“Tüm zihniniz sisin ta kendisi. Toltekler buna mitote
diyor. Zihniniz binlerce kişinin aynı anda konuştuğu ve kimsenin birbirini
anlamadığı bir rüya. İnsan zihninin durumu işte budur: büyük mitote. Bu büyük
mitote yüzünden gerçekte kim olduğunuzu göremiyorsunuz. Hindistan’da buna
mitote maya diyorlar. Bu, illüzyon anlamına geliyor, kişiliğin “ben” sandığı
şey.” (s.33)
“Tüm hayatınız boyunca hiç kimse, kendinize verdiğiniz
zarar kadar size zarar vermedi, sizi sömüremedi. Öz-zararınızın sınırı ölçüsünde
başkalarının size zarar vermesine izin verirsiniz.” (s.35)
“Söz, insan olarak sahip olduğunuz en güçlü araçtır; söz
büyü aracıdır. Ama iki yanı keskin kılıç gibi, sözünüz en güzel rüyayı da
yaratabilir, etrafınızdaki her şeyi de yok edebilir.” (s.41)
“Her insan bir büyücüdür. Sözümüzle bir insana büyü de
yapabiliriz, onu büyüden de kurtarabiliriz. Fikirlerimizle sürekli insanlara
büyü yapıyoruz.” (s.42)
“Dinler günah ve günahkarlardan bahseder. Şimdi günah
sözcüğünün gerçekten ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım. Günah, kendi
doğana karşı yaptığın her şeydir. Günahsız olmak bunun tam zıddıdır. Saflık,
arılık, kendine düşmanca davranmamaktır. Günahsız olmak demek davranışlarının
sorumluluğunu üstlenmek ama kendini yargılamamak ve suçlamamak anlamına gelir.”
(s.44)
“Söz saf büyüdür. Söz biz insanların sahip olduğu en
güçlü armağandır. Ve sözü kendimize karşı kullanıp duruyoruz. Sözle intikam
planı yapıyor. Sözle dünyada karmaşa yaratıyoruz. Sözü ırklar, ülkeler,
insanlar, aileler arasında nefret yaratmak için kullanıyoruz. Sözü o kadar sık
yanlışa, kötüye kullanıyoruz ki, sürekli cehennem rüyasını yaratıp bu rüyada
yaşamaya devam ediyoruz. Sözün kötüye kullanımıyla birbirimizi aşağıya doğru
çekiyor, birbirimizi korku ve şüphe kıskacında hapsediyoruz. Söz büyüdür.
İnsan, sözü kullanma yetisine sahip bir büyücüdür. Sözün gücünü yanlış biçimde
kullanarak sürekli kara büyü yaptığımız söylenebilir. Sözün büyü olduğunun
farkında bile olmaksızın...” (s.46)
“Etrafınızda olan biten hiçbir şeyi kişisel algılamayın.
Daha önce verdiğimiz bir örneği kullanalım. Sizi caddede gördüğümde, sizi
tanımadığım halde, hey sen bir aptalsın, dersem bu sizinle değil, benimle
ilgilidir. Eğer bunu kişisel algılarsanız, aptal olduğunuza bile
inanabilirsiniz. Belki de şöyle düşünürsünüz: O, aptal olduğumu nasıl biliyor?
İçimi mi görüyor, yoksa herkes ne kadar aptal olduğumu görebiliyor mu?
Kişisel algılamak, ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir.
Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin kendimizle ilgili olduğunu varsayarız. Eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğreniriz. Her şeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz. Ben, ben, ben, daima ben!” (s.57)
Kişisel algılamak, ancak söylenen şeye katılmakla mümkündür. Söylenen şeyle anlaşma yaptığınız anda, zehir zihninize yayılır ve cehennem rüyasının tutsağı olursunuz. Sizin bu tuzağa düşmenizin nedeni bireysel önemlilik denilen şeydir.
