18 Ara 2017

Margaret Atwood - Kırmızı Pabuçlar

“Olağan ya da olağan dışı terimleriyle düşünmüyorum. Elbette yapmış olduğum pek çok şey, diğer insanlar açısından olağan dışı olabilir, ama benim açımdan öyle değil.” Margaret Atwood (s.1)

“Ailemde erkekler için asla tehdit oluşturmadım. Onlar, kendinden şüphesi olan insanlar değillerdi. Canımın istediği şeyi yapabiliyordum. Benim gibi, bütün erkeklerin kendine güvendiği bir ailede büyüdüğünüzde, bazı erkeklerin korkak, endişeli ve titrek olduğunu fark etmek, çok sarsıcı olabiliyor. Erkeklerin zayıflığını fark etmek, benim için müthiş bir şoktu.” Margaret Atwood (s.56)

“Öz güven diye açıklıyordu Margaret, çocuğun insan olarak takdir edilip edilmediğine bağlı. Pek çok insan, ilk heves geçtikten sonra tutkularının peşini bırakır, çünkü öz güveni yoktur. Özellikle kızlar, başkalarını memnun etmek üzere eğitilir ve birileri onlardan hoşlanmazsa, sorunun kendilerinde olduğunu düşünürler.
Margaret, başkalarını memnun etmek için eğitilmemişti: Şakayla karışık şöyle şeyler söyleyebiliyordu: Birilerinin sinirine dokunmuyorsanız, hiç yaşamıyorsunuz demektir.” (s.57)

“En zor şey, aslında erkeklere ait bir dünyada kadın yaratıcılığına yer bulmaktı.” Margaret Atwood (s.123)

“Kadın yazarlara ait pek de yüreklendirici olmayan biyografiler okumuştum. Jane Austen asla Bay Darcy ile evlenmemişti. Emily Bronte erken yaşta, Charlotte ise doğum esnasında hayatını kaybetmişti. George Eliot hiç çocuk sahibi olmamış ve evli bir adamla yaşadığı için toplum dışına itilmişti. Emily Dickinson gelip geçmiş, Christina Rossetti yaşama kefende açılan solucan deliklerinden bakmıştı. Yaşamı, benim normal yaşam saydığım şeyle birleştirmeyi başaranlar -Bayan Gaskell, Harriet Beecher Stowe- da vardı, fakat herkes onların ikinci sınıf olduğunu biliyordu. Bir elimde mükemmellik ve korkunç son, ötekinde sıradanlık ve rahatlık seçenekleri vardı. Dişlerimi sıktım, yüzümü rüzgara döndüm, çiftli buluşmalara son verdim, kemik çerçeveli gözlük ve sert bir ifade takınıp balon olmadığımı ispatlamaya çalıştım.” Margaret Atwood (s.126)

“Demek ki hayatım böyle olacaktı. Tavan arası ve tüberküloza gizem ve yalnızlık unsurlarını ekledim. Tek başıma uygun bir renge (siyaha) boyanmış bir tavan arasında yaşayacak ve sevgililer bulup münasip bir şekilde ıskartaya çıkaracaktım. Hiç çocuk yapmayacaktım. Sanat her zaman önde gelirdi. Asla otomatik çamaşır yıkama-kurutma makinesi almayacaktım. Sartre, Samuel Beckett, Kafka ve Ionesco’nun beyaz eşyaları olmadığından emindim ve en çok hayran olduğum yazarlar onlardı. Çamaşırların nasıl yıkanacağı hakkında somut bir fikrim yoktu ama kederle, hepsi benim çamaşırlarım olacak, diye düşünüyordum -yumuşak bebek tulumları, minik tişörtler olmayacaktı- ve bu gibi ayrıntılar, daha sonra da halledilebilirdi.” Margaret Atwood (s.127)

“Onu çok sevdim desem yalan olmaz -bu biraz da gül yapraklarını koparıp altında böcekler bulmayı sevmemden kaynaklanıyor- yani böcekleri böcek oldukları için değil de, oluşturdukları tezatla çiçeği vurguladıkları için seviyorum.” Gwen MacEwen (s.129)

