“Ben felsefeden esinlenmiş bir şairdim, yoksa şiirsel
yetilere sahip bir filozof değil. Şeylerdeki güzelliğe tutkuyla hayrandım;
ayırt edilemeyenin ve minnacık ayrıntının içinde evrenin şiirsel ruhunu
algılıyordum.” (s.16)
“Yeryüzünün şiiri asla ölmez.” (s.16)
“Benim içsel duyum beş duyuma öylesine hâkimdir ki
yaşamın nesnelerini başkalarından farklı gördüğüme eminim. Bir kapının
anahtarı, duvardaki bir çivi, bir kedinin bıyıkları gibi gülünç şeylerde benim
için son derece zengin bir anlam vardır.” (s.16)
“Yakın dost, benim ideallerimden, düşlerimden biridir;
ama yakın bir dost asla sahip olmayacağım bir şeydir. Hiçbir mizaç benimkine
denk değil; yakın bir dostta olmasını hayal ettiğim şeyin kıyısına bile
yaklaşan kimse yok bu dünyada. Olsun; artık bundan söz etmeyelim.” (s.18)
“Yaşamı, kendi yaşamımın hortlağı gibi, yaratıldığımız
maddeden (?) farklı bir maddeden yapılmış gibi kat ettim; kendi inkârımın ikiz
kardeşi olan ruhumla düşünüyorum.” (s.18)
“Kimseyle alay etme, asla kimseyi gülünç duruma düşürme,
kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu. İnsan yaşamı alaya alınamayacak
kadar hüzünlü ve ciddidir.” (s.20)
“Hayatım uçsuz bucaksız bir düş.” (s.22)
“Derin düşünebilen insanlara ne mutlu! Ama bu derinlikte
düşünmek bir lanettir. Bunu nasıl tarif etmeli? Dehşet üzerine dehşet.” (s.22)
“Açgözlü ve ateşli bir okur olsam da, okuduğum kitapların
hiçbirini hatırlamıyorum; okuduklarım benim kendi ruh hallerimdi, düşlerdi,
daha doğrusu düşe teşviktiler. Olaylardan, dışsal şeylerden bende kalan anı
bile muğlaktır, tutarsızdır. Geçmiş yaşamımdan bana ne kadar az şey kaldığını
saptadığımda üreperiyorum. Ben ki geçip giden günün bir rüya olduğunu söylerim,
kendim bu geçici günün herhangi bir şeyinden bile azım.” (s.27)
“En büyük aşkın şefkatli ve temiz sözlerle ifade edilen
olmadığını elbette biliyorsunuz. Bakışlarla ifade edilen şey ya da bir elin
diğerini okşarken ilettiği şey de değildir. En büyük aşk, iki kişi birbirine
bakmadan ve dokunmadan bir arada olduğunda bir bulut gibi onları saran şeydir.
Bu aşk ne söylenmeli ne de sergilenmelidir. Ondan söz etmemeli.” (s.28)
“Eski denizcilerin ünlü bir sözü vardı: Denize açılmak
şarttır, yaşamak değil.” (s.28)
“Ben bir yerden başka bir yere gittiğimde, giden sen
olursun; ben konuştuğumda sen benimle konuşursun; ben bir adım attığımda
yürüyen sensin. Ben durduğumda, benim içimde sen adımını ertelersin.” (s.30)
“Ben kendimin gölgesiyim; o neyin gölgesi, onu arıyorum.
Kimi zaman kendimin kıyısında durup, deli miyim neyim diye ya da gerçekten çok
esrarengiz bir esrar mıyım diye sorarım kendime.” (s.30)
“Hiçbir ruh benimki kadar yalnız değildir. Yalnız; buna
çok dikkat edin, dışsal nedenlerle değil, tamamen içsel nedenlerle yalnız.”
(s.40)
“Ben kendimi, kendimin bir fikri olmaktan başka türlü
asla algılamadım. Sevdiğim her şey er ya da geç gelip beni yaraladı.” (s.43)
“Kusursuz bir idealist olan benim için dünyanın kendisi,
bütün evren, koşuşturan bir gürültüden, sahte bir söylentiden başka bir şey
değildir.” (s.46)
“Okumanın kölece bir düş görme biçimi olduğunu keşfettim.