Bireysel önemlilik ya da kişisel algılamak, bencilliğin en üst düzeydeki ifadesidir. Çünkü her şeyin kendimizle ilgili olduğunu varsayarız. Eğitim sürecimiz içinde, ehlileştirme sürecimiz içinde her şeyi kişisel algılamayı da öğreniriz. Her şeyin merkezinde kendimizin olduğunu düşünürüz. Ben, ben, ben, daima ben!” (s.57)
“Birisi size: “Hey sen çok çirkinsin” dese bile, bunu
kişisel algılamayın. Çünkü gerçek şu ki, bu kişi kendi duygu, düşünce ve
inançlarını ifade ediyor. Bu kişinin size gönderdiği zehri kabul edip etmemek
kişisel algılamayla ilgilidir. Eğer zehri kabul ederseniz, onu size ait
kılarsınız. Kişisel algılamak sizi kara büyücüler için kolay bir av haline getirir.
Kara büyücüler sizi küçücük bir fikirle kolaylıkla avlayabilirlerse, sizi
istedikleri zehirle besleyebilirler. Siz de söylenenleri kişisel algıladığınız
için zehri afiyetle yutarsınız.” (s.58)
“Sizin benimle ilgili düşündüklerinizin, benim için bir
önemi yoktur. Sizin düşüncelerinizi ben kişisel algılamam. İnsanlar bana,
Miguel sen iyisin, dediklerinde de kişisel algılamam, Miguel sen en kötüsün
dediklerinde de kişisel algılamam.
Siz mutluyken bana, Miguel sen bir meleksin, diyeceğinizi
bilirim. Ama bana kızgın olduğunuzda, oh Miguel sen şeytanın tekisin, dersiniz.
Her iki halde de söyledikleriniz beni etkilemez. Çünkü
ben ne olduğumu biliyorum. Kabul görmek, onaylanmak gibi bir ihtiyacım yok.
Birisinin bana kim ve ne olduğumu söylemesine ihtiyaç duymuyorum.
Hayır, hiçbir şeyi kişisel algılamıyorum. Sizin bakış
açınız, sizin dünyanızı yansıtır. Siz kendinizle uğraşırsınız, benimle değil.
İnanç sisteminiz doğrultusunda oluşturduğunuz fikirleriniz, daima kendinizle
ilgilidir, benimle değil.
Bana, “Miguel söylediklerin beni incitiyor” da
diyebilirsiniz. Ama sizi inciten benim söylediklerim değildir. Söylediklerim
sizin yaralarınıza dokunduğu için incinirsiniz. Sizi inciten sizsiniz.” (s.59)
“İnsanlar ne yaparsa, ne söylerse, ne düşünürse düşünsün
kişisel algılamayın. Sizin ne kadar harika biri olduğunuzu söyleseler bile,
bunu sizin yüzünüzden söylemiyorlar. Sizin harika olduğunuzu kendinizin bilmesi
önemli. Size harika olduğunuzu söyleyen insanlara inanmaya ihtiyacınız yok.
Hiçbir şeyi kişisel algılamayın. Birisi başınıza silahı dayayıp tetiği çekse
bile, yine de kişisel değildir, bu uç boyutta bile.” (s.60)
“Zihin kendisiyle konuşabilir ve kendisini dinleyebilir.
Zihnin de bedeniniz gibi bölümleri vardır. Tıpkı bir elinizle diğer elinizi
tutup onu hissedebildiğiniz gibi zihin de kendi kendisiyle konuşabilir. Zihnin
bir kısmı konuşur, diğer kısmı dinler. Ama zihninizin binlerce parçası aynı
anda konuşmaya başladığında büyük problem yaşanır.” (s.61)
“İnsanların size doğruyu söyleyeceklerini beklemeyin çünkü
onlar kendilerine de yalan söylüyor.” (s.63)
“Kendinize doğruları söyleyebilmek, sizin boş yere
duygusal acı çekmenizi engeller. Kendinize gerçeği itiraf edebilmek size acı
verebilir ama bu acıyla özdeşleşmeye ihtiyaç duymazsınız. Gerçeği kabul etmek iyileşmenin
başlangıcıdır ve bir süre içinde her şey daha iyiye doğru düzelecektir.” (s.63)
“Hiçbir şeyi kişisel algılamamayı bir alışkanlık haline
getirdiğinizde yaşamınızda birçok acıdan kaçmanız da mümkün olur.
