8 Ağu 2017

Hermann Hesse - Siddharta

“Siddharta, içinde bir hoşnutsuzluk beslemeye başlamıştı ki, babasının sevgisi, annesinin sevgisi, ayrıca dostu Govinda’nın sevgisi onu her zaman mutlu kılamayacaktı, açlığını gideremeyecek, karnını doyuramayacak, ona yetmeyecekti. Saygıdeğer babası ve öbür öğretmenleri, bilge Brahmanlar bilgeliklerinin en büyük ve önemli kısmını kendisine sunmuş, kendi feyizlerini onun beklenti içindeki testisine akıtmışlardı ama Siddharta testinin bir türlü dolmadığını, aklının bu kadarla yetinmek istemediğini, ruhunun dinginliğine kavuşup gönlündeki açlık ve susuzluğun giderilemediğini sezmeye başlamıştı. Kutsal suyla yıkanmak iyi, güzeldi ama suydu yıkanılan nihayet ve su günahlardan arındırmıyordu, manevi susuzluğu dindirmiyor, yürekteki sıkıntıyı silip atamıyordu.” (s.15)

“Senin ruhun bütün dünyadır.” (s.16)

“Ormana gideceksin ve bir Samana olacaksın. Baktın ki ormanda mutluluğa kavuştun, dön gel ve öğret bana mutluluk neymiş. Düş kırıklığına mı uğradın, yine dön gel, yine seninle birlikte tanrılara sungular sunalım. Git şimdi, anneni öp, nereye gittiğini söyle ona.” (s.21)

“Bir hedef bulunuyordu Siddharta’nın önünde, tek bir hedef: Arınmış olmak, susamalardan arınmış, istemelerden arınmış, düşlerden, sevinçlerden, acılardan arınmış. Ölerek kendinden kurtulmak, ben olmaktan çıkmak, boşalmış bir yürekle dinginliğe kavuşmak, benliksiz düşünmelerle mucizelere kapıları açmak, işte buydu onun hedefi. Ben tümüyle safdışı bırakılıp öldürüldü mü, gönüldeki tüm tutku ve dürtülerin sesleri kısıldı mı, işte o zaman gözlerini açacaktı en son şey, varlıktaki artık Ben olmayan öz, o büyük giz.” (s.24)

“Hastaydı dünya çünkü ve yaşama katlanmak zordu.” (s.31)

“Akıllı birisin. Akıllıca konuşmasını biliyorsun dostum. Pek fazla akıllılıktan da sakın!” (s.44)

“İçini tümüyle dolduran bu duygunun üzerinde düşündü ağır ağır yürüyüp giderken. Derin derin düşündü bunu, adeta derin bir su içinde kendini koyuverip duygunun ta dibine, nedenlerin bulunduğu yere kadar indi, çünkü düşünmek nedenleri bilip tanımak demekti, ancak bu yoldan duygular bilgilere dönüşür ve yitip gitmeyerek bir varlık kazanır, içlerindeki özü ışıyarak çevrelerine yansıtırdı.” (s.46)

“Dünyada kendim kadar, Siddharta kadar az bildiğim başka hiçbir şey yok.” (s.47)

“Böyle bakılınca, böyle aramadan, böyle yalın, böyle çocuksu gözlerle bakılınca, güzeldi dünya. Ay ve yıldızlar güzeldi, güzeldi çay ve sahil, orman ve kaya, keçi ve uğurböceği, çiçek ve kelebek güzeldi. Güzel ve iç açıcıydı dünyayı böyle gezip dolaşmak, böyle çocuksu, böyle uyanmış, çevresine karşı böyle kucak açarak, güvensizlikten böylesine uzak.” (s.54)