Eğer düş göreceksem, neden kendi düşlerimi görmeyeyim?” (s.58)
“Katili katlet.” (s.60)
“En büyük irade gücü gösteren kişi, içmeyi sevip de az
içendir, yoksa hiç içmeyen değil.” (s.61)
“Kardeşliğin ve sevginin mutlak yokluğuyla çevrili
etrafım. Bana bağlı olanlar bile gerçekten bağlı değil; dostum olmayan
dostlarla, beni tanımayan tanıdıklarla çeviriliyim. Ruhum üşüyor; nasıl iyice
örtünürüm bilmiyorum. Ruh üşümesine ne cüppe var ne palto. Ruhunun üşüdüğünü
hisseden insan artık bir daha bunu unutamaz.” (s.62)
“Kendini yıldız, dalga ve çiçek hisseden panteist gibi,
ben de kendimi çok hissediyorum.” (s.67)
“Var olmak, benim için, daima cüret etmek anlamına geldi;
istemek ise kendini riske atmaktı. Atalet, bana ermişliğin doruğu olarak
göründü; istememek ise ahlakın dengi. Böylece, esrarı özenle besleyerek,
kendime burjuva bir düşünce ahlakı, sürekli bir rahatlık ve edep arayışı inşa
ettim. İçsel anlarıma dair hep sahip olduğum aşırı bilinç, sanki esrarengiz ve
ilahi bir şey gibi hep yaraladı beni. Kendimi asla anlamadım; özellikle
içgüdülerimin bilinçdışı kapsamını ve sonuçta bayağı bir şey olan sinirsel
reflekslerimin şokunu yaşarken kendimi yakaladığımda hiç anlayamadım.
Üzgünüm, ve bilmiyorum.
Beni tasalandıran şey...
Okumak... Kendimi yitirmek... Bulmak
Kendimin ücrasında...” (s.68)
“Ne zavallı bir hayat benimki; çok şey hissedip,
yeterince yaşamıyor!” (s.69)
“Bugün, doğuştan karakterimin olmamı istediği ve
karakterimle aynı zamanda doğmuş olan dehamın da mutlak bir görev olarak olmamı
dayattığı kişi olmak istiyorum.” (s.95)
“Otuz sekiz yaşındayım ve her yıl biraz daha
gençleştiğimi hissediyorum,çünkü her yıl, ömrüm boyunca hiçbir şey
gerçekleştirmemeye biraz daha yakın oluyorum. Gerçekleştirmek bizi
yaşlandırır.” (s.104)
“Hayal gücünün ve fantezinin doğal oyunu sayesinde,
öngörülemez buluşmalardan uçsuz bucaksız imparatorluklar çekip çıkarabilir ve
size yeni dünyalar icat edebilirim.” (s.105)
“Her şeyin karşılıklı olması gibi bayağı bir görev –bir
ruh sadakati- nedeniyle, bu tür duyguların karşılığını ödemek zorunda kalmak
beni her zaman sıkmıştı. Benim hoşuma giden pasiflikti. Faallik açısından, beni
sevenin sevgisini kışkırtmaya ve unutulmamaya yetecek kadarıydı istediğim.”
(s.105)
“Susuyorum, konuşursam anlaşılmayacağım. Ben susarak anlaşılmamayı
tercih ederim.” (s.112)
“Kimseyi yargılama, çünkü gerekçeleri değil, yalnızca
filleri görüyorsun.” (s.115)
“Teorik yaşamla pratik yaşam arasında uçurum vardır.”
(s.116)
“Bir umudun kırılmasından daha büyük bir umutsuzluğu
hiçbir şey yaratamaz; ruhun kendisi karşısındaki bu ironisi, yaşadığı için umut
kesmemesini ve ancak hayat bilgisi sayesinde umuda meydan okuyabilmesini
sağlar. Umut eden de hiçbir şey beklemeyen de aynı ruh olduğundan, iki duygu
doğası gereği birbirine zıt olsa bile, aynı uzamda birleşmiş olurlar; ama, aynı
anda hem inanıp hem de inanmamak imkansız olduğundan, kuşku, doğası gereği,
umudun ardından geldiğinden ve arkadan gelen duygu daha yakın olduğundan,
öncekinin yerine geçer; bu iki duygunun birlikteliği sonucunda ruhun nihai
genel havası kuşkudur.” (s.119)
“Buda’nın ruhu her şeyin üzerinde sakince süzülüyor. Asıl
büyük insanlar, yukarda, kimsenin olmadan sevmenin mümkün olduğu bölgelerde,
İnsanlığı –dokunmadan- sevmiş olanlardır. Çünkü biz kendimizi aldatarak severiz
kendimizi.” (s.123)
“Biz kendimiz için neyiz? Sisler içinde geçip giden
düşler, kaygı dolu yerler...” (s.125)
“Salaklık; senin adındır mutluluk!” (s.125)
“Yaşam, özünde elbette monotondur. Dolayısıyla mutluluk,
makul bir ölçü içinde, yaşamın monotonluğuna uyum sağlamaktan ibarettir.
