17 Kas 2017

Don Miguel Ruiz - Dört Anlaşma

“Tüm zihniniz sisin ta kendisi. Toltekler buna mitote diyor. Zihniniz binlerce kişinin aynı anda konuştuğu ve kimsenin birbirini anlamadığı bir rüya. İnsan zihninin durumu işte budur: büyük mitote. Bu büyük mitote yüzünden gerçekte kim olduğunuzu göremiyorsunuz. Hindistan’da buna mitote maya diyorlar. Bu, illüzyon anlamına geliyor, kişiliğin “ben” sandığı şey.” (s.33)

“Tüm hayatınız boyunca hiç kimse, kendinize verdiğiniz zarar kadar size zarar vermedi, sizi sömüremedi. Öz-zararınızın sınırı ölçüsünde başkalarının size zarar vermesine izin verirsiniz.” (s.35)

“Söz, insan olarak sahip olduğunuz en güçlü araçtır; söz büyü aracıdır. Ama iki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir.” (s.41)

“Her insan bir büyücüdür. Sözümüzle bir insana büyü de yapabiliriz, onu büyüden de kurtarabiliriz. Fikirlerimizle sürekli insanlara büyü yapıyoruz.” (s.42)

“Dinler günah ve günahkarlardan bahseder. Şimdi günah sözcüğünün gerçekten ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım. Günah, kendi doğana karşı yaptığın her şeydir. Günahsız olmak bunun tam zıddıdır. Saflık, arılık, kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak demek davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir.” (s.44)

“Söz saf büyüdür. Söz biz insanların sahip olduğu en güçlü armağandır. Ve sözü kendimize karşı kullanıp duruyoruz. Sözle intikam planı yapıyor. Sözle dünyada karmaşa yaratıyoruz. Sözü ırklar, ülkeler, insanlar, aileler arasında nefret yaratmak için kullanıyoruz. Sözü o kadar sık yanlışa, kötüye kullanıyoruz ki, sürekli cehennem rüyasını yaratıp bu rüyada yaşamaya devam ediyoruz. Sözün kötüye kullanımıyla birbirimizi aşağıya doğru çekiyor, birbirimizi korku ve şüphe kıskacında hapsediyoruz. Söz büyüdür. İnsan, sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış biçimde kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir. Sözün büyü olduğunun farkında bile olmaksızın...” (s.46)

“Etrafınızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Daha önce verdiğimiz bir örneği kullanalım. Sizi caddede gördüğümde, sizi tanımadığım halde, hey sen bir aptalsın, dersem bu sizinle değil, benimle ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile inanabilirsiniz. Belki de şöyle düşünürsünüz: O, aptal olduğumu nasıl biliyor? İçimi mi görüyor, yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?
Kişisel algılamak, ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir.
Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin kendimizle ilgili olduğunu varsayarız. Eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğreniriz. Her şeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz. Ben, ben, ben, daima ben!” (s.57)

“Birisi size: “Hey sen çok çirkinsin” dese bile, bunu kişisel algılamayın. Çünkü gerçek şu ki, bu kişi kendi duygu, düşünce ve inançlarını ifade ediyor. Bu kişinin size gönderdiği zehri kabul edip etmemek kişisel algılamayla ilgilidir. Eğer zehri kabul ederseniz, onu size ait kılarsınız. Kişisel algılamak sizi kara büyücüler için kolay bir av haline getirir. Kara büyücüler sizi küçücük bir fikirle kolaylıkla avlayabilirlerse, sizi istedikleri zehirle besleyebilirler. Siz de söylenenleri kişisel algıladığınız için zehri afiyetle yutarsınız.” (s.58)

“Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin, benim için bir önemi yoktur. Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam. İnsanlar bana, Miguel sen iyisin, dediklerinde de kişisel algılamam, Miguel sen en kötüsün dediklerinde de kişisel algılamam.
Siz mutluyken bana, Miguel sen bir meleksin, diyeceğinizi bilirim. Ama bana kızgın olduğunuzda, oh Miguel sen şeytanın tekisin, dersiniz.
Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez. Çünkü ben ne olduğumu biliyorum. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacım yok. Birisinin bana kim ve ne olduğumu söylemesine ihtiyaç duymuyorum.
Hayır, hiçbir şeyi kişisel algılamıyorum. Sizin bakış açınız, sizin dünyanızı yansıtır. Siz kendinizle uğraşırsınız, benimle değil. İnanç sisteminiz doğrultusunda oluşturduğunuz fikirleriniz, daima kendinizle ilgilidir, benimle değil.
Bana, “Miguel söylediklerin beni incitiyor” da diyebilirsiniz. Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir. Söylediklerim sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz. Sizi inciten sizsiniz.” (s.59)

