2 Ara 2010

İnci Aral - İçimden Kuşlar Göçüyor



"Bu gene geçmişin baştan çıkarıcılığı olsa gerek. Şu anın geçmiş zaman olmasını bekle. Ne denli mutluyduk anlayacaksın.(Susan Sontag)" (s.9)

"Belli yaşa gelmiş, tutkulardan arınmış, durulmuş, oturmuş kadınlara hayranlık duyar, imrenirdim. Gözyaşlarını arkalarında bıraktıklarını, sevilmeye fazla gereksinme duymadıkları için artık acı çekmediklerini düşünürdüm. Şimdi gençliğimde özlediğim yaşlardayım, ama hala olmayı umduğum kadın değilim." (s.9)

"Yaşanmış yılların insanın üstünde birikmesi dokunaklı. Bazen umutsuzluğa, birçok şey için geç kalmış olduğum kaygısına kapılıyor, hayatımı kendi kendimden çaldığımı düşünüyorum. Birçok şey, geri gelmeyecek biçimde benden uzaklaşmış sanki. Aşktan kesilmişim." (s.10)

"Acıyan bir yerlerim olup olmadığını anlamak ister gibi yokluyorum içimi. Hiçbir sızı yok. Geçmişin ağırlığı yok üstümde. Yolunca yordamınca unutmuşum unutulması gerekenleri. Sarılıp sarmalanmış, sağaltılmışım." (s.11)

"Odamda oturup büyük yolculuklara çıkabilirim hala. Gözlerimle gördüklerimin ötesine geçebilir, bildiklerimin doğruluğundan kuşkuya düşebilir, yeni düşünceler ve alışkanlıklar edinebilirim. Alışkanlıklarından ve öğrendiklerinden nasıl olsa arınabilir insan. Sınırsız bir unutuşla öte yana atlayabilir. Her yeni oluşum özümsenebilir zaman içinde." (s.12)

"O gün ruhumda bir gedik açıldı. Bütünlüğüm parçalandı. Bir daha hiçbir zaman tam hissedemedim kendimi." (s.13)

"Anlaşılmaz bir sadakat gösteriyordum seçtiğim aşk nesnesine. Cezamı sonuna kadar çekmek istiyordum sanki. Var gücümle koruduğum bütün öznel sınırlar zorlanıncaya kadar direniyordum. Yalnızlığın büyük bir özgürlük olarak yeniden yeğleneceği yere kadar..." (s.14)

"Onun yanında mevsim bahar da olsa yaz da olsa, güz duygusu olurdu içimde hep." (s.14)

"Yalnızca deli dolu zor sevgiler değil, içinde uyumun, dinginliğin, dayanışmanın olduğu sevgiler de vardır. Görmüş geçirmişlik dersiniz buna ya da doygunluk. Saflığa varan iyimserlikten, küçük oyunların tuzağına düşmekten ve düşmanlıklardan kaçmayı öğrenmiş, söylemek istediklerinizin çoğunu söylemiş ve henüz söyleyemediklerinizi söylemenin ise zaten gereksiz bir zahmet olduğunun farkına varmışsınızdır. Masumiyetin sonudur bu. Bütün yatırımını her seferinde sakınmadan ortaya atma, ya hep ya hiç mantığı gütme ve onarılmaz kayıpları göze alma yürekliliğinin sonu. Somut ve açık örnekler: Kararlı ve bütün serüvenlere kapalı bir duruş. Hevessiz, takma bir gülümseyiş. Gündelik dile keskin bir dönüş. İlk kez bir banka hesabı." (s.17)

"Parçalarınızı toplayıp -ek yerleri görünür biçimde de olsa- bir araya getirmek, hiç de özgün biri olmadığınıza inanıp düşlerinizden umudu kesmek zamanı. Yön değiştirme. Rahat bir soluk, en sonunda. Bir zamanlar sizin tekdüzelik, başkalarınınsa mutluluk olarak adlandırdıkları herşey..." (s.17)

"Doğru, ölüm hiçbir şeyi silemez. Siz öldüğünüz zaman, daha bir gerçek, daha bir güzel olacak. (Marguerite Duras)" (s.19)

"Belleğin dili yok. Bellek birbirine açılan sonsuz resimlerden oluşuyor. ama hiçbir şeyi unutmuyor. Hiçbir siyahı, maviyi, beyazı ve bakışı, hiçbir duruşun kabalığını ya da anlatılmaz inceliğini. Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu, acıyı yeryüzünden kaldırmak istediğindendir." (s.19)

"Yaşamak, tasarlanmış ve ertelenmiş bütün ölümlerdir belki de." (s.22)

"Yanlış sevilmeler, özellikle yanlış sevmeler. Ama yaşamlarımız bunlar üzerine kurulu değil mi? Hep kıskandım "doğru" sevmiş ender kişileri ya da öyle görünmeyi başarabilenleri. Belki de gerekenden daha uzun süre öyle olduğuna inanmayı yeğlemiş olanları, en azından... Yoksa nasıl olsa her aşk, kazaya, yanlışa dönüşür zamanla..." (s.26)