Monotonlaşmak, yaşama benzemektir; kısaca, tam anlamıyla yaşamaktır bu. Tam
anlamıyla yaşamak ise, mutlu yaşamaktır.” (s.125)
“Üstün insan için başkaları yoktur. O, kendinin
başkasıdır. Eğer birini taklit etmek istiyorsa, kendini taklit etmeye
çalışacaktır. Eğer birine karşı çıkmak isterse, kendine karşı çıkmaya
çalışacaktır. Kendini en mahrem yernden yaralamaya çalışır... Kendi görüşlerine
oyun eder, kendi hissettiği duyumlara yönelik aşağılama dolu uzun söylevleri
kendi kendine verir.” (s.127)
“Üstün insanın görevi dış dünyanın var olduğunu
unutmaktır.” (s.127)
“Biyolog Haeckel vaktiyle ortaya attığı ve gayet sağlam
temellere dayalı hipotezinde maymunla normal insan arasındaki farkın, normal
insanla dâhi insan arasındaki farktan daha az olduğunu ileri sürdü.” (s.130)
“Yoksulun tek bir kaygısı vardır; ya da asıl kaygısı
tektir: kendi yoksulluğu. Zengin biri, ne yazık ki böyle bir kaygısı
olmadığından, tüm diğer kaygılara sahip olmak zorundadır. Yoksul birinden daha
mutlu bir zengin hiç tanımadım; tabii eğer terziden ya da kuyumcudan satın
alabileceği şeylerden ya da restoranda yemek yemekten mutluluk beklemiyorsa.”
(s.131)
“Hayat işte ama ben hemfikir değilim.” (s.133)
“Zamanın terazisinde, anımsamak da hiç anımsamamak kadar
hafif çeker... Geçip giden şey, sürmez; günahsız ve çaresiz, dün olmaktan başka
amacı yoktur bugün olmasının. Geçip giden her şey yavaşça geçer ama yine de
çabucak ölür.” (s.135)
“Başkasının kişiliğini istila etmek, yalnızca temel
ilkeye aykırı olmakla kalmaz, aynı zamanda, bu aynı nedenle, bize de aykırıdır,
çünkü istila etmek, kendinden çıkmaktır ve insan her zaman toprak kazandığı
yerde kalır. Bu nedenle cani zayıf biridir, şef köledir.” (s.136)
“Gerçekten güçlü insan başkalarında enerji uyandırandır.”
(s.136)
“Ama yanıbaşındakini bulamıyorsan, uzakta olanı nasıl
bulursun? Amerika’nın dağları mı? Senin için her yer Amerika’nın dağları: Seni
hapseden rutin, seni frenleyen aptallık, çevrendeki insanların
insiyatifsizliğinin sana dayattığı eylemsizlik.” (s.139)
“Herhangi bir şeyde özgün ol. Yaşa. İnsan ol... Sanki
sıradan bir koyun olarak doğmuşsun gibi, başkalarına benzer olmana izin verme.”
(s.139)
“Bir değişim söz konusu ve benim için, değişmek, bir
halden diğerine geçmek kısmi ölüm demek; içimizdeki bir şey ölüyor ve ölenin,
geçip gidenin kederinin ruhumuza değdiğini ister istemez hep hissederiz.”
(s.147)
“Ah, sen olabilmek, ben kalarak! Senin neşeli
bilinçsizliğine ve bu bilinçsizliğin bilincine sahip olmak!” (s.161)
“Başıma gelene uzaktan, ilgisizce tanık oluyorum, hayatta
olabilecek şeylere hafifçe gülümsüyorum. Günümüzde, henüz kimse böyle tepki
göstermiyor; ama günün birinde kimileri beni anlayabilir. Ben her zaman yaşamın
seyircisi olmaya çalıştım, asla hayata karışmadım. Böylece, başıma gelen her
şeye bir yabancı gibi tanık oluyorum.” (s.177)
“Asla hınç beslemem ya da kin gütmem. Bu tür duygular
hayatta bir kanaati, bir mesleği, hatta bir hedefi olan insanlara özgüdür.
