19 Oca 2013

Simone de Beauvoir - Koşulların Gücü 2


“Genç kadınların gençlikleri sona erdiğinde neyin yapılıp neyin yapılmaması gerektiği konusunda keskin düşünceleri vardır: kırk yaşını geçince derler, insan saçını sarıya nasıl boyar anlamam; insan kendini bikiniyle nasıl teşhir eder; erkeklerle nasıl cilveleşir. Ben o yaşa gelince…
O yaş gelir: saçlarını sarıya boyarlar, bikini giyerler, erkeklere gülümserler. Ben de otuz yaşımda işte böyle kararlar alıyordum: kırk yaşından sonra bu tür aşklardan vazgeçmek gerek. Yaşlanmış ten dediğim şeyden nefret ediyordum ve zamanı gelince benimkini de  yerli yerine oturtacağıma kendi kendime söz veriyordum. Bu otuz dokuz yaşımda bir serüvenin içine atılmamı engellememişti. Şimdi kırk dört yaşımdayım, gölgeler ülkesine sürülmüştüm: ama söylediğim gibi bedenim buna alışsa da, hayal gücüm razı gelmiyordu.” (s.9)

“Birbirimize geçmişi anlatarak, geleceği kurmaya başladık.” (s.12)

“Her şeyden her şeyi umduğum günler çok uzakta kalmıştı.” (s.15)

“Ölüme, sonrasını hiç merak etmeyecek kadar köktenci bir inancım var.” (s.45)

“Gerçeğe sahip olduğuma inandığım zaman, yürek çağrılarına başvurmak beni pek ilgilendirmez.” (s.49)

“Yaşamak için kendime değer vermem gerekiyordu ve ben kendimi yirmi kez ırzına geçilmiş kadınların, kırık kemikli adamların, çıldırmış çocukların gözüyle görüyordum: Bir Fransız Kadın.” (s.97)

“Savaşlar ve yolculuklar, ölüler ve yüzler gelip geçti: hiçbir şey değişmedi. Aynada başka bir yüz göreceğim. Ama ayna yok, yoktu. Bazı anlarda, büyükleri oynayan bir çocuk muyum, yoksa eskileri anımsayan yaşlı bir kadın mıyım, bilemiyorum.” (s.99)

“Yazı yazamayacak kadar güçsüzüm. Yoksa yazmadığım için mi güçsüzüm?” (s.133)

“Yaşlanma işareti: tüm gitmelerde, tüm ayrılıklarda sıkıntı. Bir de tüm anıların verdiği hüzün, çünkü ölüme mahkum olduklarını hissediyorum.” (s.163)

“Son zamanlarda geçmişime o kadar daldım ki, yaşantımın şu andaki boyutlarından biri olup çıktı.” (s.169)

“Ben bir eylem kadını değilim. Benim yaşama nedenim, yazmak. Bunu feda edebilmem için, bir başka yerde vazgeçilmez olduğumu hissetmem gerekirdi.” (s.187)

“Uzun zamandan beri bayan doktor Weil Halle’nin Fransa’da gebelik önleyici ilaçların kullanılmasını yaygınlaştırmak için gösterdiği gayretle ilgileniyordum. Pek çok özel sır bana açıklandığı için, istenmeyen gebeliklerin ve çocuk aldırmaların doğurduğu dramları biliyordum. Bana mektup yazan bir kadın: Kadın için özgürlük karnında başlar demişti.” (s.226)

“Rio’da her köşe başında öğrenciler yanımıza geliyordu. -Kendiniz hakkında ne düşünüyorsunuz Bay Sartre diye sordu genç bir kız konferans sonrasında. Gülerek, -bilmiyorum diye yanıtladı Sartre.
-Kendimle hiç karşılaşmadım.”  (s.270)

“Voznessenski de bize şunu söyledi: şiir sosyalist ülkelerde duanın aldığı biçimdir.” (s.350)

“Fransa’da eğer yazarsanız, kadın olmak, insanların eline sizi dövmeleri için sopalar sunmaktır. Özellikle de yapıtlarımın basılmaya başladığı çağda. Çok genç bir kadına şakacı bir hoşgörüyle bakılır. Yaşlıysa saygı gösterilir. Ama ilk tazeliğini kaybedip, henüz yaşlanmışlığın cilasına bürünmeden konuşmaya cesaret etmek: ne ayıp! Sağcıysanız erkeklerin üstünlüğü karşısında zarafetle eğiliyorsanız, küstahça hiçbir şey söylemiyorsanız, sizi esirgerler. Ben soldayım, bir şeyler söylemek istedim. Özellikle de kadınların doğuştan aksak olmadıklarını.” (s.367)

“Bir kıyımın akşamında Bethooven’ın bir andante’sini dinliyordum. Hiddetle plağı durdurdum: müzikte dünyanın tüm acısı vardı, ama öyle dizginlenmiş ve yüceltilmişti ki, sanki onaylanmıştı.” (s.375)

“Kimi görüyorum? Yaşlanmak, insanın kendini tanımlaması ve yoğunlaştırması. Etiketlere karşı savaş verdim; ama yılların beni hapsetmesini engelleyemedim.” (s.376)

“Öykümü yeniden gözden geçirirken, kendimi hep, hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir şeyin ya önünde ya ardında buluyorum. Yalnızca duygularımın dolu doluluğu kanıtlanmış durumda.” (s.376)

“Yaratmak bir serüven, gençlik ve özgürlük.” (s.376)

“Yaşlılık, uzaktan bir kurum gibi algılıyorsunuz; ama genç insanlar günün birinde kendilerini yaşlanmış buluveriyorlar. Bir gün kendi kendime, kırk yaşındayım dedim. Bu şaşkınlıktan ayıldığımda yaşım elli olmuştu.” (s.377)

“Artık hiçbir şey yolunda gitmiyor. Görüntümden nefret ediyorum: gözlerin üstüne düşen göz kapakları, altında torbalar, çok dolgun bir yüz ve ağız kenarındaki kırışıklıkların verdiği o hüzünlü hava. Beni gören insanlar belki de , ne iyi ne de kötü gösteren, sıradan bir ellilik kadın görüyorlar. Ama ben iyileşemeyecek bir çiçek hastalığı izinin gelip konduğu eski yüzümü görüyorum.” (s.378)