28 Kas 2020

Carl Gustav Jung - Feminen

“Dinin ruha atfettiği kişisel ölümsüzlüğün özelliği, bilim için bağımsızlık fikrinin içinde zaten bulunan psikolojik bir damgadan başka bir şey değildir.” (s.14)

“Esasen tarihsel faktör sadece kadınsı arketipe değil, her çeşit arketipe, örneğin zihinsel veya fiziksel her tür kalıtımsal birime eklemlenir. Aslında yaşamımız her zamanki gibidir. Sözcüğün tam anlamıyla, hiçbir şekilde geçici değildir; çünkü yüz binlerce yıldır insanı etkileyen aynı fizyolojik ve psikolojik süreçler hâlâ devam etmekte ve yaşamın ebediliğine dair bu şiddetli önseziyi yüreklerimizin derinlerine işlemektedir. Fakat bütün canlı organizmamızı kuşatan, kapsayıcı bir terim olarak kendilik, yalnızca bütün geçmiş yaşamın deposunu ve tamamını içermekle kalmayıp, aynı zamanda bir başlangıç noktası ve gelecekteki bütün yaşamın fışkırdığı verimli bir topraktır. Tıpkı tarihsel boyut gibi gelecek önsezisi de en derin duygularımıza işlemiştir. Ölümsüzlük fikri işte bu psikolojik öncüllerden kaynaklanmaktadır.” (s.15)

“Persona, bireysel bilinçle toplum arasında mevcut olan karmaşık bir ilişkiler sistemi; bir yandan da başkaları üzerinde belli bir izlenim yaratmak, diğer yandan da bireyin gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmış bir tür maskedir. Personasıyla artık kendini tanımayacak kadar fazla özdeşleşen kişilerde ikinci işlev gereksiz hale gelir; birinci işlev ise ancak çevresindekilerin gerçek doğasını hiç tanımayan kişiler için gereksizdir.” (s.16)

“Kolektif olarak uyumlu bir persona oluşturmak demek; dış dünyaya müthiş bir taviz vermek, beni doğrudan persona ile özdeşleştirecek bir özveride bulunmak demektir. Öyle ki, bazı insanlar gerçekten de kılığına girdikleri şey olduklarına inanırlar. Ancak böyle bir tutumun “ruhsuzca olduğu” aşikardır, çünkü bilinçdışı çekim merkezinin bu şekilde kaymasını hiçbir şekilde hoş görmez.” (s.17)

“Toplumsal rolle özdeşleşme durumları oldukça verimli bir nevroz kaynağıdır. Hiç kimse bedelini ödemeden, kendinden kurtulup yapay bir kişiliğe bürünemez. Böyle bir şeye kalkmak bile, bütün olağan vakalarda, kötü ruh hali, duygu boşalması, fobiler, takıntılı fikirler, kötü yola sapmalar, ahlaki bozukluklar, vb. gibi bilinçdışı tepkiler doğurur.” (s.18)

“Kişi dünya tarafından ne kadar maskesiyle özdeşleşmeye davet edilirse, içindeki etkilere de o kadar açık hale gelir. Lao-tzu, yüksek ve alçak birbirine ihtiyaç duyar der. Karşıt olan, içeriden dışarı çıkmaya çalışır; bilinçdışı “ben”i, “ben”i personanın içine çeken tam da aynı güçle bastırmış gibidir.” (s.18)

“Korkan kişi, bağımlı olur; zayıf şey desteğe ihtiyaç duyar. İlkel aklın, derin psikolojik gereklilikten dolayı dini eğitime ihtiyaç duymasının ve bunu büyücü veya rahipte somutlaştırmasının nedeni budur.” (s.28)

“En derin ruhsal yaşamımızda dahi, dünyaya açılan kapıları ve pencereleri bulunan bir tür ev içinde yaşadığımız, ancak bu dünyanın nesne veya içeriklerinin bize göre hareket etmesine karşın bize ait olmadıkları düşüncesine kendimizi alıştırmamız gerekmektedir.” (s.30)

