“Hiçbir yapıt boşluğa doğmaz; akan nehre sonradan
eklenir. Bu dünya bizden önce de düşünülmüştür; bütün yapıtlar kendilerinden
önceki yapıtlarla yapılmış bir konuşmanın izini taşır.” (s.10)
“Ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların üzerine bir
kâbus gibi çöker.” Marx (s.11)
“İnsan bir böcek gibi aşağılandığında, bir sümüklüböcek
gibi kabuğuna çekildiğinde, bir örümcek gibi yeraltı planları kurduğunda ne
olur? Bağımsız, sıra dışı, başına buyruk olayım derken kendilerini yoksullarla
aynı çukurda bulan okumuş yazmışlar doyuramadıkları istekleriyle, ezikliğin
acısıyla, yer altı düşleriyle baş başa kaldığında ne olur? İnsancıllar’dan,
İkiz’den, Beyaz Geceler’den başlayarak adım adım kurduğu yeraltı trajedisinde
bu soruların cevabını arıyordu Dostoyevski. Kapitalizmin insanı bir dişliye,
bir vidaya, bir piyano tuşuna dönüştürdüğünü, kendilerini yığınlardan daha
soylu, daha bağımsız, daha sıra dışı sayan okumuş yazmışları yığınlarla aynı
böceklik yazgısında buluşturduğunu görmüştü. Ama hâlâ kaçacak bir delik vardı.
Öncelikle yeraltı.” (s.50)
“Yeterince büyümediği için kitaplara bağlanmıştır Selim;
bu var. Ama kitaplara fazlasıyla bağlandığı için de büyüyememiştir; bu da var.
Gerçek dünyayı kestirilemez bulduğu için kitaplara sığınmıştır; ama kitaplara
sığındığı için de, “kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi”
olarak kalmıştır.” (s.60)
“Büyürken hepimiz için birer dayanaktır sevdiğimiz
yazarlar. Ebeveynlerimizden kaçıp sığındığımız, kendimiz seçtiğimiz için daha
çok önemsediğimiz gerçek ebeveynlerimiz.” (s.62)
“Ben bugüne kadar hiçbir ıstırabımı bilinçaltına itmeyi
başaramadım. Bu yüzden çok boş kaldı orası.” Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar
(s.66)
“Bazen ortaya yayılmış bir dünya haritasının üzerine seni
boydan boya uzanmış olarak tasarlıyorum hayalimde. O vakit bana öyle geliyor ki
içinde yaşayacağım bölgeler ya senin vücudunla kapayamadığın ya da senin
ulaşamadığın yerlerdir ancak.” Kafka, Babama Mektup (s.67)
“Benim içimdeki çocuk büyümedi. Yaşamadığı için büyümedi
hiç.” Oğuz Atay (s.73)
“Hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir
barbarlık belgesi olmasın. Kültür ürününün kendisi gibi, elden ele aktarılma
süreci de nasibini alır barbarlıktan.” Walter Benjamin, Tarih Kavramı Üzerine
(s.93)
“Her saz, asıl sesini geriye bir şeyler çağırdığı, bir
çehrenin veya bir anın etrafında ölüm kaderini kırdığı zamanlar bulur.” Ahmet
Hamdi Tanpınar (s.103)
“Eğer maziyi çok seviyorsam; ona, o güzel, büyük,
muhteşem günlere bağlı isem, emin ol ki bu, ölülerin de bu toprakta ve
hayatımızda bir söz hakkı olduğunu düşündüğüm içindir.” Ahmet Hamdi Tanpınar
(s.104)
“Belki, unutulmuşu o kadar ağır ve vaatkâr kılan şey,
artık erişemediğimiz, kaybolup gitmiş alışkanlıkların izinden başka bir şey
değildir.” (s.106)
“Bizi onlara doğru çeken bıraktıkları boşluğun kendisidir.
Ortada izi bulunsun ya da bulunmasın, içimizdeki didişmede kayıp olduğunu
sandığımız bir tarafımızı onlarda arıyoruz.” Ahmet Hamdi Tanpınar (s.106)
“Çoktan beri asıl gayenin kendimizi bulmak veya vücuda
getirmek olduğuna inanıyorum. Bu adamlar (Baudelaire, Valery, Verlaine,
Mallarme, Edgar Allan Poe, Proust ve Dostoyevski’den söz ediyor) beni kendi
hakikatlerime ve asli yalanlarıma götürdüler. Çünkü, belki de hakiki şahsiyet
yoktur ve bizim benlik dediğimiz şey, ilk yahut en büyük ibdâ ve ihtirasımız
(eser ve icadımız), bir kelime ile, masalımızdır.” Ahmet Hamdi Tanpınar
Anlatıyor, Yaşadığım Gibi (s.107)
“Bir şehirde yolunu bulamamak pek bir şey ifade etmez.
Bir şehirde, ormanda kaybolur gibi kaybolmak ise eğitim ister. Bunu başarana
cadde isimleri kuru dalların çatırtısı gibi seslenmeli, şehir merkezindeki dar
sokaklar ona günün hangi saati olduğunu dağ başındaki bir gölcüğün kesinliğiyle
yansıtmalıdır.” Benjamin, Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocukluk (s.118)
“Her şey, bütün hayat, ölü bir dalga gibi ayaklarınızın
ucunda kırılıyor. Ve siz, kirli bir suda bir yığın çakıl taşı, yosun parçaları
arasında yalnızlığınızı seyrediyorsunuz.” Ahmet Hamdi Tanpınar (s.120)
“Ah şu yaş meselesi, bu içimizden kendimize tuttuğumuz
korkunç ayna. Hiçbir şey onun kadar zalim olamaz. Bu yamyam, bu korkunç maske
hayatın her dönemecinde karşıma çıkıyor.” Ahmet Hamdi Tanpınar (s.120)
“Geçmişin sahiden geçtiğini, geçmiş dediğimiz şeyin “mazi
dediğimiz o uzak masal ülkesi” olduğunu söylüyordu çünkü Tanpınar. Bir şair
olarak konuştuğunda yekpare bir ana dönmek istiyor, dönülemeyeceğini bilmesine
rağmen o özlemle avunuyor, kendine kayıptan örülmüş bir iç kale kurmak
istiyordu.” (s.128)