17 Ağu 2017

Jiddu Krishnamurti - Kendimize Dair

“Doğru olanı görmek için ihtiyacımız olan özgürlük bilinenden kurtulmaktır.” (s.12)

“İnsan çok eski zamanlardan beri hakikat dediğimiz şeyi, Tanrı dediğimiz zamansız hali, ölçülemez ve tarif edilemez varlığı arayıp durmuştur. İnsan hep bunu aramıştır çünkü hayatı çok sönüktür. Her zaman hayatında ölüm, ihtiyarlık, onca ıstırap, çelişki, çatışma, dayanılmaz sıkıntı ve anlamsızlık var. Biz bu duruma hapsolmuş durumdayız ve bundan kurtulmak için ya da bu karmaşık varoluşu biraz olsun anladığımız için daha fazlasını bulmak istiyoruz, zamanla, düşünceyle, insani çürümeyle bozulmayacak bir şeyi istiyoruz. Nitekim insan hep bunu aramıştır ve bulamadığında da inancı yeşermiştir. Bir tanrıya, kurtarıcıya veya düşünceye duyulan inancı.” (s.27)

“Siz neyseniz dünya da odur ve kendinizi anlamadığınız sürece yaratacağınız şey daima kargaşayı ve sefaleti artıracak; fakat harekete geçmek için kendinizi anlama sürecinden geçmeniz gerekmez. İlkin kendinizi anlayıp sonra eylemde bulunacak değilisiniz. Aksine eylem kendinizi anlamak için kurduğunuz ilişkidir. Eylem, içinde kendinizi anladığınız, kendinizi apaçık gördüğünüz ilişkidir: Ama eğer mükemmel olmak veya kendinizi anlamak için beklerseniz bu bekleyiş ölümdür. Çoğumuz aktifiz ve bu aktiflik bizi boş, kuru insanlar haline getirdi. Bir kez yenilgiye uğradığımızda yeni bir eylemde bulunmayıp bekliyoruz ve şöyle diyoruz: Anlayana kadar eylemde bulunmayacağım.” (s.41)

“Yaşamak eylemdir, yaşamak ilişkidir ve ilişkiyi anlamadığımız için, kelimelere takılıyoruz ve kelimeler bizi büyüleyip daha çok kaos ve sefalet doğuran eylemlere sürüklüyor.” (s.42)

“Milliyetçilik bir beladır. İnsanın kendini Hindu veya Hristiyan diye adlandırması da bir beladır çünkü bu adlandırmalar bizi bölüyor. Bizler insanlarız, bir mezhebin üyeleri veya bir sistemin hizmetçileri değiliz. Fakat çıkarını bağladığı bir fikriyata veya sisteme sadık bir insan olarak politikacı milliyetimizle, duygusallığımızla, kendimizi beğenmişliğimizle her birimizi sömürür, tıpkı din adamının sözümona din adına bizi sömürmesi gibi.” (s.58)

“Sözcüklere saplanıp kalıyoruz. Niçin varlık değil de sözcük bu kadar önemli oluyor? Çünkü fikirlerle oynayabilirsiniz ama gerçeklerle oynayamazsınız. Bizler sözcüklerin köleleriyiz.” (s.81)

“Neşeli ve sahiden mutlu insan çabaya saplanıp kalmaz. Çaba sarf etmemek durgunlaşmak, körelmek, ahmaklaşmak demek değildir; aksine ancak bilge, oldukça zeki insan çabalamaz, didinmez.” (s.93)

“Her birimiz tatmin arıyoruz, fikirlerle, kapasiteyle, resimle,şiir yazarak, severek, cömert olarak, iyi biri olarak tanınmaya çalışmak suretiyle tatmin arıyoruz. Öyleyse bütün bu etkinlikler tatmin olma dürtüsünün sonucu değil mi? Bu dürtünün arkasında hırs vardır. Bunu duyduğumda, bunu öğrendiğimde, tatminin olduğu yerde ıstırabın da olacağı gerçeğini kavradığımda ne yapacağım? Ne anlatmak istediğimi anlıyor musun?” (s.110)

“Öfke ıstırap gibi kendine özgü bir tecrit niteliğine sahiptir; insanı çevresinden koparır ve en azından geçici olarak bütün ilişkileri sonlandırır. Öfke izole olanın geçici gücüne ve canlılığına sahiptir. Öfkede garip bir çaresizlik vardır çünkü soyutlanmak çaresizliktir.” (s.121)

“Korku kaçış süreci içinde ortaya çıkar gerçekle yüzleştiğinizde değil. Ancak gerçekten kaçtığınızda, tam da bu kaçış eyleminden korku doğar; olanı gözlemlediğinizde değil.” (s.153)

“Neden düşünce tanıdığı veya acı verdiğini bildiği bir şeyden vazgeçmiyor? Bu yıkıcıdır. Neden? Gelin basit bir örnek verelim, birisinin psikolojik açıdan incindiğini varsayalım. Ben bir örnek veriyorum, sonra olsun ya da olmasın. Birisi inciniyor; neden insan bu incinmeyi hemen bırakamıyor, bu incinmenin büyük ölçüde hasar vereceğini bildiği için mi? Yani ben inciniyorum, daha fazla incinmemek için çevreme duvar örüyorum, peşinden korku, izolasyon, nevrotik eylemler falan geliyor. Düşünce kendime dair imgeyi yaratmıştır ve bu imge yaralanır. Neden düşünce, evet Tanrım bunu yaşamıştım, deyip orada bırakmıyor? Aynı soru. Çünkü imgeyi bıraktığında geriye bir şey kalmaz.” (s.189)