Kızgınlığınız, kıskançlığınız, fesat duygularınız yok olur. Kişisel
algılamadığınızda üzüntüleriniz bile kaybolur.” (s.64)
“Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe
kavuşursunuz. Kara büyücülere karşı bağışıklık kazanırsınız. Ne kadar güçlü
olursa olsun hiçbir büyü üzerinizde etki yapamaz. Tüm dünya hakkınızda dedikodu
yapsa bile, kişisel algılamadığınız zaman bundan etkilenmezsiniz.” (s.64)
“İnsan zihninin çalışması ilginçtir. Kendimizi güvende
hissedebilmek için her şeye bir anlam vermeye, açıklamaya, her şeyi anlamaya
çalışmaya ve anladığımızın doğru olduğu konusunda haklı çıkmaya ihtiyaç
duyarız.” (s.71)
“Hoşlandığınız bir kişiyle ilişkiye girdiğinizde
genellikle bu kişiden neden hoşlandığınız konusunda gerekçeler bulmaya
çalışırsınız. Sadece görmek istediğinizi görür ve o kişiyle ilgili
hoşlanmadığınız şeyleri yadsırsınız. Haklı olmak için kendinize yalan
söylersiniz. Sonra da varsayımlarda bulunursunuz. Bu varsayımlardan biri şudur:
Sevgimle bu kişiyi değiştirebilirim. Ama bu doğru değildir. Sevginiz hiç
kimseyi değiştiremez. Eğer birisi değişiyorsa değişmeyi seçtiği içindir, sizin
onu değiştirebilme gücünüzden değil.
Bir süre sonra ikinizin arasında bir şey olur ve
incinirsiniz. Birdenbire daha önce görmek istemediğiniz şeyleri görmeye
başlarsınız. Üstelik şimdi duygusal zehriniz gördüğünüz şeyi devasa boyutlara
getirmiştir. Şimdi de duygusal acınızın nedeni olarak o kişiyi suçlarsınız.”
(s.73)
“Varsayımsız bir iletişim açık ve nettir, duygusal
zehirden arınmıştır. Varsayımsız bir iletişim özenli bir iletişimdir. Açık bir
iletişimle tüm ilişkileriniz değişecektir. Bu durumda her şey açık ve net
olduğu için varsayımda bulunma ihtiyacını da duymayacaksınız.
Eğer tüm insanlar bu şekilde iletişim kurabilselerdi
yanlış anlaşılma, savaş ve şiddet de ortadan kalkardı. Sadece açık ve net bir
iletişimle tüm insani sorunlar çözüme ulaşırdı.” (s.74)
“Acısını aşmak isteyen bir adam, kendisine yardım etmesi
için Budist tapınağındaki bir ustaya gider. Ama ustaya sorar: Usta, eğer günde
dört saat meditasyon yaparsam, yüksek bilince ulaşmam ne kadar sürer?
Usta adama bakar ve yanıt verir: Eğer günde dört saat
meditasyon yaparsan, belki on yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.
Bundan daha iyi yapabileceğini düşünen adam yine
sorar:Usta peki günde sekiz saat meditasyon yaparsam yüksek bilince ulaşmam ne
kadar zaman alır?
Usta adama bakar ve yanıt verir:Eğer günde sekiz saat
meditasyon yaparsan, belki yirmi yılda yüksek bilince ulaşabilirsin.
Adam şaşırır ve sorar: Ama daha çok meditasyon
yaptığımda, neden daha uzun zaman alır?