"Sürekli tedirgin, uzlaşmaz ve kırıcıydık birbirimize karşı. Hangimizin daha az sevdiğini anlamaya çalışırdık bıkmadan. Ne ileri ne de geriye doğru yol alamadan hep o kör noktada sorular, suçlamalar ve öfkelerle, tarazlanmış, eprimiş zamanı geriye kazanmaya çalışırdık." (s.31)

"Kısa da sürse, başlı başına bir yanılsama da olsa, aşk insanın kendini yeniden yaratması değil mi? Kendi yüreğine ulaşmada kışkırtıcı bir keşif yolculuğu değil mi?" (s.32)

"Sonradan anımsananlar; dokunaklı, iyi ve değerli görünür insana." (s.32)

"Bütün beraberlikler egemenlik mücadelesi sürecinden geçer. Kimi zaman bir taraf yenilir, teslim olur. İki taraf da teslim olmuyorsa karşılıklı olarak mevziler kazanılır ya da kaybedilir ve kişilerin yaşama alanlarının sınırları belirlenir." (s.33)

"Yalnızlık, insanın dış kabuğunu kalınlaştırıyor. Dünyadan gizlenen iç ise zayıf ve kırılgan kalıyor. Maskemi indirdiğimde ya da kendi kendimle kaldığımda güçlülük sandığım inat ve özgüven bir an da paramparça olabiliyor." (s.33)

"Saçımın tek bir telini bile şimdi daha iyi tanıyor değilim ve kendime eskiye oranla tek bir adım bile yaklaşmadım. Arkamdan hep meçhul bir kadın izledi beni, bir başka meçhul kadınla birleşmek üzere.(Ingeborg Bachman)" (s.57)

"Cinselliği hep önemsemiş, doyurucu bir cinselliğin kadın erkek arasındaki sevginin, bağlılığın ön koşulu olduğuna inanmışımdır. Ama aşksız, tek başına cinselliğin, bu konuda seçici olamamanın, ruhsal bir çoraklığa, yalnızlığa ve dağınıklığa yol açtığını da düşünüyordum. Sevginin olduğu yerde her şey geçerli ve güzel, olmadığı yerde ise yapay, boşuna ve yorucuydu bence." (s.57)

"Ben yalnızca sevdiğim biriyle olduğumda kuralsız ve coşkulu hissedebiliyordum kendimi. Aşk, yasakları, benliğimize kazınmış kadınlık utancını ve edilgenliği büyük ölçüde geçersiz kılıyordu çünkü." (s.58)

"Yazarken gönüllü olarak bir hücreye kapanıyor insan, kendi kendisinin tutsağı oluyor." (s.63)

"Ruhunu susturmanın, bedenine verdiği ağırlığın altında ezilmiş bir halde yaşıyordu ayrıldığımızdan beri." (s.87)

"Hayatımız hiçbir zaman bir tek zamandan, bir tek öyküden ve durumdan ibaret değil.. Bütün yaşadıklarımızın eksiksiz toplamından oluşuyor bugünümüz. Geçmişin bütün renkleri ve iplikleriyle örülüyor. Çok daha karmaşık, anlaşılmaz ve derin köklerimiz. Yaşadıklarımız, yaşamakta olduklarımız ve yaşamayı düşlediklerimizle bir bütünüz. (s.87)

"Onun istediği tek parçadan oluşmuş bir kadındı. Bense o bütün saçma sapan parçalarımla ben olmak istiyordum." (s.89)

"Artık şundan eminim, insanın geçmişi ya da geleceği görebilmesi için biraz deli, yaşamı anlayabilmesi için yaşamın biraz dışında olması gerek. (Djuna Barnes)" (s.93)

"Hayat yavan ve düzdür, diye düşünüyorum. Yazı hayata renk, biçim ve önem kazandırıyor. Eldeki malzemeyi parlatıp yeniliyor." (s.93)

"Kendim için daha korunaklı bir yerde durmak istiyorum. Orası tek kişilik bir hücre ya da cehennem olsa bile..." (s.93)

"Belleğim, anılar mezarlığı..." (s.102)

"Yazmak, bir hastalık mı diye düşünüyorum bazen. Bir tür delilik mi? Ama öyleyse bile bunun büyüleyici bir yanı var. Gerçeğin keskinleşmiş görüntüsü, belli belirsiz bir bağışlayıcılık, karmaşık çekingen bir kendini beğenmişlik ve bir o kadar da acı var yazma çılgınlığının içinde. Sınırsız bir kendinden vazgeçme var." (s.107)

"Kitaplarım bana sadece ıstırap verdi diyor Charlotte Bronte. Bugün ben de aynı fikirdeyim.(Virgina Woolf)" (s.109)

"Anlıyorum ki yazmak her zaman benim hayatımın yarısı olmuş. Hayatımın darmadağın öteki yarısını düzene sokmak için yazmışım ben hep..." (s.121)


Not: Alıntılar; bu kitabı uzun zaman önce okuyup, çok seven Yaz Güneşi'ne ithafen...