“Kendimi araştırmak, bana kendimi övgülere
boğmaktan daha çok zevk veriyor; çünkü hakikate olan düşkünlüğüm, kişiliğimin
görüntüsüne olan merakımdan çok daha üstün.” (s.9)
“Ben hiçbir zaman edebiyatın kutsal karakterine
inanmamıştım. Tanrı, ben on dört yaşımdayken ölmüştü ve hiçbir şey onun yerini
almamıştı: mutlaklık, sonsuza dek kaybolmuş bir ufuk gibi, yalnızca
olumsuzlukta vardı.” (s.58)
“Yazmanın fiziksel yanı zevkli. Ve ayrıca iç
dünyamda bile, sanki çözülüyormuşum gibi geliyor; belki de bu boş bir hayal.
Her halükarda, söyleyecek bir şeyler hissediyorum.” (s.99)
“Alkol bende hep gözyaşı dökme eğilimi
yaratmıştır ve güneş doğarken Paris sokaklarında Sartre ile baş başa
kaldığımızda insanlığın halinin trajikliği üzerine hıçkıra hıçkıra ağladım;
Seine nehrini geçiyorduk, köprünün korkuluklarına yaslandım:anlamıyorum niçin
suya atlamıyoruz dedim. Eh atlayalım diye yanıtladı Sartre; ona da bulaşmış
olacak ki, birkaç damla da gözyaşı döktü.” (s.125)
“Yazar pembe yarınlar vaat etmemeli, ama dünyayı
olduğu gibi betimleyerek onu değiştirme iradesini aşılamalıydı. Önerdiği tablo
ne denli inandırıcı olursa, amaca o denli iyi erişirdi; en karamsar yapıt bile,
özgürlük adına özgürlüklere çağrıda bulunursa, karamsar sayılmaz.” (s.129)
“Nasıl olur da insan kendine uygun gördüğü rol
uğruna, kendini ortadan kaldırır?” (s.134)
“Kendini önemli sayan kişi, ya insanlara değer
vermezmiş gibi görünür, ya da onları yüceltmeye hazırdır; bunun nedeni de
onlarla eşit koşullarda ilişkiye girmeye cesaret edememesidir. Özgürlüğünden
vazgeçer çünkü bunun tehlikelerinden korkar. Bu körlük, bu yalanlar beni
özellikle yazarlarda rahatsız ediyor. Çünkü onların ilk erdemleri korkusuz bir
içtenlik olmalıdır.” (s.134)
“İnsanlarla birlikte olmaktan mutlu olmak için
kendimi onlarla uyum içinde hissetmeye gereksinimim var; salon kadınları, en
bağımsızları bile benim dünyama ait değillerdi; onların törelerine uysaydım,
sıkılır ve kendi kendimi kınardım. Bu nedenle de hiç gece elbisem olmadı:
cinsimin değil (sık sık çok kadınsı dedikleri kıyafetleri giyiyordum) ama
onların sınıfının üniformasını sırtıma geçirmekten tiksiniyordum.” (s.134)
“Pek çok kadın mutluluğa olan hakkının ve bunun
koşullarının bilincine varmış bulunmaktadır; eğer kendi yaşamlarında erkeğin
ihanetini dengeleyecek hiçbir şey yoksa, kıskançlık ve sıkıntı onları
kemirecektir.” (s.139)
“Ah! Nasıl da ölümün kılık değiştirmiş olarak
gelmesini ve özellikle yalnızlığını zorla kabul ettirmeksizin gelmesini
istiyorum.” (s.150)
“Kırk yaş. Kırk bir. Yaşlılığım hazırlık
içindeydi. Bir aynanın dibinde bana pusu kurmuş bekliyordu. Benliğimde hiçbir
şey onunla uyum içinde değilken bana doğru bu denli emin adımlarla yaklaşması
beni dehşete düşürüyordu.” (s.184)
“Annelik duygusuna ve aşka her türlü değeri
vermeyi reddediyormuşum: hayır. Ben kadının bunları gerçekten ve özgürce
yaşamasını istedim, halbuki genelde bu duygular kadın için bir bahane teşkil
ediyor ve kendini buna bırakıyor, o derecede ki yürek kuruduğu halde bunlara
olan bağlılık sürüyor. Cinsel özgürlüğü öğütlemişim; ama ben hiçbir zaman hiç
kimseye önüne gelenle yatmasını öğütlemedim; benim düşüncem şudur ki, bu alanda
tercihler, rızalar, redler, kurumlara, anlaşmalara, çıkarlara boyun
eğmemelidirler; eğer nedenler uyandırdıkları edimlerle aynı düzlemde değilse,
sonuçta yalanlara, uyumsuzluklara, sakatlanmalara varılır.” (s.207)
“Son sabah zaman bize uzun göründü; birbirimizle
konuşmak istemiyorduk ve susmaktan da rahatsız oluyorduk. Sonunda ben orada
geçirdiğim günlerden mutlu olduğumu ve aramızda en azından gerçek bir dostluk
kaldığına sevindiğimi söyledim. Bu bir dostluk değil dedi bana kabaca. Ben size
hiçbir zaman aşktan daha azını veremem.” (s.265)
“Bir daha hiçbir bedenin sıcaklığında
uyuyamayacağım. Hiçbir zaman: ne biçim bir yas çanı! Bu gerçeklik beni sarınca,
ölüme doğru dengemi kaybediyorum.” (s.269)
“Kendimi mutlu hissetmemem, beni mutsuz kılıyor.”
(s.271)