“Doğru olanı görmek için ihtiyacımız olan özgürlük
bilinenden kurtulmaktır.” (s.12)
“İnsan çok eski zamanlardan beri hakikat dediğimiz şeyi,
Tanrı dediğimiz zamansız hali, ölçülemez ve tarif edilemez varlığı arayıp
durmuştur. İnsan hep bunu aramıştır çünkü hayatı çok sönüktür. Her zaman
hayatında ölüm, ihtiyarlık, onca ıstırap, çelişki, çatışma, dayanılmaz sıkıntı
ve anlamsızlık var. Biz bu duruma hapsolmuş durumdayız ve bundan kurtulmak için
ya da bu karmaşık varoluşu biraz olsun anladığımız için daha fazlasını bulmak
istiyoruz, zamanla, düşünceyle, insani çürümeyle bozulmayacak bir şeyi
istiyoruz. Nitekim insan hep bunu aramıştır ve bulamadığında da inancı
yeşermiştir. Bir tanrıya, kurtarıcıya veya düşünceye duyulan inancı.” (s.27)
“Siz neyseniz dünya da odur ve kendinizi anlamadığınız
sürece yaratacağınız şey daima kargaşayı ve sefaleti artıracak; fakat harekete
geçmek için kendinizi anlama sürecinden geçmeniz gerekmez. İlkin kendinizi
anlayıp sonra eylemde bulunacak değilisiniz. Aksine eylem kendinizi anlamak
için kurduğunuz ilişkidir. Eylem, içinde kendinizi anladığınız, kendinizi
apaçık gördüğünüz ilişkidir: Ama eğer mükemmel olmak veya kendinizi anlamak
için beklerseniz bu bekleyiş ölümdür. Çoğumuz aktifiz ve bu aktiflik bizi boş,
kuru insanlar haline getirdi. Bir kez yenilgiye uğradığımızda yeni bir eylemde
bulunmayıp bekliyoruz ve şöyle diyoruz: Anlayana kadar eylemde bulunmayacağım.”
(s.41)
“Yaşamak eylemdir, yaşamak ilişkidir ve ilişkiyi
anlamadığımız için, kelimelere takılıyoruz ve kelimeler bizi büyüleyip daha çok
kaos ve sefalet doğuran eylemlere sürüklüyor.” (s.42)
“Milliyetçilik bir beladır. İnsanın kendini Hindu veya
Hristiyan diye adlandırması da bir beladır çünkü bu adlandırmalar bizi bölüyor.
Bizler insanlarız, bir mezhebin üyeleri veya bir sistemin hizmetçileri değiliz.
Fakat çıkarını bağladığı bir fikriyata veya sisteme sadık bir insan olarak
politikacı milliyetimizle, duygusallığımızla, kendimizi beğenmişliğimizle her
birimizi sömürür, tıpkı din adamının sözümona din adına bizi sömürmesi gibi.”
(s.58)
“Sözcüklere saplanıp kalıyoruz. Niçin varlık değil de
sözcük bu kadar önemli oluyor? Çünkü fikirlerle oynayabilirsiniz ama
gerçeklerle oynayamazsınız. Bizler sözcüklerin köleleriyiz.” (s.81)
“Neşeli ve sahiden mutlu insan çabaya saplanıp kalmaz.
Çaba sarf etmemek durgunlaşmak, körelmek, ahmaklaşmak demek değildir; aksine
ancak bilge, oldukça zeki insan çabalamaz, didinmez.” (s.93)
“Her birimiz tatmin arıyoruz, fikirlerle, kapasiteyle,
resimle,şiir yazarak, severek, cömert olarak, iyi biri olarak tanınmaya
çalışmak suretiyle tatmin arıyoruz. Öyleyse bütün bu etkinlikler tatmin olma
dürtüsünün sonucu değil mi? Bu dürtünün arkasında hırs vardır. Bunu duyduğumda,
bunu öğrendiğimde, tatminin olduğu yerde ıstırabın da olacağı gerçeğini
kavradığımda ne yapacağım? Ne anlatmak istediğimi anlıyor musun?” (s.110)
“Öfke ıstırap gibi kendine özgü bir tecrit niteliğine
sahiptir; insanı çevresinden koparır ve en azından geçici olarak bütün
ilişkileri sonlandırır. Öfke izole olanın geçici gücüne ve canlılığına
sahiptir. Öfkede garip bir çaresizlik vardır çünkü soyutlanmak çaresizliktir.”
(s.121)
“Korku kaçış süreci içinde ortaya çıkar gerçekle
yüzleştiğinizde değil. Ancak gerçekten kaçtığınızda, tam da bu kaçış eyleminden
korku doğar; olanı gözlemlediğinizde değil.” (s.153)
“Neden düşünce tanıdığı veya acı verdiğini bildiği bir
şeyden vazgeçmiyor? Bu yıkıcıdır. Neden? Gelin basit bir örnek verelim,
birisinin psikolojik açıdan incindiğini varsayalım. Ben bir örnek veriyorum, sonra
olsun ya da olmasın. Birisi inciniyor; neden insan bu incinmeyi hemen
bırakamıyor, bu incinmenin büyük ölçüde hasar vereceğini bildiği için mi? Yani
ben inciniyorum, daha fazla incinmemek için çevreme duvar örüyorum, peşinden
korku, izolasyon, nevrotik eylemler falan geliyor. Düşünce kendime dair imgeyi
yaratmıştır ve bu imge yaralanır. Neden düşünce, evet Tanrım bunu yaşamıştım,
deyip orada bırakmıyor? Aynı soru. Çünkü imgeyi bıraktığında geriye bir şey
kalmaz.” (s.189)