“Geleceğe özlem duyardık. Nasıl öğrendik bunu, bu
doymazlık yeteneğini?” (s.16)
“Yeni bir evin eşiği yalnızlık doludur.” (s.27)
“Alçakgönüllülük görünmezliktir derdi Lydia Teyze. Asla
unutmayın bunu. Görülmek fethedilmektir.” (s.46)
“Su gibi berrak olmaya ihtiyacım var, zihnimin içinde.”
(s.51)
“Sıradan olan derdi Lydia Teyze, alıştığınız şeydir.”
(s.51)
“Yatıyorum öyleyse, odanın içinde, tavandaki sıvalı gözün
altında, beyaz perdelerin ardında, çarşafların arasında, onlar kadar dümdüz ve
kendi zamanımın dışına adım atıyorum. Zamanın dışına. Gerçi zaman bu, ben de
dışında değilim. Gene de gece benim çıkış zamanımdır. Nereye gitsem?” (s.55)
“Öykü mektup gibidir. Sevgili Sen, diyeceğim. Sadece sen,
bir ismin olmaksızın. Bir isim vermek seni gerçekler dünyasına bağlar, bu daha
rizikolu, daha tehlikeli: Orada, dışarıda, senin yaşama şansının ne olduğunu
kim bilir? Sen, sen diyeceğim, eski bir aşk şarkısı gibi. Sen birden fazla
demek olabilir. Sen, binlerce demek olabilir.” (s.58)
“Sinirliydim. Beni sevdiğini nasıl bilecektim. Öylesine
bir macera olabilirdi. Neden hep öylesine derdik? Gerçi o zamanlarda erkekler
ve kadınlar birbirlerini elbise giyer gibi öylesine denerlerdi, uymayanı bir
kenara atarak.” (s.70)
“Burada bir çocuk gibiyim, bana anlatılmaması gereken
şeyler var. Bilmediğin bir şey sana zarar veremez.” (s.73)
“Yaşardık, her zamanki gibi,
aldırmadan. Aldırmamak cehaletle aynı şey değildir, üstünde çalışman gerekir.” (s.77)
“Öyküler arasındaki boşluklarda yaşardık.” (s.77)
“Kendimi derleyip toparlıyorum. Varlığım, derleyip
toparlamam gereken bir şey şimdi, bir konuşmayı derleyip toplamak gibi. Sunmam
gereken şey yapay bir şey, doğal değil.” (s.88)
“Boş vakit var. Bu, hazır olmadığım şeylerden biri;
doldurulmayan zaman miktarı, hiçliğin uzun parantezleri. Beyaz sese benzeyen
zaman. Keşke bir şeyler işleyebilseydim. Dokumak, örmek, ellerimle yapacak bir
şeyler.” (s.91)
“Burada sevebileceğim kimse yok, sevebileceğim bütün
insanlar ya ölü ya da başka bir yerdeler. Nerede olduklarını kim bilebilir ya
da şimdi adlarının ne olduğunu? Hiçbir yerde de olmayabilirler, tıpkı benim
onlar için olmadığım gibi. Ben de kayıp bir kişiyim.” (s.131)
“Umut yok. Nerede olduğumu biliyorum, kim olduğumu ve
günlerden ne olduğunu. Böylece sınıyorum kendimi, aklım başımda. Akıl, sahip
olunacak değerli bir şey; bir zamanlar insanların para biriktirdiği gibi
biriktiriyorum onu. Saklıyorum, zamanı geldiğinde, elimde yeteri kadar olacak.”
(s.139)
“Pamuk helva gibi hissediyorum kendimi: şeker ve hava.
