gözümde bütün kadınlar ikinci sınıftı. Seni dengim, eşitim
olarak görüyorum.” Henry Miller (s.79)
“Ona buluşmamızdan sonra yazdığım ilk sözcükleri
anımsattım: Sözcük dağı parçalandı, edebiyat yıkılıp gitti.” (s.80)
“Galiba aklımı kaybediyorum, çünkü bu ilişkinin içimde
uyandırdığı duygular peşimi bırakmıyor, bana her saniye hükmediyor.” (s.82)
“Senden ne beklediğimi bilmiyorum ama mucize gibi bir
şey. Senden her şeyi talep edeceğim – olanaksızı bile, çünkü buna bizzat sen
çanak tutuyorsun. Gerçekten güçlüsün. Sahtekarlığından, hainliğinden bile
hoşlanıyorum. Bana çok aristokratik geliyor.” Henry Miller (s.87)
“Seninle aramızda bir şey var Henry; June’un asla tam
olarak kavrayamayacağı bir bağ: Zihin.” (s.90)
“Ama onun yaşamını incitmek, onu sakatlamak, yeni
kazandığı özgüveni elinden almak istemiyorum. Ona duyduğum eski aşktan geriye,
bunu yapacak kadarı kaldı. Onu uyarmış, her ne kadar birine zarar vermekten
nefret etsem de; onu mahvedebileceğimi söylemiştim; mahvedemeyeceğim bir erkek
bulduğumu, benim için doğru erkeğin o olduğunu da. Benden nefret etmesini
sağlamaya çalıştım. Ama o şöyle dedi: Seni istiyorum Anais. Yıldız falıysa
birbirimizi tamamladığımızı söylüyor.” (s.92)
“Bir daha asla ortak duygularla buluşamamaya yazgılıyız.”
(s.93)
“Çünkü’yü arama-aşkta çünkü yoktur, mantık yoktur,
açıklama yoktur, çözümler yoktur.” (s.93)
“Doymak sözcüğü beni dehşete düşürdü. İçime akıtılan ilk
zehir damlasıymış gibi geldi bana. Henry’nin doygunluğuna karşılık, ortaya
korku dolu tazeliğimi, yeni oluşumu sürüyorum; bunlar, onun için normalde daha
değersiz olabilecek bir şeye yoğunluk katıyor. İçime kazara, rastgele akıtılan
o ilk zehir damlası, ölüme dair bir kehanet gibiydi. Aşkımızın hangi çatlaktan
ansızın dışarı sızacağını ve harcanıp gideceğini bilmiyorum.” (s.96)
“Seni bir bütün olarak, olduğun gibi içime aldım.
Maskesiz bırakılacağından korkmana gerek yok, sadece sevileceksin.” (s.99)
“Henry’den bu kadar sadakat bekleyip beklemediğimden emin
değilim, çünkü bugün salt aşk sözcüğünün kendisinden bile usanmaya başladığımı
fark ettim. Sevmek ya da sevmemek. Fred, Henry’nin beni sevmediğini söylüyor.
Zorluklardan, karışıklıklardan uzaklaşma, rahat bir soluk alma gereksinimini
anlıyorum, bunu kendim için de arzuluyorum, ne var ki kadınlar bu aşamaya bir
türlü ulaşamıyor. Kadınlar duygusal.” (s.106)
“Bir şeyi anlıyorsam, aynı zamanda da kabullenirim.”
(s.108)
“Bugün çalışamıyorum, çünkü duygular bahçenin
dinginliğine sinmiş, üstüme atılmaya hazır. Duygular havada, kokularda,
güneşte, giydiğim giysiler misali tenimde. Birini bu biçimde sevmek çok fazla.
Her an dibimde olmasına ihtiyacım var – dibimden öte, içimde.” (s.160)
“Henry benim güneşim, belime dolanan kolu, benim
pelerinim.” (s.162)
“Onun bilmediği bir şey var, o da yaşamımın eksik kalan
kısımlarını tamamlamak, şu ana kadar kaçırdıklarıma sahip olmak, kendimi ve
hikayemi tamamlamak zorunda olmam.” (s.166)
“Mutluluğumu ne yapacağım? Onu nasıl kollayacak, hiç
kaybetmeyeceğim bir yere nasıl saklayacağım? Mutluluk başımdan aşağı yağmur
gibi yağarken diz çökmek, dantel ve ipekle onu toplamak, yeniden üzerime
bastırmak istiyorum.” (s.175)
“Henry’nin gözlerindeki imgeme bakıyorum ve ne görüyorum?
Günlükleriyle haşır neşir olan, erkek kardeşlerine öyküler anlatan, sık sık,
nedensizce ağlayan, şiir yazan genç bir kız – insanın konuşabileceği bir
kadın.” (s.183)
“Bir anlığına gözümün önünde Henry’siz bir dünya
canlandırdım. Ve Henry’i kaybettiğim gün incinebilirliğimi, aşık olma
kapasitemi, en çılgın sefahat âlemlerinden bile keyif alma yeteneğimi öldürmeye
yemin ettim. Henry’den sonra bir başka aşk istemiyorum.” (s.187)
“Hep böyle mi olmak zorunda? İnsan o anki varoluş haline,
bulunduğu safhaya, meşrebine uyan birini asla bulamıyor. Hepimiz
tahterevallilerin üzerinde oturuyoruz. Ben Henry’nin çoktan bıktığı şeyin
açlığını çekiyorum; yepyeni, taze, hummalı bir açlık bu. Benden istediği şeyi
verecek ruh halinde değilim. Ritimlerimiz arasındaki bu zıtlık. Henry, aşkım,
artık meleklerin, ruhların, sevginin adını bile duymak istemiyorum;
derinliklerle işim bitti.” (s.188)
“Tepemdeki, bedenimin üzerindeki ağırlık kurşun gibi.
