8 Kas 2016

John Berger - Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü

“Zaman sorunu göğün karanlığı gibidir. Her olay kendi zamanına kayıtlıdır. Olaylar kümeleştirilebilir, zamanları örtüşebilir, ama olaylar arasındaki ortak zaman kümeleşmenin ötesine bir yasa olarak geçemez.” (s.15)

“Gerçekte hep iki zaman arasındayızdır: Gövdenin ve bilincin zamanı arasında. Bütün öbür kültürlerdeki ruh ve gövde arasındaki ayrım işte buradan kaynaklanır. Öncelik her zaman ruhundur ve yeri bir başka zamanın aktığı çizgidedir.” (s.16)

“Seninle karşılaşıncaya kadar gerçekleşmekte olan bu değişimi adlandırmaktan acizdim. Bugün ilerlemiş yaşımda koyduğum ad ise: aşkın içe işleyişi. Her şey akıntıya kapılmıştı. O üç armut ağacı, o alçak tepe, vadinin öbür ucu, biçilmiş tarlalar, orman. Dağlar daha yüksek, ağaç ve tarlalar daha yakındı. Görülebilir her şey bana yaklaşıyordu. Daha doğrusu her şey durmuş, olduğum yere sürükleniyordu, çünkü ben artık orada değildim. Her yerdeydim, vadinin karşısındaki ormanda olduğum kadar ölü ağacın içinde, dağ yakasında olduğum kadar saman balyalarını bağladığım tarladayım.” (s.33)

“Ağlayıştan sonra gelen rahatlayış. Midedeki körükler de söner artık. Erimiş bal gibi duru bir tatlılık yerleşir göğüse yalnızca damakta acı bir tat vardır hala. Açıklanamayan neden açıklanmaz bir biçimde kaybolmuştur.” (s.36)

“Sandalye sırtındaki gömleğimden öğrendim ki bu gece
Yıllar boyu kalbimin ezberlediği, bekleyişimmiş seni...” (s.37)

“Ölülelere yakılan ağıtlar, ölmekle kaybettikleri umutlaradır aslında.” (s.38)

“Saatlerin ve yeryüzünün düzenli dönüşünün yanısıra zaman farklı hızlarda geçiyormuşcasına yaşanır.” (s.40)

“Bir anda yaşanan ne kadar derinse, deneyim, yaşantı birikimi de o kadar çoktur. Zamanın daha uzunmuşcasına yaşanması bu yüzdendir. Zaman – akışının çözünmesi böylece engellenmiştir. Yaşanmış süre bir uzunluk değil, derinlik ve yoğunluk sorunudur.” (s.41)

“Ve Pascal’ın ünlü savı – Tanrı var olmayabilir, biz kaybolmuş olabiliriz, ama O’nun var olduğunu var sayarsak... bu ölüm cezasına mahkum edilip sonra da kurtulmayı umma aldatmacasıdır.” (s.43)

“Düşlemek, düşüşün mümkün kılındığı yüksekliği kavramaktır.” (s.44)

“Sevgili, insan imgeleminin yaratabileceği en ayrıntılı ve en özelleşmiş imgedir. Saçının her teli...” (s.46)

“Felsefe aslında bir hasrettir, kendini her yerde evinde hissetme isteğidir.” Novalis (s.60)

“İnsan mutluluğu ender rastlanır bir olgudur. Mutlu çağllar değil, yalnızca mutlu anlar vardır.” (s.78)

“Seni algılayışım aynı ya da ayrı yerlerde oluşumuza göre değişiyor. Yani, sen diye tanıdığım iki kişi var. Benden uzakta olduğunda bile, benim için varsın. Varlığının bu şekli çok biçimli. Sayısız imgeler, geçişler, anlamlar, bildiğimiz şeyler ve yerlerden oluşmakta, ama her şeyin altını çizen şeyse, her yere yayılmış yokluğun. Sanki sen bir mekana dönüşmüşsün, hatların da ufuk olmuş. İşte o zaman bir ülkede yaşar gibi yaşıyorum içinde. Sen her yerdesin. Fakat bu ülkede seninle asla yüz yüze gelemiyorum.” (s.86)

“Gençken bilmediğim şeyse, hiçbir şeyin geçmişi silemeyeceğiydi: Geçmiş insanın etrafına  bir ölüm kozası gibi dolanır.” (s.86)

“Aşkın karşıtı nefret değil, ayrılıktır. Aşk ve nefrette ortak olan bir şey varsa, her iki durumda da var olan enerjidir bu – sevenle sevileni, nefret edenle nefret edileni bir araya getirip bağlayan enerji. Her iki tutku da ayrılıkla sınanır. Uzam ve bu nedenle de ayrılık varoluş koşulu olur olmaz, aşk bu ayrılıkla yarışa girer. Aşk tüm uzaklıkları aşmayı amaçlar.” (s.98)

“Ev mesafenin henüz söz geçiremediği geri dönüştür.” (s.99)

“Kendi ölümümle beni en çok uzlaştıran şey bir düşünce, senin ve benim kemiklerimin birlikte gömülüp dağıldığı, çırılçıplak kaldığı bir yer düşüncesi. Kemiklerimizin ortalığa saçılmış darmadağın yattıkları bir yer. Kaburga kemiklerinden biri kafatasıma dayalı. Sol el kemiklerimden biri kalça kemiğinin içine girmiş. Kırık kaburga kemiklerimin üstünde göğsün bir çiçek gibi. Ayak kemiklerimiz, yüzlercesi darmadağın. İç içeliğimizi böyle imgeleyişimin, yalnızca kalsiyum fosfattan oluşsa da, huzur verici olması garip. Ama öyle. Seninle olduktan sonra, kalsiyum fosfat bile olmanın yeteceği bir yer düşünüyorum.” (s.109)