“Soren Kierkegaard’ın bir sözünü hatırlattı. Diyor ki, “Seçimler
yoğun bir özgürlük anında yapılır” ve buna çok güzel bir ad vermiş, “kader
sıçraması”. Seçim ile karar arasında fark olduğunu düşünüyorum; karar farklı
bir olgu. Yani biz bir şeye karar verdiğimizi söylüyoruz. Özellikle hayatımızın
önemli konularında. Ama aslında karar bilinç dışında verilmekte ve biz onun
farkında olmuyoruz; bilince ulaştığı ânı karar ânı zannediyoruz.” (s.25)
“Goethe, “Yolculuğu bir yere varmak için değil, yolda
olmak için severim” diyor.” (s.30)
“Engin Geçtan tek başına, yaşamın ısmarlanamazlığını
anlatarak Milan Kundera’ya atıfla, “Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz”
diyor. Iching felsefesinin, “Ölüm, bir hayatın başına konulan taçtır” görüşünü “Ama,
hakkını vererek yaşanmış olan hayatın” diye pekiştiriyor.” (s.45)
“Çoğumuz, özellikle geleceği ipotek altına alarak yaşamımızı
denetleme eğilimindeyiz. Bilinmeyenden hepimiz biraz korkuyoruz fakat, bizim
için iyi olmadığı halde, alıştığımız için sürdürdüğümüz bazı şeyler de bize
hasar verebiliyor. Yaşam bir rastlantılar dizisi; bu sözü burada bırakırsam
kadercilik olur ama aslolan, bu rastlantılarla bizim ne yapıp ne yapmadığımız. İnsan
bir yaşa geldiği zaman, şöyle bir geriye dönüp bakma eğiliminde oluyor.” (s.45)
“Kimsen, o olmayı göze al.” Andre Gide’in Dar Kapı Kitabından
(s.72)
“İncinince kızgınlık tepkisi veriliyor; kızgınlık tepkisi
verilince de karşımızdaki insanın vicdanını ondan almış oluyoruz. Yani, biz de
onu suçlayınca o kendi vicdanında kurtulmuş oluyor. Oysa, sadece susmak bile
yeterli olabilir.” (s.87)
“Kişi “kendi zamanını yaşarken” başkalarıyla birlikteyse
uyum sağlanabilir mi sorusuna Geçtan, Otto
Rank’tan alıntıyla yanıt veriyor: Sevmek, öteki insanın seçimini de
sevebilmektir.” (s.103)
-Yani hayat önde siz arkada koşuyorsunuz.” (s.104)
O.T.: Neden?
E.G.: O korku aşıldığı ve özgürce ifade aşamasına gelindiği zaman insanların yüzleri güzelleşiyor çünkü ifade kazanıyorlar.
T.O.: Hepimiz maskesiz daha güzeliz değil mi?” (s.117)
“Gitmek, kalmak gibi bir eylem sanki. Kalmanın da bir
eylem olduğunu düşünüyorum, yani statik ve kinetik enerji gibi görüyorum ikisini.”
(s.145)
“Jules et Jim (Unutulmayan Sevgili) filminden bir cümleyi
aktarmam gerekti, “Yaşam, bir ayrılıklar dizisidir.” Şimdi ayrılık ve birleşme,
tekrar ayrılık, tekrar birleşme; yaşamın özü bu birçok insan ayrılıktan çok
korkuyor ki bu aslında yaşama korkusu. Birçok insan da beraberlikten çok
korkuyor; bu da ölüm korkusu. Hangisi bizi nereye götürüyor diye bakınca, ölüm
korkusunun bazen ölçüsüz bireyleşmelere kadar gidebildiği görülüyor.” (s.147)
T.O.: Ne demek gönül fakirliği?
E.G.: Karşı tarafı hissetmeye çalışmamak.” (s.176)
“İlişkide sevgi ihtiyaçtan daha önde gitmelidir.” (s.187)
“Aşk da hatta bütün dostluklar da dahil, hepsi birer
süreç. Süreçleri bıçakla keser gibi kesemezsiniz. Bir doruğa erişirler, ondan
sonra kimi sürer kimi inişe geçer ve sonunda tükenir. Şimdi benim daha genç
kuşaklarda gözlemlediğim, o inişe geçmeye başladığı anda bitiriliyor ve bir
sonrakine geçilmek isteniyor olması. Bu defa da hakikaten tükenmemiş ilişkiler
halinde kalıyor, bunların bedeli ileri yaşlarda ödenecek diye düşünüyorum.”
(s.189)
“Sartre, bir tren istasyonunda nereye gideceğine karar
veremeyip günlerce bekleyen bir yolcudan bahseder. “Varolamıyor bu insan” diye bir
sonuca varır hikâyede ama hangisindeydi şimdi hatırlamıyorum.” (s.208)
T.O.: Ayrılmalar ve birleşmeler şeklinde.
E.G.: İnsanlar, temel güven duygusunda yetersizlikler yaşadıkları zaman, beraberliklerini bürokrasideki tanımla demirbaş eşyaya dönüştürme eğilimde oluyorlar. Böyle bir beraberliğin içinde de, ayrılıklar birliktelikler olmasına fırsat vermiyorlar. İki insanın beraberliğinde önemli olan, zaman zaman ayrı olup kendi yaşadıklarının getirdiği zenginlikleri ilişkiye katabilmektir. Sürekli yapışık düzen halinde yaşandığı zaman böyle bir zenginleşme söz konusu olamayacağı için, çoğu zaman bu aşırı bağımlılık şekline dönüşen ilişkiler de inişe geçmeye başlayabiliyor maalesef.
“Ben de tabii insanın ilişki içinde varolabilen bir varlık olduğunu düşünüyorum ve topluluk içinde olmanın muhakkak ki kendine göre savaşları var. Ama biz başka neyle beslenebiliriz ki birbirimizden başka?” (s.295)