“Bir insanla yatmak zordu. Bir düşünceyle yatmak istiyor ve yatıyordunuz, fakat düşünce kollarınızda örseleniyordu, fakat sabahleyin uyandığınızda ortada insan bile olmuyordu. Yalnızca, et, saç ve tırnak gibi ayrıksılıklardan oluşan allak bullak bir yığın buluyordunuz. Ardından bir an evvel ondan uzaklaşıyordunuz.” Margaret Atwood (s.152)

“Mektuplara izin var ama bana dokunma,
Yoksa düşerim dedim.
Her şey bağlı, senin uzak durmana…” Margaret Atwood (s.185)

“Margaret yazar olarak, kâğıttan bir evrende yaşıyordu. Bir başkasının girişi, bu dünyayı değiştirebilirdi. Buna karşı Margaret de herkes gibi sevgi istiyordu. Belki de onun için zorluk, her şeyi çok net görmesi ve kendini ikna edememesiydi. Bir başkasının hayatına girmenin sonuçlarını daha net görebiliyordu. Yazmak için gerekli olan o boş alanlara ve boş zamanlara ne olacaktı?
Bu şekilde düşünmek soğukluk muydu? Purdy, Margaret’in duygusal merkezinde bir katılık olduğunu söylemişti. Margaret bunu kabul ediyordu. Eğer duygusal olmak, insanın aşk için kendisini en yakın mecazi uçurumdan aşağı atmasını gerektiriyorsa, o bunu yapmaya hazır değildi. İnsanın kendine dikkat etmesi gerektiğini düşünüyordu; başka kimse bunu yapamazdı, üstelik yapmak zorunda da değildi.” (s.187)

“Margaret’in hayali, iki insanın bir dengede buluşup kendi farklılıklarını korumasıydı; o eski romantik metafordaki gibi, bir bütünün iki yarısı olarak tanışıp birleşmesi değildi. O modelde, yarımlardan biri her zaman kontrolü ele alıyordu. Margaret romantik değildi. Fakat bunun bedelini ödemek zorunda kalacaktı. Bir yanıyla Gwen’in romantizminden çok etkileniyor olmalıydı. Dünya sadece bir çeşit aşk olduğunu söylüyor ve o aşk, nihai bir yakınlık için özü tehlikeye atmayı öngörüyordu. Ona inanmamakla hata mı ediyordu?” (s.187)

“Benim teorime göre şiir beynin melankolik yanıyla yazılıyor ve bir şey yapmasanız bile, kendinizi yavaş yavaş karanlık ve çıkışı olmayan bir tünelde ilerlerken bulabiliyorsunuz.” Margaret Atwood (s.187)

“Yetmiyor mu damarlarından akan kelimeler
Seni yaşatmaya…” Margaret Atwood (s.209)

“Margaret, Purdy’ye yakında Jim’le evleneceğini söylediğinde, onu Jim’in kendisi kadar güçlü biriyle baş etmek için gerekli tüm savunma teçhizatına sahip olduğuna ikna etmek zorunda kalmıştı: Beni idare edebiliyor, yani beni kendi halime bırakıyor çoğunlukla.” (s.225)

“İyi kızlar evlenip çocuk sahibi oluyor, şiir yazmıyor. Bu nedenle şiir yazıyorsan, iyi bir kız olmuyorsun ve bir şekilde cezalandırılmayı hak ediyorsun. Bunun bir yorumu daha var: Sanatçılar acı çeker. Yani acı çekmiyorsan sanatçı değilsin. Bu yüzden yazmak için üçkağıtçı bir şekilde kendine acı çektirmenin yollarını arıyorsun. Ben de böyle şeyler yaptım. Ya sen? Ama işin aslı, acı çekmekten pek hoşlanmıyorum. Böylece, daha az acıya izin veren bir mantık geliştirdim.
Herkese birtakım nevrozlar verilmiş. Fakat sanatçı, bunları bir şekilde sanatına yansıtabiliyor ve sanatçı olmayanlar bunu başaramıyorlar. Onlar, bunu yaşayarak çözmek zorundalar. Bu nedenle, sanatçı kendi nevrozlarına, eşit şiddette nevroza sahip sanatçı olmayan birinden daha iyi adapte oluyor. İnsanlar bana ne kadar aklı başında olduğumu söylediğinde, aslında acı çekiyor olmam gerektiğini düşünüyorum. Bu alışkanlıktan kurtulmak kolay olmuyor.” Margaret Atwood (s.265)

