“Bu, genelde insanların orta yaşlarında hiç bilmedikleri,
ancak çok genç veya çok yaşlı insanların yaşadığı o köpek gibi sadık ve
talepsiz aşklardandı. Bu, düşüncelere yer vermeyen, sadece hayallerle yaşayan
sakınmasız bir aşktı.” (s.2)
“Ne var ki hakikat, bütün düşlerden daha güçlü ve daha
sağlamdı.” (s.3)
“Erika, ürkekliğin verdiği karanlık duygular ve
yalnızlığından kaynaklanan çekingenlikle, daha ilk gençlik yıllarından beri,
nesneleri soğuk ve cansız şeyler olarak değil de, onlara kulak verenlere
gizlerini ve sevecenliklerini açan sessiz dostlar olarak görmeyi öğrenmişti.
Resimler ve kitaplar, manzaralar ve müzik parçaları onunla konuşurlardı, cansız
eşyalarda renkli hakikatler görme eğiliminde olan, çocukluğun şairane
hazinesini yitirmeyen o kızla konuşurlardı. Ve aşk gelinceye değin bunlar
Erika’nın tek başına yaşadığı şölenler olmuştu.” (s.16)
“Ondaki binlerce inceliği seviyordu; her güzellik
karşısında elinde olmadan bir nabız gibi atan, ama hazzın arı içtenliğini
bozmamak için kendini yine de yabancı gözlerden saklamaya çalışan duyarlılığın
o sade gücünü seviyordu.” (s.19)
“Uzun, çok uzun günler sonra Erika, artık kabuk tutmaya
başlayan bütün o keskin yaralarıyla aşkını düşündüğü zamanlar bazen
dudaklarında bir gülümsemeye izin verme cesaretini gösterir olmuştu. Çünkü
derin bir acının, yeraltında huzursuz bir suskunlukla taşların arasında köpüren
ve kapalı kapılara karşı aciz bir öfkeyle çarpıp duran karanlık bir akarsuyu
gibi olduğunu henüz bilmiyordu. Ama akarsu bir yerde duvarı aşar ve dizginsiz
bir coşkuyla gücünü saçıp önüne geleni yıkarak, her şeyden habersiz neşeli bir
güvenle yayılan çiçek açmış vadiye akın eder.” (s.43)
“Bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler, kavuşmanın acı
verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda sadece
beklentinin kutsal ürpertisi vardır.” (s.58)
“Ne var ki her insanın yüreğinde, iyiyle kötü arasında,
tenle ruh arasında gidip gelen son derece kaçak yollar vardır.” (s.113)
“Bir yüreği derinden sarsmak için, kader her zaman sıkı
bir hazırlığa ve şiddetli bir darbe indirmeye gereksinim duymaz; onun dizginsiz
biçim verme arzusunu asıl kışkırtan, sudan bir sebeple yıkım yaratmaktır. Biz
insanlar, bu ilk hafif dokunuşa kendi kısıtlı lisanımızla sebep deriz ve
önemsiz bir sebebi çoğu kez şaşkınlık içinde, yol açtığı muazzam sonuçlarla
karşılaştırırız; fakat bir hastalığın teşhisin konmasından çok önce başlaması
gibi, bir insanın kaderi de aynı şekilde, olaylar belirginleşip görülür hale
gelmeden önce işlemeye başlar. Kader her zaman, bir insanın bedenine dıştan
dokunmadan çok önce zihninde de, bedeninde de, içten içe yönetimi ele almış
olur. Kendinde olup biteni fark etmek demek, artık kendini savunmaya geçmek
demektir ve çoğunlukla boşa bir çabadır bu.” (s.131)
“Yaşadığımız anların haddi, hesabı yoktur, ama yine de
bütün iç dünyamızı altsüt eden, her zaman tek bir saniye, tek bir an olur ya,
işte o an (Stendhal bunu betimlemiştir), daha önce bütün özsuları içine çekmiş
olan çiçeğin şimşek çakar gibi kristalleştiği andır – bu an yaratılış anına
benzeyen ve aynı onun gibi, insanın kendi hayatının sıcak rahminde sakladığı,
görünmez, dokunulmaz, sezilmez, sadece yaşanabilen bir sırdır. Bu sır, insan
zihninin hiçbir bilgisiyle hesaplanamaz, sezginin hiçbir büyüsü onu çözemez,
ancak çok ender olarak duyguyla yakalanabilir.” (s.168)
“Tüm dünyevi hazları sözcüklerin ruhunda hissetme
isteği.” (s.186)
“Sadece ciddiyet değil delikanlı. Öncelikle tutku
gerekli. Tutku yoksa, en iyi ihtimalle bir eğitimci olursun, insan her şeye
içten gelen bir duyguyla, her zaman ama her zaman tutkuyla yaklaşmalı.” S.191)
“Kendisi zaten bir güzellik olan gençliğin
güzelleştirmeye ihtiyacı yoktur: İçindeki gücün aşırı canlılığı onu trajik
olana sürükler ve hüznün henüz deneyimsiz olan kanına ağır ağır karışmasına
isteyerek izin verir. İşte, gençliğin her türlü tehlikeye hazır olmasının ve
ruhun tüm acılarına kardeşçe elini uzatmasının nedeni de budur.” (s.202)