“Güneş olmasaydı sözcükler aydınlatırdı dünyamızı.”
“Çölde seraptır arkadaşlık.” (s.6)
“Bir gömü gibi kazarsın kendini ve çektirdiğin dişlerin
dışında tastamam duran iskeletine ulaştığın zaman anlarsın: Evrenin sonu
vardır, insanın sonu vardır. Bu dünyada her şey hep aynıdır ve bunu bilmek
ölesiye sıkıcıdır.” (s.7)
“Aşık olmak, arada sözcükler varsa mümkündür.” (s.7)
“Nasıl el ele tutuşuyorlardı, nasıl sarılıyorlardı
birbirlerine. Bazı çiftler avuçlarını iyice yapıştırıyorlardı. Asıl ihtiyacımız
olan hava, iki insanın avuçlarının arasına sıkışan havadır.” (s.10)
“Aşk bir gösteri sanatıdır.” (s.12)
“Edebiyat insanlar arasında bir yalıtkandır.” (s.15)
“İnsanın en büyük hazinesi suskunluğudur.” (s.17)
“Yalnızlık üzerinde durduğumuz zemindir.” (s.20)
“Yalnızlık mı? Milyarlarca insanın adı geçiyor bu
bahiste!” (s.20)
“İçinde kaybolabileceğiniz en güvenli kalabalıktır aile.”
(s.21)
“Aile bir mayın tarlasıdır, birey olmak için oradan sağ
salim çıkabilmek gerekir.” (s.21)
“Sonbahar da bir bahardı, bir elmayı ısırabilirdi,
sokaklarda titrek güneşle dostluğu ilerletebilirdi, öyle bir genişlik işte, baş
etmesi zor!” (s.43)
“Aynı şeyi düşünmekten aşınır akıl.” (s.53)
“Üzerinde yürüdüğümüz iptir akıl.” (s.53)
“Edebiyat arzu duyulan şeye uzaktan bakabilme sanatıdır.
Bu nedenle kendisine ve başkalarına arada hiç hava kalmayacak şekilde
yapışanların işi değildir edebiyat. Vantuzlular bu işi beceremez.” (s.54)
“Bazı kadınlar kendilerine âşık olan erkeklerle birlikte
olur. Bir iyilikseverlik. Sevgiye verilmiş insani bir karşılık. Hayır
diyememenin ikiz kardeşi. Böyle kadınların âşık olduğu erkekler ise uzakta
ve erişilmezdir. Çünkü her iyiliğin
kendine acı çektirmek gibi bir bedeli vardır. Ve kadınlarla ilgili her
genelleme bir kahkahayı hak eder. O halde gülelim!” (s.55)
“Karşılıksız veya söylenmemiş bir aşkı olan genç kadın ya
da erkek, âşık olduğu kişinin hayatını iş edinen bir dedektiflik bürosu kurar.
Küçük parçalarını bildiği o hayatın bütününü görmek için uğraşır, çıldırır.
Çünkü ortaya çıkacak bütünde kendi yerinin ne olduğunu ölesiye merak eder.”
(s.59)
“Âşık oldum demek, bir şeyin olduğu değil, olacağı
anlamına gelir. Sözcükler duygulardan hızlıdır, sözcükler yaşantılardan da
hızlıdır.” (s.62)
“Sırlar mücevherler gibidir, ama üzerinizde değil
midenizde taşırsınız.” (s.63)
“Bir gün Hasan Kale’de bana, yalnızca yirmi bir yıl
yaşadığı halde nasıl olup da binlerce yıl sevgisiz kalmış gibi hissettiğini
sormuştu. Yanıt olarak gidip sarıldım ona. Kollarıma güvenirim, sıskanın teki
de olsam!” (s.65)
“Ah Nesteren, biliyor musun ki ben sana âşık oldum ve
havadaki oksijeni alıp hiç de karmaşık olmayan yarı kimyasal yarı zihinsel bir
süreçten sonra havaya sözcük veren bir bitkiye dönüştüm.” (s.65)
“Nesteren, seni tanıyalı bir yıl bile olmamışken nasıl
oluyor da binlerce yıldır sevgine hasretmiş gibi hissediyorum?” (s.66)
“Bir kere Sulhi çok ama çok sevilmek istiyordu. Bu
dünyada, en azından gezegenimizin bu yarıküresinde, çok sevilmek isteyenleri
kimse sevmiyor. Acı ama gerçek bu! İstatistikler, on dokuzuncu yüzyılın son
çeyreğinden beri bu olgunun hiç değişmediğini, iyice kök saldığını ortaya
koyuyor. Modernizm konusunda kafa patlatanların yabancısı olmadığı bu bağlayıcı