“Yaşanmamış yaşam, sakin fakat merhametsizce çalışan, yıkıcı ve karşı konulmaz bir güçtür.” (s.46)

“Kadınlar, erkeklerden çok daha psikolojiktir. Erkek şeylerin kendisiyle ilgilenir, onların etrafını saran duygular ve fantezilerle değil. Kadın için ise bir şeyin kendisini öğrenmektense, erkeğin bir şeyle ilgili nasıl hissettiğini öğrenmek daha önemlidir. Doğal olarak psikolojinin en doğrudan örneği kadındır ve en zengin içeriği yine o sağlar.” (s.50)

“Biz, gücümüz dahilinde bağımsızız, istisnayız ve kendi kaderimizin efendisiyiz. Zayıflığımız dahilinde bağımlıyız ve kısıtlıyız, bu zayıflığımızla kaderin araçları oluruz, çünkü burada önemli olan bireyin iradesi değil, türlerin iradesidir.” (s.53)

“Sevgi daima bir problemdir, yaşımız ne olursa olsun. Çocuklukta ebeveynlerin sevgisi bir problemdir, ihtiyar bir adam içinse problem, sevgiden çıkardığı anlamdır. Sevgi, bir kader gücüdür, öyle ki bu gücün enerjisi cennetten cehenneme uzanır. İçerdiği problemlerin bir şekilde hakkını vererek, sevgiyi anlayabileceğimizi düşünüyorum.” (s.81)

“Sevgi, her genel kıstas ve kuralın geçerliliğini kaybetmesi anlamına gelir, aynı dinsel inançlardaki gibi, tarih içerisinde sürekli olarak sistemleştirilse de özü itibarıyla hiçbir geleneksel kurala boyun eğmeyen bireysel bir deneyimdir.” (s.81)

“Bildiğimiz gibi karmaşa sadece sonuna kadar yaşanmışsa gerçekten üstesinden gelinebilir. Diğer bir deyişle daha öteye ulaşabilmek için karmaşalarımızdan dolayı mesafe koyduğumuz şeyleri kendimize çekip onları posası çıkana kadar içmek zorundayız.” (s.140)

“Rahatsız edici yanılsamalar, hayal kırıklıkları, kızgınlıklar, bunların hepsi bir kereliğine bile doğrudan bakmayı kabul edemediğinden dolayıdır. Gerçeklik karşısında sadece bilinçdışı ve tepkisel davranışından ötürü aslında en sert karşı koyduğu şey tarafından yaşamına hükmedilmiştir. Fakat yüzünü başka yöne çevirse dünyayı tabiri caizse ilk kez olgunluk ışığında ve gençlik hatta bazen çocukluğun büyüleyici harikaları ve tüm renkleriyle dolu görecektir. Bu, hakikatin keşfini ve bilgiyi sağlayan ufuktur, bilinç için zaruri önkoşuldur.” (s.140)

“Bu dünya herhangi bir kaideye sıkıştırılamayan tam bir deneyim dünyasıdır, ancak bunu sadece bilenlere hissettirir.” (s.148)

“Her annenin kendisinde kız çocuğunu, her kız çocuğunun da annesini içerdiğini ve her kadının geçmişinin annesine, geleceğinin de kız çocuğuna uzandığını söyleyebiliriz. Bu pay alma ve karışım, zaman konusunda özgün bir belirsizliğe yol açar: Bir kadın anne olarak daha öncesini, kız çocuk olarak da sonrasını yaşar.” (s.161)

“Aşkın dili şaşırtıcı derecede tek düzedir, bağlanma ve sadakatle yıpranmış izahlar kullanır, böylece partnerler bir kez daha kendilerini sıradan kolektif durumda bulurlar. Yine de birbirleriyle en bireysel biçimde ilgili oldukları yanılsamanın içerisinde yaşarlar.” (s.187)