“İnsanlar ne yaparsa, ne söylerse, ne düşünürse düşünsün kişisel algılamayın. Sizin ne kadar harika biri olduğunuzu söyleseler bile, bunu sizin yüzünüzden söylemiyorlar. Sizin harika olduğunuzu kendinizin bilmesi önemli. Size harika olduğunuzu söyleyen insanlara inanmaya ihtiyacınız yok. Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Birisi başınıza silahı dayayıp tetiği çekse bile, yine de kişisel değildir, bu uç boyutta bile.” (s.60)

“Zihin kendisiyle konuşabilir ve kendisini dinleyebilir. Zihnin de bedeniniz gibi bölümleri vardır. Tıpkı bir elinizle diğer elinizi tutup onu hissedebildiğiniz gibi zihin de kendi kendisiyle konuşabilir. Zihnin bir kısmı konuşur, diğer kısmı dinler. Ama zihninizin binlerce parçası aynı anda konuşmaya başladığında büyük problem yaşanır.” (s.61)

“İnsanların size doğruyu söyleyeceklerini beklemeyin çünkü onlar kendilerine de yalan söylüyor.” (s.63)

“Kendinize doğruları söyleyebilmek, sizin boş yere duygusal acı çekmenizi engeller. Kendinize gerçeği itiraf edebilmek size acı verebilir ama bu acıyla özdeşleşmeye ihtiyaç duymazsınız. Gerçeği kabul etmek iyileşmenin başlangıcıdır ve bir süre içinde her şey daha iyiye doğru düzelecektir.” (s.63)

“Hiçbir şeyi kişisel algılamamayı bir alışkanlık haline getirdiğinizde yaşamınızda birçok acıdan kaçmanız da mümkün olur. Kızgınlığınız, kıskançlığınız, fesat duygularınız yok olur. Kişisel algılamadığınızda üzüntüleriniz bile kaybolur.” (s.64)

“Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe kavuşursunuz. Kara büyücülere karşı bağışıklık kazanırsınız. Ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir büyü üzerinizde etki yapamaz. Tüm dünya hakkınızda dedikodu yapsa bile, kişisel algılamadığınız zaman bundan etkilenmezsiniz.” (s.64)

“İnsan zihninin çalışması ilginçtir. Kendimizi güvende hissedebilmek için her şeye bir anlam vermeye, açıklamaya, her şeyi anlamaya çalışmaya ve anladığımızın doğru olduğu konusunda haklı çıkmaya ihtiyaç duyarız.” (s.71)

“Hoşlandığınız bir kişiyle ilişkiye girdiğinizde genellikle bu kişiden neden hoşlandığınız konusunda gerekçeler bulmaya çalışırsınız. Sadece görmek istediğinizi görür ve o kişiyle ilgili hoşlanmadığınız şeyleri yadsırsınız. Haklı olmak için kendinize yalan söylersiniz. Sonra da varsayımlarda bulunursunuz. Bu varsayımlardan biri şudur: Sevgimle bu kişiyi değiştirebilirim. Ama bu doğru değildir. Sevginiz hiç kimseyi değiştiremez. Eğer birisi değişiyorsa değişmeyi seçtiği içindir, sizin onu değiştirebilme gücünüzden değil.
Bir süre sonra ikinizin arasında bir şey olur ve incinirsiniz. Birdenbire daha önce görmek istemediğiniz şeyleri görmeye başlarsınız. Üstelik şimdi duygusal zehriniz gördüğünüz şeyi devasa boyutlara getirmiştir. Şimdi de duygusal acınızın nedeni olarak o kişiyi suçlarsınız.” (s.73)

“Varsayımsız bir iletişim açık ve nettir, duygusal zehirden arınmıştır. Varsayımsız bir iletişim özenli bir iletişimdir. Açık bir iletişimle tüm ilişkileriniz değişecektir. Bu durumda her şey açık ve net olduğu için varsayımda bulunma ihtiyacını da duymayacaksınız.
Eğer tüm insanlar bu şekilde iletişim kurabilselerdi yanlış anlaşılma, savaş ve şiddet de ortadan kalkardı. Sadece açık ve net bir iletişimle tüm insani sorunlar çözüme ulaşırdı.” (s.74)

