22 Ara 2010

Milan Kundera - Ölümsüzlük


"Yalnızlık: Bakışlardan uzak olmanın hoşluğu." (s.35)

"Aynaların mevcut olmadığı bir dünyada yaşadığını tasavvur et. Yüzünü hayal edersin, onu içinin bir çeşit dışa yansıması gibi hayal edersin. sonra varsayalım ki kırk yaşında sana bir ayna uzattılar. Dehşetini bir düşün. Tamamen yabancı bir yüz görürsün. Ve kabul etmeye yanaşmadığın şeyi net bir şekilde anlarsın. Yüzün, sen değilsin." (s.41)

"Uyuyamamak ve kıpırdamayı kendine yasaklamak: evlilik yatağı." (s.48)

"Ben küçük bir çocukken pazarları Moravya'da bir köye dansa giderdim, söylentiye göre köy muhtarı salonunda üstü açık bir tabut saklar ve kendinden fevkalade hoşnut olduğu keyifli anlarında tabutun içine uzanır, kendi cenazesini hayal edermiş. Bir tabutun içinde hayal kurduğu anlar kadar güzel bir şey yaşamamış: O anlarda ölümsüzlüğünde yaşıyormuş." (s.56)

"Bettina bir mektupta ona şöyle yazmıştı: "Seni ebediyen sevmeye mutlak ve kesin kararlıyım." Gayet sıradan görünen bu cümleyi dikkatle okuyun. 'Ebediyen' ve 'karar' sözcükleri 'sevmek' sözcüğünden çok daha fazla önem taşıyor. Bu belirsizliği daha fazla uzatmayacağım. Burada söz konusu olan aşk değildi. Ölümsüzlüktü." (s.69)

"Hayatın kadranını anlamak gerek: Belli bir ana kadar ölüm bizi meşgul edemeyecek kadar uzak bir şeydir. Görüntüsü yoktur, görülemez.
Bu, hayatın en mutlu ilk evresidir." (s.80)

"Hayatın insanın ölümden gözlerini ayıramadığı ikinci evresinden sonra daha kısa ve daha gizli olan, hakkında pek az şey bilinen ve konuşulmayan bir üçüncüsü gelir. İnsanın gücü tükenir ve üzerine elini kolunu bağlayan bir yorgunluk çöker. Yorgunluk: hayatın kıyısından ölümün kıyısına uzanan sessiz köprü." (s.80)

"Sutyen, kadın bedeninin teknik karakterini ortaya koyar." (s.107)

"Kadın, fiziksel endişelerini tartışmakla çok daha fazla zaman geçirir, tasasızca vücudunu unutmasını bilmez. Bu ilk kan kaybının şokuyla başlar; birdenbire beden ortaya serilmiştir ve kadın vücudunun karşısında küçük bir fabrikayı tek başına döndürmekle görevli bir makinist gibi kalakalır. Üretmeye hazır olmak zorundadır." (s.107)

"Kadın bedeni işe yaramaz hale geldikçe, daha çok beden olur: Ağırlaşır ve ortadadır; yıkılmaya terk edilen ama bir kadının benliğinin sonuna kadar yanında kalıp kapıcılık etmeye mecbur olduğu köhne bir imalathaneye benzer." (s.108)

"İnsan kendi kendine kendi ben'inin özgünlüğünü doğrulamak, kendini taklit edilemez biricikliğine inandırmak isterse, her geçen gün birbirine daha çok benzeyen yüzlerin ortaya çıktığı dünyamızda işi hiç kolay değildir." (s.110)

"Kendi imajını, sevilen insanın düşüncesinde umutsuzca aramadan aşk mümkğn olabilir mi? Karşımızdakinin bizi nasıl gördüğünü umursamaz hale geldiğimiz andan itibaren, artık onu sevmiyoruyz demektir." (s.137)

"Aşkta yesie kapılmak için ne kadar da az şey yeter!" (s.140)

"Aşkı, aşk hikayesine dönüştürmeyi sadece engeller başarabilirdi." (s.179)

"Aşkına karşılık vermezmiş de ne demek? Böyle bir aşkın karşılık görmeye ihtiyacı yok, o çağrı çığlığını ve karşılığını kendi içinde taşıyor; bu aşk kendi sesini duyar ve kabul eder." (s.196)

"Artçılar kendilerine esin verenlerden daima daha radikal olmuşlardır." (s.197)

"Kendimi bu duyguya kaptırmaktan korkmamalıyım, çünkü onu kalbime saplayan ben değilim." (s.199)

"Gerçek aşk sadakatsizlik edemez. Karşılık görüp görmemeyi umursamayan bu aşk her türlü başkalaşım altında sevilen kişiyi arar." (s.201)

"Her şeyin başı aşktır. Fedakarlığın da, duanın da... Ben bundan aşkın en yüce erdem olduğu sonucuna vardım. Aşk bize dünyevi olan karşısında bilincimizi kaybettirir ve içimizi uhreviyle doldurur, böylece aşk bizi her türlü suçluluk duygusundan kurtatır." (s.203)

"Duygunun bir değer olarak görüldüğü andan itibaren herkes onu hissetmek ister; ve bizler hepimiz değerlerimizle gurur duyduğumuzdan, hislerimizi ortaya dökmek için büyük bir istek duyarız." (s.205)