Yalnızca bir saat kaldı. Onu istasyona kadar geçirdim. Dönüş yolunda mektubunu
bir kez daha okudum. Bana içtenlikten uzak göründü. Salt edebiyat. Olgular bana
bir şey söylüyor, içgüdülerim başka bir şey. Peki ama içgüdülerim sadece eski,
nevrotik korkularımdan mı ibaret?” (s.190)
“Kadınlar benim ayakkabılarıma, elbiselerime, berberime,
makyajıma sahip oldukları takdirde benim gibi olabileceklerini sanıyorlar. İşe
karışması gereken büyücülüğü algılayamıyorlar. Güzel olmadığımın, sadece bazı
anlarda güzel göründüğümün farkında değiller.” (s.197)
“Kıskançlığa tahammül edemiyorum. Onu ortadan kaldırmak
için hemen misilleme yapmak zorundayım.” (s.202)
“Mutlak güven diye bir şey olanaksız. Güvenmek demek,
kendini bir başkasının ellerine teslim etmek, sonunda da acı çekmek demek.”
(s.202)
“Her ne kadar elim onu sımsıkı kavrasa da, aklım onu
çoktan bıraktı.” (s.209)
“Şu an merak ettiğim şu: Hugo’nun dünyasında kalma
nedenim, tehlikenin tam ortasına atılacak yüreklilikten yoksun olmam mı, yoksa
henüz hiç kimseye Hugo’lu yaşamımı gözden çıkaracak kadar âşık olmamam mı? Hugo
ölse, kalkıp Henry’e gitmem; burası çok açık.” (s.220)
“Her mutluluğun kendi trajedisini taşıdığını biliyorum.”
(s.241)
“Allendy’nin dediği gibi, zihnimin kurgusal olarak
ürettiğini gerçek duygularla zenginleştirdiğim ve kendimi, gayet iyi niyetle,
kendi uydurduklarıma kaptırdığım doğru.” (s.242)
“İnsan daha az acı çekmeyi öğrenmiyor. Acıdan sakınmayı
öğreniyor.” (s.245)
“Daha çetin, daha değerli bir dünyaya ayak basmayı çok
isterdim, dedim; şu kırılganlığımla, kendimi bir akıl hastanesinde bulacağımı
bile bile, kahramanca davranmak, tıpkı June gibi devasa özverilerde bulunmak
isterdim.” (s.257)
“Allendy’de neyi sevmediğimi anladım – belli bir gelenekçilik,
bir kat tutuculuk cilası; o hafif sıklet bir kişilik, bense trajik, yoğun ruhlu
erkekleri severim, tıpkı Henry’nin romantik kadınları sevdiğini söylemesi
gibi.” (s.259)
“Ancak güvendiğim zaman birini tam anlamıyla
sevebileceğimi anlıyorum. Henry’nin aşkından eminim, dolayısıyla kendimi
doludüzgin kaptırabiliyorum.” (s.264)
“Bulanık tecrübeler yaşadın, diyor. Ama saf, temiz
kalabildiğini hissediyorum. Geçici meraklar bunlar, bir deneyim açlığı. Nasıl
bir deneyimden geçersem geçeyim, yarasız beresiz çıkıyormuşum. Dürüstlüğüme,
saflığıma herkes inanıyor. Henry bile.” (s.270)
“Çok fazla sevmekten artık korkmam gerekmiyor.” (s.276)
“Allendy ve Hugo gibi erkeklerin katıksız, mutlak
içtenliği çok güzel bir şey ama bana hiç de ilginç gelmiyor. Beni Henry’nin
riyakârlıkları, med-cezirleri, edebi haylazlıkları, deneyleri, çapkınlıkları
gibi büyülemiyor. Henry ile sarmaş dolaş yatarken bütün oyunlar bitiyor ve o an
için tamamlanıyor, temel bütünleşmemize ulaşıyoruz. Yeniden yazmaya koyulunca
hayal gücümüzü yaşamlarımıza aşılıyor, içine damla damla akııtıyoruz. Salt iki
insan olarak değil, iki yaratıcı, iki maceraperest olarak yaşamaya inanıyoruz.”
(s.279)
“Dün gece ağladım. Ağladım çünkü kadın olma sürecim çok
sancılıydı. Ağladım çünkü artık bir çocuğun körlemesine inancına sahip bir
çocuk değildim. Ağladım çünkü gözlerim açıldı, gerçeği gördü – Henry’nin
bencilliğini, June’un iktidar aşkını, başkalarını dert etmek zorunda olan, bir
türlü kendi kendine yetemeyen, doymak bilmez yaratıcılığımı. Ağladım çünkü
inanmaya, güvenmeye bayıldığım halde artık inanamaz, güvenemez oldum. Ancak
hâlâ, inanmadan da büyük bir tutkuyla sevebilirim. Bu, bir insan gibi
sevebildiğim anlamına geliyor. Ağladım çünkü acımı kaybettim, yokluğuna henüz
alışamadım.” (s.287)