7 Eki 2016

Maurice Blanchot - Son İnsan

“Her şeyi tutkuyla dinleyen birinin yanında yaşanabilir mi? Bu sizi yıpratır, yakar. İnsan biraz ilgisizlik bekler, unutma aranır; şu bir gerçek ki unutma hep oradaydı: sürekli hiç durmadan konuşulması gereken yer, unutmanın tutkulu derinliğinin önüydü.” (s.14)

“Şimdi hatıralarımda, sanki ondan başkasını görmemiş gibi baktığım bir insan olarak duruyorsa, bu itibar ölçmez onun değerini. Bu itibar, onu yakalayabilmek için uyguladığım baskıyı, ilişkilerimizin yanlışlamasını, onu kavrayamayan ve bana onu ancak itibarlı hatırlatan zayıflığımı dile getirir sadece.” (s.20)

“Onu düşündüğümde, yine de onu düşünmediğimi bilirim. Bekleme, beklemenin yakınlığı ve uzaklığı, bizi küçücük yapan büyüme, kendi kendisini bizde okşayan ve bizde yanılsamayı okşayan kesinlik.” (s.43)

“Izdırap, belki sadece düşüncemdedir benim, ne olduğunu bilmediğim bir acının baskısıyla bana her zaman aynı ağırlığı, her zaman aynı aşılmamış sınırı hissettiren ızdıraplı düşünce.” (s.47)

“Zaman zaman, sanki aralarında bir hatıra varmış gibi birbirlerinden uzaklaşıyor ve bakışıyorlar, hayır bir hatıra değil; unutuş, bir çember çizen ve onları, orada mahsur bırakan işkence.” (s.87)

“Yakın olan, yabancı olandan daha çok korkuturdu beni. (s.93)

“Başka günler de gördük biz. Orada, geçmişte, muhtemelen daha hızlı yürüyorduk, peş peşe daha gizlice kayıyorduk. Hangi yere doğru? Bu acelecilik niye? Zaman zaman sanki aramızda bir hatıra varmış gibi bakıyorduk birbirimize; hayır hatıra değil: unutuş, bir anla ilişki, bir çember çizen ve bizi, orada mahsur bırakan umut. Geçmiş mi bu? Ansızın görünen bu yüz?” (s.100)

“Bu günleri gördük biz, düne ait değil o günler, ebediyen gelen, geçmeyen günler bunlar ve bizden gelen o aydınlığın neşesi ve duvarı delmiş olmanın verdiği şaşkınlık ve bütün yollardan şaşırmadan ve kesinlikle neşe içinde kendimize doğru gitmenin şaşkınlığı. Niçin her şey değişecekmiş? Söylenmiş olan, ezeli olan, neden artık söylenmiş olmayacaktı?” (s.100)

“Niçin benim hala durduğum ve kendimi bağlı hissettiğim bir yer gibisin?” (s.102)

“Niçin, eğer istersem görünür olabileceğine inanmama izin veriyorsun?” (s.102)

“Ama bana hiçbir şey vermeyen sen, hiçbir şey vaat etmeyen ve belki de benden bir eziyetin kurduğu tuzağı ve sivri okunu gizleyen sen, bana niçin en yüksek olandan daha üstün, tüm mutluluklardan daha mutlu, dengeden daha doğru gözüküyorsun? Ve nesin sen? Biraz boşluk mu, boşlukta bir nokta mı?” (s.106)

“Aramızda her cevabın dışlandığı anlaşıldı. Bana cevap verebilmeni istemezdim ve cevap vermeyen, beni sessizliğe doğru bile çekmeyen suskunluğundan hoşnuttum. Cevap vermek, her ikimizin de çok uzun süre önce terk etmiş olmamız gereken bir bölgeye ait. Her cevap zaten dağılıp kaybolmamışsa, sana nasıl soru sorabilirdim?” (s.113)

“Kararsız biri olarak beni rahatsız edemeyecek kadar kırılgan bu belirsizlikle çok iyi uyuşuyorum. Ve bana çok az ait olan çok eski bir olayı sahiplenmeye çalışmam da felaket olmaz mıydı?” (s.114)

“Niçin vazgeçmek istemiyorsun? Niçin hiç bıkmadan, enginliği, olduğun yerde görebileceğim bir yüz gibi duran basitliğe indirgiyorsun? Senin için ben neysem o olan, benim için sen neysen o olan, içine gömüldüğünde tam anlamıyla kendi üstüne yerleşeceğin, soruna cevap olan, cevabı kendin olan geceyi istemiyor musun? Birbirimizde erimemiz gerekiyor. Senin için son olan bende kesinlikle başlangıç olacaktır. Çemberin mutluluğu çekmiyor mu seni? Seven hafıza, olmamış olanın hatırası, önceliyorsun beni. Bir umut gibi önceliyorsun beni, oysa ben, aynı zamanda senin kavuşmak zorunda olduğun, kendi kendini kavuşturacağın şeyim. Düşün bunu, aşırı düşünceye ekle bunu.” (s120)