Bende bu tür şeyler hiç yok. Benim yaşama olan ilgim bir bilmece çözücünün
ilgisidir.” (s.178)
“Fikir ve duygularla oynamak bana her zaman olabilecek en
güzel yazgı gibi geldi. Bunu mümkün olduğunca gerçekleştirmeye çalışıyorum.”
(s.178)
“Zeka parçalar, analiz çökertir.” (s.178)
“Bugün bir şimşek berraklığıyla gözlerimi kamaştırdı. Ben
doğdum.” (s.179)
“Kendimi çoklu hissediyorum. Ben, sayısız ve fantastik
aynalarla kaplı bir salon gibiyim; bu aynaların hiçbirinde bulunmayan ama yine
de hepsinde bulunan önceki tek bir gerçekliği yalancı yansılarla bozuyor
aynalar.” (s.182)
“Evren gibi çoğul ol.” (s.182)
“İnsan okurken yaşamaya ara verir. Şimdi bu noktaya
erişmeye çalışın. Yaşamayı kesin ve okuyun. Yaşam nedir ki?” (s.183)
“Duygu bakımından biz kendimiziz; zekâ bakımındansa
başkası oluruz. Zekâ bizi dağıtır: Böylece, bizi dağıtan şeyin oyunuyla hayatta
kalırız. Her dönemin bir sonrakilere emaneti, kendiliğinden olmadığı şeydir.”
(s.199)
“Kendimize dair entelektüel bir mefhum oluşturursak,
kendimizden yola çıkarak bir Tanrı da oluştururuz. Bununla birlikte az sayıda
kişide kendine dair entelektüel bir kavrayış bulunur, çünkü zekâ esasen
nesneldir.” (s.199)
“Üstün şair gerçekten hissettiği şeyi söyler. Ortalama
şair hissetmeye karar verdiği şeyi söyler, aşağı şair ise hissetmesi
gerektiğine inandığı şeyi söyler.” (s.200)
“Her sanat bir edebiyat biçimidir,çünkü her sanat bir şey
söylemek anlamına gelir. Söylemenin iki şekli vardır: Konuşma ve susmak.
Edebiyat olmayan sanatlar, ifadeci bir sessizliğin yansımalarıdır.” (s.201)
“Bir âşık kendi içine nasıl olur da bakmaz?” (s.206)
“Bir anda yeryüzünün dönüştüğünü ve bütün dünyanın içimde
zaten içgüdüsel olarak taşıdığım anlamı edindiğini gördüm.” (s.207)
“Denge arayan insanların hafif salınımından başka bir
değişiklik tanımıyor gibiyiz.” (s.210)
“Gördüğümüz her şeyi ilk kez görüyor olmalıyız, çünkü onu
gerçekten de ilk kez görürüz. O zaman, her sarı çiçek yeni bir sarı çiçektir;
o, ifade edildiği gibi, dünkü çiçekle aynı olsa bile yenidir. Bakan kişi dünkü
kişi değildir, çiçek de değildir. Sarı bile aynı olamaz. İnsanların bütün
bunları bilmelerini sağlayacak gözlerinin olmaması ne yazık! Olsaydı hepimiz
mutlu olurduk.” (s.215)
“Yalandan nefret ediyorum, çünkü bir yanlışlıktır.”
(s.218)
“Hangi konuda bilmiyorum, her birimizin kendimizle kuracağı
ilişkiden söz ediyorduk. Aniden ustam Caeiro’ya sordum: Siz kendinizden hoşnut
musunuz? Hayır: Hoşnutum karşılığını verdi bana. Her şey ve hiç kimse olan
toprağın sesi gibiydi bu.” (s.219)
“Bu Pessoa olayları hisseder ama kılı kıpırdamaz; kendi
içinde bile.” (s.218)
“Fernando Pessoa, evet, nasıl söyleyeceğimi pek
bilemiyorum, hiç eğilimi yoktu. Hayır, hiç. Ne cinsellikle ilgili bir şeye, ne
başka şeye, akla gelebilecek hiçbir biçimde yoktu. Bir münzeviydi o, bence
platonik biriydi.” (s.252)
“Yaşamı, ihtiyaylı, küçük seslerle, herkesten gizli aktı
– durgun gibi gözüken ama derinlere doğru yatağını oyan bir su gibi. Tamamen
hayali olmayan hiçbir hareketi yoktu; düştekilerden başka tek bir macera,
varsayım dışında tek bir aşk yoktu.” (s.254)