“Siddharta, içinde bir hoşnutsuzluk beslemeye başlamıştı
ki, babasının sevgisi, annesinin sevgisi, ayrıca dostu Govinda’nın sevgisi onu
her zaman mutlu kılamayacaktı, açlığını gideremeyecek, karnını doyuramayacak,
ona yetmeyecekti. Saygıdeğer babası ve öbür öğretmenleri, bilge Brahmanlar
bilgeliklerinin en büyük ve önemli kısmını kendisine sunmuş, kendi feyizlerini
onun beklenti içindeki testisine akıtmışlardı ama Siddharta testinin bir
türlü dolmadığını, aklının bu kadarla yetinmek istemediğini, ruhunun
dinginliğine kavuşup gönlündeki açlık ve susuzluğun giderilemediğini sezmeye
başlamıştı. Kutsal suyla yıkanmak iyi, güzeldi ama suydu yıkanılan nihayet ve
su günahlardan arındırmıyordu, manevi susuzluğu dindirmiyor, yürekteki
sıkıntıyı silip atamıyordu.” (s.15)
“Senin ruhun bütün dünyadır.” (s.16)
“Ormana gideceksin ve bir Samana olacaksın. Baktın ki
ormanda mutluluğa kavuştun, dön gel ve öğret bana mutluluk neymiş. Düş
kırıklığına mı uğradın, yine dön gel, yine seninle birlikte tanrılara sungular
sunalım. Git şimdi, anneni öp, nereye gittiğini söyle ona.” (s.21)
“Bir hedef bulunuyordu Siddharta’nın önünde, tek bir
hedef: Arınmış olmak, susamalardan arınmış, istemelerden arınmış, düşlerden,
sevinçlerden, acılardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan
çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle
mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Ben tümüyle safdışı
bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı,
işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık Ben olmayan öz, o
büyük giz.” (s.24)
“Hastaydı dünya çünkü ve yaşama katlanmak zordu.” (s.31)
“Akıllı birisin. Akıllıca konuşmasını biliyorsun dostum.
Pek fazla akıllılıktan da sakın!” (s.44)
“İçini tümüyle dolduran bu duygunun üzerinde düşündü ağır
ağır yürüyüp giderken. Derin derin düşündü bunu, adeta derin bir su içinde
kendini koyuverip duygunun ta dibine, nedenlerin bulunduğu yere kadar indi,
çünkü düşünmek nedenleri bilip tanımak demekti, ancak bu yoldan duygular
bilgilere dönüşür ve yitip gitmeyerek bir varlık kazanır, içlerindeki özü
ışıyarak çevrelerine yansıtırdı.” (s.46)
“Dünyada kendim kadar, Siddharta kadar az bildiğim başka
hiçbir şey yok.” (s.47)
“Böyle bakılınca, böyle aramadan, böyle yalın, böyle
çocuksu gözlerle bakılınca, güzeldi dünya. Ay ve yıldızlar güzeldi, güzeldi çay
ve sahil, orman ve kaya, keçi ve uğurböceği, çiçek ve kelebek güzeldi. Güzel ve
iç açıcıydı dünyayı böyle gezip dolaşmak, böyle çocuksu, böyle uyanmış,
çevresine karşı böyle kucak açarak, güvensizlikten böylesine uzak.” (s.54)
“Diyelim suya bir taş attın, en kısa yoldan suyun dibine
iner. Kendine bir hedef belirledi, kafasına bir şey koydu mu, Siddharta’da da
değişik değildir durum. Siddharta hiçbir şey yapmaz, bekler, düşünür, oruç
tutar, ama taş nasıl suyun içinde yol alırsa, o da dünyadaki nesneler içinden
yol alıp gider, bir şey yapmaksızın, kılını kıpırdatmaksızın; bir şey çekip
götürür onu; düşecek oldu mu koyuverir kendini, düşer. Belirlediği hedef
kendine çeker onu, çünkü hedefinden onu alıkoyacak hiçbir şeyin ruhundan içeri
sızmasına izin vermez. İşte Samanaların yanında Siddharta’nın öğrendiği şey.
Kalın kafalıların büyü diye nitelediği ve cinlerin başının altından çıktığına
inandığı şey. Cinlerin başının altından çıkan hiçbir şey yoktur, cinler yoktur
çünkü. Herkes büyü yapabilir, herkes belirlediği hedefe ulaşabilir, yeter ki
düşünmesini, beklemesini bilsin.” (s.67)
“Siddharta bir ara şöyle dedi Kamala’ya: Sen de benim
gibisin, insanların büyük çoğunluğundan farklısın. Kamala’sın sen, yalnızca
Kamala; içinden dingin bir yer, sığınılacak bir yervar, ne zaman istersen benim
gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda
vardır bu, oysa herkes buna sahip olabilir. “Bütün insanlar akıllı değil” diye
cevapladı Kamala. Hayır dedi Siddharta, akıllılıkla ilgisi yok bunun. İnsanların
büyük çoğunluğu Kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp giderler rüzgârın
önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek
az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir
rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi
içlerinde taşırlar.” (s.77)
“Ama yine de sevgilim, bir Samana kaldın sen, beni
sevmiyorsun, hiç kimseyi sevmiyorsun. Doğru değil mi? Olabilir, diye cevapladı
Siddharta yorgun. Ben de senin gibiyim. Sen de sevmiyorsun, yoksa bir sanat
olarak sevgiyle nasıl uğraşabilirsin? Bizim gibiler belki sevemez. Çocuk
insanlar yapabilir bunu; bu, onların gizidir.” (s.78)
“Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa
kendini aramaya fazla verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü
yakalayamayacağını mı? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez
çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine
aktaramaz. Çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü
bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa
özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi,
belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen
gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.” (s.137)
“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır.
Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir
insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve
öğretilemez.” (s.139)
“Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile
mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka
bir şey değildir.” (s.140)
“Dünya, dostum Govinda , mükemmellikten yoksun ya da
mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir; hayır, her an mükemmeldir o,
tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm
ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü
yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar
oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir
haydut vardır. Yoğun bir meditasyonla zamanı yok etme, var olmuş olan, var olan,
var olacak olan tüm yaşamı bir eş zamanlılık içinde görme olanağı ele geçirilir,
böyle bir durumda her şey iyidir, her şey mükemmel, her şey Brahman’dır. Bu
yüzden var olan her yer iyi görünüyor bana, ölüm yaşam gibi, günah kutsallık
gibi, akıllılık aptallık gibi görünüyor, her şeyin öyle olması gerekir, her şey
benim onayımı, benim istekliliğimi, benim sevecen rızamı beklemektedir, benim
için iyidir o zaman.” (s.140)
“Bir taşı sevebilirim Govinda, bir ağacı da, bir kabuk
parçasını da sevebilirim. Bunlar çeşitli nesnelerdir, nesneler de sevilebilir.
Ne var ki sözcüklerin renkleri yok, kenarları köşeleri yoktur, bir kokudan bir
tattan yoksunlar. Senin huzura kavuşmanı engelleyen de budur belki, o pek çok
sözcüktür belki.” (s.142)