Usta tebessüm eder: Sen bu dünyaya hazzı ve yaşamı feda
etmek için gelmedin. Yaşamak, mutlu olmak ve sevmek için buradasın. Eğer iki
saatlik bir meditasyonda yapabileceğinin en iyisini yapabildiğin halde, sekiz
saat meditasyon yapmaya kalkarsan yorgun düşersin, amacından saparsın ve
yaşamdan haz alamazsın. Yapabildiğinin en iyisini yap. O zaman meditasyonun
süresinin değil, yaşamanın, sevmenin ve mutlu olmanın önemli olduğunu
anlarsın.” (s.81)
“Yaşam sizden neyi alıyorsa bırakın gitsin. Aktif bir
teslimiyet duygusu içerisinde geçmişi bıraktığınızda anda dolu dolu, canlı
olmanıza izin verirsiniz. Geçmişi bırakmak demek, şu andaki rüyanızdan haz alabilmeniz demektir.” (s.84)
“Toltek bakış açısına göre ehlileştirilmiş tüm insanlar
hastadır. Çünkü bu insanların zihnini ve beyinlerini ele geçiren parazit onları
hasta yapar. Parazit, korkudan kaynaklanan negatif duygularla beslenir.” (s.97)
“Tıpkı cehennem gibi cennet de zihnimizdedir. Cennet haz
duyduğumuz, sevmekte özgür olduğumuz ve kendimiz olduğumuz bilinç boyutudur.
Yaşarken cennete ulaşabiliriz. Ölmeyi beklememiz
gerekmiyor. Tanrı daima anda yaşar ve cennet her yerdedir. Cenneti görebilmek
için önce, gerçeği gören ve duyan gözlere ve kulaklara sahip olmamız gerekiyor.
Gözlerin ve kulakların açılması için parazitten özgürleşmemiz gerekiyor.
Parazit, bin başlı canavara benzetilebilir. Her baş
korkularımızdan biridir. Özgürleşmek için canavarı yok etmemiz gerekiyor.
Bunun birinci yolu parazitin başlarına tek tek
saldırmaktır. Bu, korkularımızla teker teker yüzleşmek anlamına gelir. Yüzleştiğimiz
her korku bizi biraz daha özgürleştirir.
İkinci yol ise paraziti beslemeye son vermektir. Parazite
hiç gıda vermezsek onu açlıktan ölmeye mahkum ederiz.” (s.99)
“Her gün, gün boyunca kullanacağımız zihinsel, duygusal
ve fiziksel enerjiyle uyanırız. Eğer duygularımızın enerjimizi tüketmesine izin
verirsek, yaşamımızı değiştirecek ya da başkalarıyla paylaşacak enerjimiz
kalmaz.” (s.105)
“Özgür bir insan olmanın başlangıcıdır: affetmek.
Birisini affettiğinizi nasıl anlarsınız? O kişiyi gördüğünüz zaman artık
duygusal reaksiyon göstermediğinizde. O kişinin ismini duyduğunuzda duygusal
tepki vermediğinizde. Birisi yaralı yerinize dokunduğunda acı
hissetmediğinizde. Çünkü artık yara iyileşmiştir. İşte o zaman gerçekten
affetmiş olduğunuzu bilirsiniz.” (s.106)
“Çoğu insanın sorunu duygularının kontrolünü
yitirmesidir. Duygular insanın davranışlarını yönettiğinde, insan duygularını
yönetemez hale gelir. Kontrolümüzü yitirdiğimizde, söylemek istemediğimiz
şeyleri söyleriz, yapmak istemediğimiz şeyleri yaparız. Duygularımızı yönetmeyi
öğrendiğimizde, bireysel gücümüz artar. Bu güçle, korku temelli anlaşmalarımızı
değiştirebilir, cehennemden kaçıp kendi bireysel cennetimizi yaratabiliriz.”
(s.107)
“Bir savaşçıyla bir kurban arasındaki fark, kurban duygularını
bastırır, savaşçı duygularını denetler. Kurban duygularını bastırır çünkü
duygularını göstermekten, söylemek istediğini söylemekten korkar. Savaşçı
duygularını denetler ve onları doğru zamanda ifade eder. Ne daha önce ne daha
sonra. Bu nedenle savaşçılar sözlerinde özenlidir. Duygularını ve
davranışlarını yönetmek konusunda tam bir kontrole sahiptir.” (s.107)