"Duygu tanım olarak içimizde bizden habersiz olarak, çoğu zaman da biz istemeden belirir. Onu hissetmek istediğimiz andan itibaren duygu duygu olmaktan çıkar ve duygu taklidine, duygunun sergilenmesine dönüşür. Buna yaygın olarak histeri adı verilir." (s.206)

"Düşünüyorum, öyleyse varım... Diş ağrılarını hiçe sayan bir entelektüelin kelamıdır. Hissediyorum, öyleyse varım, çok daha genel bir kapsamı olan ve yaşayan her varlığı ilgilendiren bir gerçektir. Ben'in temeli düşünce değil acıdır, en temel duygu olan acıdır. Acıda bir kedi bile biricik ve bir başkasıyla yer değiştirmesi olanaksız ben'inden kuşku duyamaz. Acı keskinleşince, dünya yok olur ve her birimiz kendi kendimizle kalakalırız. Acı benmerkezciliğin büyük okuludur." (s.212)

"Yollar daha manzaralardan kaybolmadan önce insan ruhundan kaybolup gittiler: İnsan artık yollara düşme ve bundan zevk duyma arzusuna kapılmıyor. Artık hayatını da bir yol gibi değil, bir karayolu hattı gibi görüyor. Bir noktadan diğerine, yüzbaşı rütbesinden general rütbesine, zevce statüsünden dul statüsüne giden bir çizgi gibi. Yaşama zamanı, sürekli artan bir hızla aşılması gereken basit bir engele indirgendi." (s.235)

"Her halükarda, milyonda bir ya da milyarda bir şans da olsa, tesadüf tamamen olasılıkdışıdır ve bütün değeri tam da bu olasılıkdışılıkta yatmaktadır. Çünkü varolmayan varoluşsal matematik aşağı yukarı şu denklemi ortaya koyacaktı: Bir rastlantının değeri, onun olasılıkdışılık derecesine eşittir." (s.239)

"A'yı B'den daha çok sevdiğimizi söylemek, iki sevginin derecesini kıyaslamak değildir, B'nin sevilmediği anlamına gelir. Çünkü birini seviyorsak onu kıyaslayamayız. Sevilen kıyaslanamaz. A ile B'yi aynı an da sevmemiz durumunda bile, onları birbiriyle kıysalayamayız, aksi halde anında ikisinden birini sevmekten vazgeçmiş oluruz." (s.242)

"Çirkinlik: Rastlantının kaprisli şiiri. Yakışıklı bir adamda rastlantının cilvesi bütün ölçülerinin bir ortalamasını tercih etmiştir. Güzellik: Ortalamanın sıradanlığı. Güzellikte yüzün bireysellikten uzak, kişilikten uzak karakteri çirkinlikte olduğundan da çok ortaya çıkar. Yakışıklı erkek yüzünde ana modelin yaratıcısının çizdiği şekliyle özgün teknik projeyi görür ve gördüğü şeyin taklit edilemez bir ben olduğuna inanmakta güçlük çeker. Öyle ki, tıpkı uzun yeşil burunulu küçük bir adam gibi utanır." (s.260)

"Uyuşamadığın bir dünya ile nasıl yaşarsın? Ne acılarını ne sevinçlerini benimsemediğin insanlarla yakınlık kuramadıktan sonra, onlarla nasıl yaşarsın? İnsan onlardan olmadığını ne zaman anlar?" (s.270)

"Yaşamakta mutluluk diye bir şey yok. Yaşamak: Acılı ben'ini dünya adına taşımak. Ama olmak, olmak mutluluk. Olmak: Çeşmeye, evrenin içine ılık bir yağmur gibi indiği taş bir havuza dönüşmek." (s.271)

"Aşk, hayatın taçlandırılmasıdır. O zaman onu kucak açarak, tereddütsüz karşılamalıdır insan." (s.296)

"Aşk, gerçek olduğunu kanıtlamak için akla yatkın olandan kaçmak ister, hiçbir ölçü tanımak istemez, gerçeğe benzemekten kurtulmak ister." (s.298)

"Aşkın bütün tanımlarının hep ortak bir noktası olacaktır: Aşk temel bir şeydir. Hayatı, kadere çevirir." (s.313)

"Yüz, bir düşüncenin varlığını yansıttığında güzeldir, oysa gülüş anı insanın düşünmediği bir andır." (s.337)

"Ya kadın erkeğin geleceği olacak ya da insanlığın sonu gelecek, çünkü ancak bir kadın içinde hiçbir kanıtı olmayan bir umut barındırabilir ve bizi, kadınlar olmasa çoktan inanmaktan vazgeçeceğimiz kuşkulu bir geleceğe davet edebilir." (s.356)

"Sen dünyayla, küçük kardeşi olmayan mahzun bir çocuk gibi oynuyorsun." (s.359)

"Ölümü yenme ihtiyacı, kendini herkese dayatma ihtiyacı demek olan ben tıpkı bir zamanlar Devrim'in olduğu gibi, daima teyit ve yeniden inşa edilmesi gereken yürüyüş halinde bir idealden başka asla bir şey olamaz." (s.374)