“Hepimiz kamusal yaşama kapalı ve ondan farklı bir özel yaşam istiyoruz ve bu yaşamda, hükmeden ve hükmedilenin, hiyerarşinin ve politikacıların olmamasını, sadece eşit ve özgür insanların olmasını arzu ediyoruz. Ancak bu, her kültürün kapalı bir sistem olması ve bizim de güce dayalı ve ondan beslenen bir kültüre sahip olmamız nedeniyle çok zor, hatta imkânsız görünüyor. Çok yazık, çünkü gücü uygulamak aşkı yaşamakla zıt anlamlı. Aşk verirken, güç alıyor ve aldığı için kendini haklı çıkarıyor. Ne yazık ki kendi kişisel yaşamımız olarak gördüğümüz şey boyunca yaptıklarımız, aslında dış dünyanın güç oyunlarını ve güç mücadelelerini kopyalamaktan ibaret. Bu durumu, kendimizden ve birbirimizden gizlemek için büyük bir çaba harcamamız ise daha da üzücü.” Margaret Atwood (s.300)

“Margaret’in deyimiyle, aynaları kıran bir ilişki yaşamak mümkündü. Kadınlar, aşkı saplantı haline getirerek çok vakit harcıyorlardı ve aşk kendisiyle çelişen bir biçimde kişisel bir saplantıya dönüşüyordu. Margaret, kadınların kendilerini iki kişilik evreni aşan bir bağlamda düşünüp yaratıcı bir şekilde dünyayla meşgul olmalarının onlar için daha iyi olacağını söylüyordu. Sonuçta, kendi sorumluluğumuzu üstlenmemiz gerekiyordu, çünkü elimizdeki tek şey kendi kaderimizdi ve kaderimizi sadece biz belirleyebilirdik.” (s.308)

“Aşk dediğimiz şey, genellikle kendi güvenliğimiz adına ötekine sahip olmayı gerektirir -kalıcılığa yönelik bu talep, boğucu ve yıkıcıdır. Graeme, bu şiir hakkında kendisine yöneltilen soruya, aşkın sonsuz olduğunda ısrar ederek, onu kaderin cilvelerine ve tehlikelerine teslim ediyorsun. Bunu yapmaya başladığın an belaya davetiye çıkarıyorsun, diye cevap vermişti. Bu sana yetiyor. Aşk, hemen olsun diye tutturulamayacak kadar büyük bir şey.” (s.344)

“Yazar olmama izin vermeyen biriyle yaşamak, benim için imkansız olurdu. Ama yazarlık bana epey pahalıya patladı, onu da söyleyeyim. Diğer kadınların sahip olduğu pek çok şeyi kaçırdım -uzun bir süre çocuksuz ve bekar yaşadım. Şimdi bir şey kaçırmadığımı biliyorum. Ancak sorun şu ki, eskiden böyle düşünmüyordum.” Margaret Atwood (s.345)

“Kendi başının çaresine bakabilen, canı istediğinde yemek pişirebilen erkeklerden hoşlanıyorum. Kimsenin çorabındaki söküğü de dikmem. Erkekler çaresiz değiller ve gerektiğinde kendi ev işlerini yapabilirler. Aksini düşünseydim, onlara saygısızlık etmiş olurdum.” Margaret Atwood (s.346)

“Graeme Gibson, ilişkiler hakkında yöneltilen sorularda romantik metaforlara güvenmediğini belli ediyor. Benzerlik ararken en fazla, iki insan arasındaki ilişki liken gibidir, diyor. Liken, alglerle simbiyotik bir birlik kuran halofit bir bitki. Bir başka deyişle, iki organizma birbirine geçmiş, ancak tamamen bağımsız.” (s.395)