“İnsan gençken aşkın tanımını yapmayı düşünmüyor ki,
yaşıyor sadece ve biraz aptalca... Aşkın tanımını yapmak için onu birkaç kez
yaşamak, yaşın da kırka gelmesi gerekiyor galiba. Gençken derin sandığın
duygular aslında epeyce yüzeysel... Olanakların sınırsız, vaktin sonsuz
sanıyorsun. Daha doğrusu pek düşünmüyorsun, hayatın bir sürü son içerdiğini
aklına getirmiyorsun.
Gene de o zaman bilincinde değildim tabii, ilerki
yıllarda yaptığım analizler sonucu anladım ki, aşk benim için her zaman
mutluluktan çok, mutsuzluğu içermiş. En mutlu olduğumu sandığım anlarda hep
mutsuzluğu beklemişim. Son diye bir şeyi aklıma getirmediğim zaman bile
bilinçaltımda bir yerde hazırlanıyormuşum sona. Bitmeyen aşk yok yani, ama bunu
sonra konuşuruz.” (s.94)
“Devrim bir ihtimaldi ve ihtimal olduğu zaman çok
güzeldi, diye bir laf vardı. Evet bir ihtimaldi ve olmadı. Artık ihtimal bile
değil şimdiki gençlik için. Çok daha acıklı bence.” (s.197)
“Görmemek ve bilmemek duyguların, düşüncelerin üremesine
olanak tanır.” (s.248)
“Ben ayna kuramı diye bir kuram geliştirdim. İnsan
kendisini görmek istediği gibi yansıtan birine aşık oluyor. Görmek istediğin
imajı Mehmet’in elindeki ayna yansıtıyorsa o zaman Mehmet’e aşık oluyorsun;
Ahmet’in elindeki ayna yansıtıyorsa Ahmet’e... Ama insanın kendine yakıştırdığı
imge her zaman aynı olmuyor, ihtiyaçlarına göre değişiyor... Yavaş yavaş orada
gördüğün imaj eskimeye başlıyor. Ve başka imajlar aramaya başlıyorsun. Yepyeni
bir aynada yepyeni bir yüz gördüğünde, bu sefer ona yöneliyorsun.” (s.305)
“Aşk biter ama sevgiye saygıya dönüşür diye ukalalıklar
vardır ya, katiyen doğru bulmam, bir röportajda, bırakın yahu dedim, aşkın sonu
her zaman kötüdür, sevgiye filan dönüşmez, her aşkın sonu cinayettir.” (s.351)
“Yaşanacak günlerin en güzelinin artık ileride
olmadığını, tam tersine gerilerde kaldığını anladığında bir ağırlık çöküyor
insanın üstüne. Ne yaşamında yepyeni bir sayfa açma umudun var ne yeni ve
eskilerden daha mutlu bir aşka kavuşma ihtimalin.” (s.407)