“Acısını aşmak isteyen bir adam, kendisine yardım etmesi için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Ama ustaya sorar: Usta, eğer günde dört saat meditasyon yaparsam, yüksek bilince ulaşmam ne kadar sürer?
Usta adama bakar ve yanıt verir: Eğer günde dört saat meditasyon yaparsan, belki on yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.
Bundan daha iyi yapabileceğini düşünen adam yine sorar:Usta peki günde sekiz saat meditasyon yaparsam yüksek bilince ulaşmam ne kadar zaman alır?
Usta adama bakar ve yanıt verir:Eğer günde sekiz saat meditasyon yaparsan, belki yirmi yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.
Adam şaşırır ve sorar: Ama daha çok meditasyon yaptığımda, neden daha uzun zaman alır?
Usta tebessüm eder: Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki saatlik bir meditasyonda yapabileceğinin en iyisini yapabildiğin halde, sekiz saat meditasyon yapmaya kalkarsan yorgun düşersin, amacından saparsın ve yaşamdan haz alamazsın. Yapabildiğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun süresinin değil, yaşamanın, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu anlarsın.” (s.81)

“Yaşam sizden neyi alıyorsa bırakın gitsin. Aktif bir teslimiyet duygusu içerisinde geçmişi bıraktığınızda anda dolu dolu, canlı olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu andaki rüyanızdan haz  alabilmeniz demektir.” (s.84)

“Toltek bakış açısına göre ehlileştirilmiş tüm insanlar hastadır. Çünkü bu insanların zihnini ve beyinlerini ele geçiren parazit onları hasta yapar. Parazit, korkudan kaynaklanan negatif duygularla beslenir.” (s.97)

“Tıpkı cehennem gibi cennet de zihnimizdedir. Cennet haz duyduğumuz, sevmekte özgür olduğumuz ve kendimiz olduğumuz bilinç boyutudur.
Yaşarken cennete ulaşabiliriz. Ölmeyi beklememiz gerekmiyor. Tanrı daima anda yaşar ve cennet her yerdedir. Cenneti görebilmek için önce, gerçeği gören ve duyan gözlere ve kulaklara sahip olmamız gerekiyor. Gözlerin ve kulakların açılması için parazitten özgürleşmemiz gerekiyor.
Parazit, bin başlı canavara benzetilebilir. Her baş korkularımızdan biridir. Özgürleşmek için canavarı yok etmemiz gerekiyor.
Bunun birinci yolu parazitin başlarına tek tek saldırmaktır. Bu, korkularımızla teker teker yüzleşmek anlamına gelir. Yüzleştiğimiz her korku bizi biraz daha özgürleştirir.
İkinci yol ise paraziti beslemeye son vermektir. Parazite hiç gıda vermezsek onu açlıktan ölmeye mahkum ederiz.” (s.99)

“Her gün, gün boyunca kullanacağımız zihinsel, duygusal ve fiziksel enerjiyle uyanırız. Eğer duygularımızın enerjimizi tüketmesine izin verirsek, yaşamımızı değiştirecek ya da başkalarıyla paylaşacak enerjimiz kalmaz.” (s.105)

“Özgür bir insan olmanın başlangıcıdır: affetmek. Birisini affettiğinizi nasıl anlarsınız? O kişiyi gördüğünüz zaman artık duygusal reaksiyon göstermediğinizde. O kişinin ismini duyduğunuzda duygusal tepki vermediğinizde. Birisi yaralı yerinize dokunduğunda acı hissetmediğinizde. Çünkü artık yara iyileşmiştir. İşte o zaman gerçekten affetmiş olduğunuzu bilirsiniz.” (s.106)

“Çoğu insanın sorunu duygularının kontrolünü yitirmesidir. Duygular insanın davranışlarını yönettiğinde, insan duygularını yönetemez hale gelir. Kontrolümüzü yitirdiğimizde, söylemek istemediğimiz şeyleri söyleriz, yapmak istemediğimiz şeyleri yaparız. Duygularımızı yönetmeyi öğrendiğimizde, bireysel gücümüz artar. Bu güçle, korku temelli anlaşmalarımızı değiştirebilir, cehennemden kaçıp kendi bireysel cennetimizi yaratabiliriz.” (s.107)

“Bir savaşçıyla bir kurban arasındaki fark, kurban duygularını bastırır, savaşçı duygularını denetler. Kurban duygularını bastırır çünkü duygularını göstermekten, söylemek istediğini söylemekten korkar. Savaşçı duygularını denetler ve onları doğru zamanda ifade eder. Ne daha önce ne daha sonra. Bu nedenle savaşçılar sözlerinde özenlidir. Duygularını ve davranışlarını yönetmek konusunda tam bir kontrole sahiptir.” (s.107)