“Dinin ruha atfettiği kişisel ölümsüzlüğün özelliği,
bilim için bağımsızlık fikrinin içinde zaten bulunan psikolojik bir damgadan
başka bir şey değildir.” (s.14)
“Esasen tarihsel faktör sadece kadınsı arketipe değil,
her çeşit arketipe, örneğin zihinsel veya fiziksel her tür kalıtımsal birime
eklemlenir. Aslında yaşamımız her zamanki gibidir. Sözcüğün tam anlamıyla,
hiçbir şekilde geçici değildir; çünkü yüz binlerce yıldır insanı etkileyen aynı
fizyolojik ve psikolojik süreçler hâlâ devam etmekte ve yaşamın ebediliğine
dair bu şiddetli önseziyi yüreklerimizin derinlerine işlemektedir. Fakat bütün
canlı organizmamızı kuşatan, kapsayıcı bir terim olarak kendilik, yalnızca
bütün geçmiş yaşamın deposunu ve tamamını içermekle kalmayıp, aynı zamanda bir
başlangıç noktası ve gelecekteki bütün yaşamın fışkırdığı verimli bir
topraktır. Tıpkı tarihsel boyut gibi gelecek önsezisi de en derin duygularımıza
işlemiştir. Ölümsüzlük fikri işte bu psikolojik öncüllerden kaynaklanmaktadır.”
(s.15)
“Persona, bireysel bilinçle toplum arasında mevcut olan
karmaşık bir ilişkiler sistemi; bir yandan da başkaları üzerinde belli bir
izlenim yaratmak, diğer yandan da bireyin gerçek doğasını gizlemek için
tasarlanmış bir tür maskedir. Personasıyla artık kendini tanımayacak kadar
fazla özdeşleşen kişilerde ikinci işlev gereksiz hale gelir; birinci işlev ise
ancak çevresindekilerin gerçek doğasını hiç tanımayan kişiler için
gereksizdir.” (s.16)
“Kolektif olarak uyumlu bir persona oluşturmak demek; dış
dünyaya müthiş bir taviz vermek, beni doğrudan persona ile özdeşleştirecek bir
özveride bulunmak demektir. Öyle ki, bazı insanlar gerçekten de kılığına girdikleri
şey olduklarına inanırlar. Ancak böyle bir tutumun “ruhsuzca olduğu” aşikardır,
çünkü bilinçdışı çekim merkezinin bu şekilde kaymasını hiçbir şekilde hoş
görmez.” (s.17)
“Toplumsal rolle özdeşleşme durumları oldukça verimli bir
nevroz kaynağıdır. Hiç kimse bedelini ödemeden, kendinden kurtulup yapay bir
kişiliğe bürünemez. Böyle bir şeye kalkmak bile, bütün olağan vakalarda, kötü
ruh hali, duygu boşalması, fobiler, takıntılı fikirler, kötü yola sapmalar,
ahlaki bozukluklar, vb. gibi bilinçdışı tepkiler doğurur.” (s.18)
“Kişi dünya tarafından ne kadar maskesiyle özdeşleşmeye
davet edilirse, içindeki etkilere de o kadar açık hale gelir. Lao-tzu, yüksek
ve alçak birbirine ihtiyaç duyar der. Karşıt olan, içeriden dışarı çıkmaya
çalışır; bilinçdışı “ben”i, “ben”i personanın içine çeken tam da aynı güçle
bastırmış gibidir.” (s.18)
“Korkan kişi, bağımlı olur; zayıf şey desteğe ihtiyaç
duyar. İlkel aklın, derin psikolojik gereklilikten dolayı dini eğitime ihtiyaç
duymasının ve bunu büyücü veya rahipte somutlaştırmasının nedeni budur.” (s.28)
“En derin ruhsal yaşamımızda dahi, dünyaya açılan
kapıları ve pencereleri bulunan bir tür ev içinde yaşadığımız, ancak bu