olgu bir yana, Sulhi’nin genel anlamda insanlarla ilişkilerinde sorunlu olduğu
da söylenebilir. Bir şey daha başlamadan bütün ayrıntılarıyla bitişi, son
buluşu hayal edebilen biriydi Sulhi ve bu da işe yarar hamleler yapmasını,
sevip yanlarına sokulduğu insanlarla anlamlı, kalıcı bir yakınlık kurmasını
engelliyordu.” (s.69)
“İnsan çamurdan değili korkudan yaratılmıştır.” (s.70)
“Şehir, kötülüğün biriktiği yerdir.” (s.71)
“Aman canım bir sözcük de bunu yapar mıymış insana,
demeyin. Yapar! Sözcükler neler neler yapar insana!” (s.72)
“Pekâlâ, çocukluğun kutsanmasından, yüceltilmesinden ben
de hoşlanmam. Ama başka ne yapalım! Sulhi başka ne yapsın! Dünyanın karşısına
kendisini saflaştırarak, güzelleştirerek çıkmak isteyen, hayatını dantel gibi
işleyerek yaşamak isteyen biri, bir çocuğun karşısında secde etmesin de ne
yapsın? Bir çocuğun hayatını işaret ederek: işte ben de böyle olacağım, hayatı
böyle yaşayacağım diye bağırmasın da ne yapsın?” (s.82)
“Özgürlük, aşktan bile şiddetli bir duygudur.” (s.84)
“Gökyüzü ile yeryüzü arasında sıkıştım.” (s.84)
“Birilerinin de anladıkları şeyleri, soylarının devamı
için, sonraki nesillere anlatması gerekiyordu. Sulhi de soyunun devam etmesini
istiyorsa, çocuklarına, torunlarına, kitapların ve karşılıksız sevilen
insanların hayatta kalmayı zorlaştırdığını anlatmalıydı.” (s.86)
“Herkesin cümlesi aynı bile olsa öznesi farklı. Ve gramer
hiçbir işe yaramıyor.” (s.86)
“Sonbahara girerken ayağınızı denk almanız gerekir,öyle
lay lay lom girilmez sonbahara. Sulhi, hayatın sonuna geldiğini hissediyordu.
Artık yaşayacak bir şey kalmadı Sulhi Bey. Bundan sonraki günleriniz
hatırlamakla geçecek.” (s.87)
“Daha çok varoluşsal bir takıntıydı bu! Hani evden
çıkarken ocağı kapatıp kapatmadığımıza, kapıyı kilitleyip kilitlemediğimize
defalarca bakarız ya biz şehirliler, Sulhi’ninki de böyle bir takıntıydı. Yaşayıp
yaşamadığına bakıyordu o da! Şimdiki zamanı hissetmeye, hayatta olduğunu
anlamaya çalışıyordu.” (s.88)
“Başka bir yol bulmalısın Sulhi. Bu hayatın dışına çıkmak
için intiharın dışında bir yol bulmalısın.” (s.89)
“Ne zaman hayatın ya da normalin içine karışmak için
hamle yapsam, hafif bir dokunuşla camdan bir adama dönüştürüyor beni. Ya
kesiyorum ya kırılıyorum.” (s.96)
“Hasan’sa Sulhi’nin bir kafesin içinde dönüp durduğunu,
çıkmayı aklına bile getirmediğini, gittikçe içine kapandığını düşünüyordu: Seni
de senden başka hiçbir şey heyecanlandırmıyor Sulhi.” (s.97)
“İyi ki arkadaşız diyordu Sulhi, sevgili olsaydık şimdiye
ayrılmıştık.” (s.97)
“Her şey, sabah akşam yağmurun yağdığı bir Fransız filmi
gibi yavaş ve dokunaklıydı. Her şey.” (s.97)
“Mutsuz olacağını herkes önceden bilir.” (s.104)
“Daha eskileri, annesinin gençliğini, babasıyla nasıl
tanıştığını, nasıl evlendiklerini dinledi. İçi burkuldu. Her şeye gülünç bir
umutla başlıyordu insanlar. Sonra üç çocuk ve zımpara gibi bir hayat.” (s.105)
“Her şey geçmişe gidiyor. İnsan geçmişine aittir.”
(s.106)
“Beni en güzel evdeki ayna gösteriyor.” (s.107)
“En az yaşanan en çok hatırlanır.” (s.108)
“Fakat insanın hayal ettiği, kurguladığı bir insanla
yüzleşmesi iyi bir şey miydi bakalım? Bir oyunun bitmesi iyi bir şey miydi?”
(s.109)
“Zaten kim yalnızca kendisidir ki?” (s.110)