Sıkmaya görün beni, küçük, hastalıklı ve ağlamaklı pembemsi kırmızı, nemli bir
topağa dönüşüveririm.” (s.175)
“Gereksindiğim şey bir bakış açısı. Derinlik yanılsaması,
bir çerçevenin yaratacağı, düz bir yüzeyde biçimlerin düzenlenişi. Bakış açısı
gereklidir. Yoksa sadece iki boyutla kalırsınız. Yoksa yüzünüz bir duvara
bastırılmış yaşarsınız, her şey devasa bir ön plan oluverir, ayrıntılar, yakın
planlar, saçlar, çarşafın dokuması, yüzün molekülleri. Deriniz bir harita gibi,
bir boşunalık diyagramı, hiçbir yere varmayan ince yollarla çaprazlanmış. Yoksa
o anın içinde yaşarsınız. Bu da olmak istediğim yer değil.” (s.181)
“Duygularını dizginleyemezsin, demişti Moria bir
zamanlar, ama davranışlarını kontrol edebilirsin.” (s.240)
“Bilmek baştan çıkmaktı. Bilmediğiniz şey sizi baştan
çıkaramaz, derdi Lydia Teyze eskiden. Belki de neler olup bittiğini bilmeyi
aslında istemiyorum. Belki de bilmemeyi yeğliyorum. Belki bilmeye dayanamazdım.
İnsanoğlunun düşüşü, masumiyetten bilgiye düşüştü.” (s.244)
“Gençken ve düşleme çağındayken, fazla zamanı
kalmadığında insan her şeyin değerini daha iyi anlar belki, diye düşünürdüm.
Enerji kaybını eklemeyi unutmuşum. Bazı günler bazı şeylere gerçekten de daha
çok değer verdiğim oluyor; yumurtalara, çiçeklere, ama ardından sadece bir
duygusallık saldırısına uğradığıma karar veriyorum.” (s.248)
“Anlatmak zorunda değilim aslında. Hiçbir şey anlatmak
zorunda değilim, ne kendime ne de bir başkasına. Burada öylece oturabilirim,
huzur içinde. Geri çekilebilirim. İnsanın o denli uzağa gitmesi mümkün ki içinde,
aşağıya ve geriye doğru o denli uzağa, bir daha asla çıkaramazlar oradan.”
(s.279)
“Âşık olmak, dedim. Aşka düşmek, hepimiz yapardık o
zaman, şu ya da bu şekilde. Onu nasıl hafife alabilmişti böyle? Küçümsemişti
hatta? Sanki bizim için önemsizmiş, bir gösteriş, bir kaprismiş gibi. Aksine
zahmetliydi. Temeldeki şeydi; kendinizi anlamanın yoluydu, eğer başınıza hiç
gelmediyse, bir kez bile, mutasyona uğramışsınız demektir, dış dünyadan bir
yaratık. Herkes bilirdi bunu.” (s.280)
“Yaşamınızda olup biten her şeyin zihninizden yayılan
olumlu ya da olumsuz bir güçten kaynaklandığı düşünülürdü.” (s.281)
“Luke, benim için ilk erkek değildi, dahası sonuncu da
olmayabilirdi. Bu şekilde donup kalmış olmasaydı. Zamanın içinde, havanın tam
ortasında, geçmişteki o ağaçların arasında, tam o düşme eylemini
gerçekleştirirken donup kaldı Luke.” (s.282)
“Beklemek aynı zamanda bir yerdir. Beklediğiniz yerdir.
Benim için beklemek, bu oda. Bir boşluğum ben, burada, parantez işaretleri
arasında. Diğer insanlar arasında.” (s.283)
“Utançsız olmayı isterdim. Utanmaz olmayı isterdim. Cahil
olmayı isterdim. Böylece ne kadar cahil olduğumu bilmezdim.” (s.326)
“Odamda oturuyordum, pencerede, bekleyerek. Kucağımda
örselenmiş bir avuç yıldız. Beklemek zorunda kaldığım zamanların sonuncusu
olabilirdi bu. Ama ne için beklediğimi bilmiyorum. Ne bekliyorsun, derlerdi
eskiden. Acele et anlamına gelirdi. Yanıt beklenmezdi yani. Ne için
beklemektesin, farklı bir soru, benim bu soruya verecek yanıtım da yok. Gene
de, tam olarak beklemek değil bu. Bir havada asılı kalma durumuna benziyor daha
çok.” (s.46)
“İnanç bir sözcük sadece, süslü, yastığa işlenmiş bir
sözcük.” (s.361)