dünyanın nesne veya içeriklerinin bize göre hareket etmesine karşın bize ait
olmadıkları düşüncesine kendimizi alıştırmamız gerekmektedir.” (s.30)
“Yaşanmamış yaşam, sakin fakat merhametsizce çalışan,
yıkıcı ve karşı konulmaz bir güçtür.” (s.46)
“Kadınlar, erkeklerden çok daha psikolojiktir. Erkek
şeylerin kendisiyle ilgilenir, onların etrafını saran duygular ve fantezilerle
değil. Kadın için ise bir şeyin kendisini öğrenmektense, erkeğin bir şeyle
ilgili nasıl hissettiğini öğrenmek daha önemlidir. Doğal olarak psikolojinin en
doğrudan örneği kadındır ve en zengin içeriği yine o sağlar.” (s.50)
“Biz, gücümüz dahilinde bağımsızız, istisnayız ve kendi
kaderimizin efendisiyiz. Zayıflığımız dahilinde bağımlıyız ve kısıtlıyız, bu
zayıflığımızla kaderin araçları oluruz, çünkü burada önemli olan bireyin
iradesi değil, türlerin iradesidir.” (s.53)
“Sevgi daima bir problemdir, yaşımız ne olursa olsun.
Çocuklukta ebeveynlerin sevgisi bir problemdir, ihtiyar bir adam içinse problem,
sevgiden çıkardığı anlamdır. Sevgi, bir kader gücüdür, öyle ki bu gücün
enerjisi cennetten cehenneme uzanır. İçerdiği problemlerin bir şekilde hakkını
vererek, sevgiyi anlayabileceğimizi düşünüyorum.” (s.81)
“Sevgi, her genel kıstas ve kuralın geçerliliğini
kaybetmesi anlamına gelir, aynı dinsel inançlardaki gibi, tarih içerisinde
sürekli olarak sistemleştirilse de özü itibarıyla hiçbir geleneksel kurala
boyun eğmeyen bireysel bir deneyimdir.” (s.81)
“Bildiğimiz gibi karmaşa sadece sonuna kadar yaşanmışsa
gerçekten üstesinden gelinebilir. Diğer bir deyişle daha öteye ulaşabilmek için
karmaşalarımızdan dolayı mesafe koyduğumuz şeyleri kendimize çekip onları
posası çıkana kadar içmek zorundayız.” (s.140)
“Rahatsız edici yanılsamalar, hayal kırıklıkları,
kızgınlıklar, bunların hepsi bir kereliğine bile doğrudan bakmayı kabul
edemediğinden dolayıdır. Gerçeklik karşısında sadece bilinçdışı ve tepkisel
davranışından ötürü aslında en sert karşı koyduğu şey tarafından yaşamına
hükmedilmiştir. Fakat yüzünü başka yöne çevirse dünyayı tabiri caizse ilk kez
olgunluk ışığında ve gençlik hatta bazen çocukluğun büyüleyici harikaları ve
tüm renkleriyle dolu görecektir. Bu, hakikatin keşfini ve bilgiyi sağlayan
ufuktur, bilinç için zaruri önkoşuldur.” (s.140)
“Her annenin kendisinde kız çocuğunu, her kız çocuğunun
da annesini içerdiğini ve her kadının geçmişinin annesine, geleceğinin de kız
çocuğuna uzandığını söyleyebiliriz. Bu pay alma ve karışım, zaman konusunda
özgün bir belirsizliğe yol açar: Bir kadın anne olarak daha öncesini, kız çocuk
olarak da sonrasını yaşar.” (s.161)
“Aşkın dili şaşırtıcı derecede tek düzedir, bağlanma ve sadakatle yıpranmış izahlar kullanır, böylece partnerler bir kez daha kendilerini sıradan kolektif durumda bulurlar. Yine de birbirleriyle en bireysel biçimde ilgili oldukları yanılsamanın içerisinde yaşarlar.” (s.187)