“Diyelim suya bir taş attın, en kısa yoldan suyun dibine iner. Kendine bir hedef belirledi, kafasına bir şey koydu mu, Siddharta’da da değişik değildir durum. Siddharta hiçbir şey yapmaz, bekler, düşünür, oruç tutar, ama taş nasıl suyun içinde yol alırsa, o da dünyadaki nesneler içinden yol alıp gider, bir şey yapmaksızın, kılını kıpırdatmaksızın; bir şey çekip götürür onu; düşecek oldu mu koyuverir kendini, düşer. Belirlediği hedef kendine çeker onu, çünkü hedefinden onu alıkoyacak hiçbir şeyin ruhundan içeri sızmasına izin vermez. İşte Samanaların yanında Siddharta’nın öğrendiği şey. Kalın kafalıların büyü diye nitelediği ve cinlerin başının altından çıktığına inandığı şey. Cinlerin başının altından çıkan hiçbir şey yoktur, cinler yoktur çünkü. Herkes büyü yapabilir, herkes belirlediği hedefe ulaşabilir, yeter ki düşünmesini, beklemesini bilsin.” (s.67)

“Siddharta bir ara şöyle dedi Kamala’ya: Sen de benim gibisin, insanların büyük çoğunluğundan farklısın. Kamala’sın sen, yalnızca Kamala; içinden dingin bir yer, sığınılacak bir yervar, ne zaman istersen benim gibi oraya çekilebilir, kendini kendi evinde hissedebilirsin. Pek az insanda vardır bu, oysa herkes buna sahip olabilir. “Bütün insanlar akıllı değil” diye cevapladı Kamala. Hayır dedi Siddharta, akıllılıkla ilgisi yok bunun. İnsanların büyük çoğunluğu Kamala, düşen bir yaprak gibidir, kapılıp giderler rüzgârın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına, kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu kendi içlerinde taşırlar.” (s.77)

“Ama yine de sevgilim, bir Samana kaldın sen, beni sevmiyorsun, hiç kimseyi sevmiyorsun. Doğru değil mi? Olabilir, diye cevapladı Siddharta yorgun. Ben de senin gibiyim. Sen de sevmiyorsun, yoksa bir sanat olarak sevgiyle nasıl uğraşabilirsin? Bizim gibiler belki sevemez. Çocuk insanlar yapabilir bunu; bu, onların gizidir.” (s.78)

“Sana ne söyleyebilirim ki saygıdeğer kişi? Olsa olsa kendini aramaya fazla verdiğini mi? Aramaktan bulma fırsatını bir türlü yakalayamayacağını mı? Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışardan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz. Çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak. Sen, ey saygıdeğer kişi, belki gerçekten arayan birisin, çünkü amacının peşinde koştuğundan hemen gözünün önündeki bazı şeyleri görmüyorsun.” (s.137)

“Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelikse hayır. Bilgelik keşfedilebilir, bilgelik yaşanabilir, bilgelik el üstünde taşıyabilir insanı, bilgelikle mucizeler yaratılabilir, ama bilgelik anlatılamaz ve öğretilemez.” (s.139)

“Zaman da gerçek değilse, dünya ile sonsuzluk, acı ile mutluluk, kötü ile iyi arasında var gibi görünen çizgi de bir yanılgıdan başka bir şey değildir.” (s.140)

“Dünya, dostum Govinda , mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir; hayır, her an mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır. Yoğun bir meditasyonla zamanı yok etme, var olmuş olan, var olan, var olacak olan tüm yaşamı bir eş zamanlılık içinde görme olanağı ele geçirilir, böyle bir durumda her şey iyidir, her şey mükemmel, her şey Brahman’dır. Bu yüzden var olan her yer iyi görünüyor bana, ölüm yaşam gibi, günah kutsallık gibi, akıllılık aptallık gibi görünüyor, her şeyin öyle olması gerekir, her şey benim onayımı, benim istekliliğimi, benim sevecen rızamı beklemektedir, benim için iyidir o zaman.” (s.140)

“Bir taşı sevebilirim Govinda, bir ağacı da, bir kabuk parçasını da sevebilirim. Bunlar çeşitli nesnelerdir, nesneler de sevilebilir. Ne var ki sözcüklerin renkleri yok, kenarları köşeleri yoktur, bir kokudan bir tattan yoksunlar. Senin huzura kavuşmanı engelleyen de budur belki, o pek çok sözcüktür belki.” (s.142)