“Sigmund Freud, insanlığın daha da aydınlanmasını
sağlamıştır. Şuna dikkat çekmek isterim; daha mutlu olmaktan değil daha da
aydınlanmaktan bahsediyorum. Freud bir neslin dünya görüşünü derinleştirmiştir:
Güzelleştirmiştir demiyorum, derinleştirmiştir diyorum. Çünkü radikal
değişimler insanı asla mutlu etmez, yalnızca bir sonuca ulaştırır. Keza
insanlığın ebediyen var olacak çocuk yüreğini daha da yeni sakinleştirici
düşler eşliğinde beşiğinde sallamak, bilimin görevleri arasında sayılmıyor
zaten.” (s.31)
“Tüm kararlarında, bilinçdışı arzusunu hesaplarına dahil
etmeyen kişi kendi kendini yanıltmış olacaktır, çünkü özdeki potansiyelin esas
tetikleyicisini hesabın dışında tutmuştur. Örneğin, bir buzdağıyla çarpışmanın
yaratacağı etkiyi sadece suyun yüzeyinde görünen kısmından yola çıkarak tahmin
etmek (zira asıl güç yüzeyin altında gizli kalır) ne kadar yanlışsa, gün gibi
aydınlık düşüncelerimizin ve fark edilir enerjilerimizin hissiyatımızı ve
eylemlerimizi tek başına belirlediklerine inanan kişi de ancak kendini aldatır.
Tüm yaşamımız, ussal etki alanı içinde özgürce akmıyor, aksine bilinçaltının
aralıksız baskısı her daim üzerimizde. Bilinçdışı dünya, görünürde unutulmuş
olan geçmişi, her an dalga dalga içinde bulunduğumuz âna savuruyor. Bilinç
dünyamız inandığımız gibi olağanüstü bir
ölçüyle uyanık iradenin ve planlar kuran aklın elinde değil, kararlar
göremediğimiz o karanlık bulutun içinden çakıyor asıl ve kaderimizin yönünü
değiştiren o ani sarsıntılar, içgüdü dünyasının derinliklerinden geliyor.”
(s.73)
“Etik veya medeniyet algımız, içgüdülerin barbarca
tutkularına aralıksız olarak karşı koymak zorundadır. Böylece tüm ruhsal
yaşamımız, bilinçli ve bilinçsiz arzularla iradeyle gerçekleşen eylemler ve
içgüdülerimizin sorumsuzluğu arasında durmaksızın süren tutkulu bir savaş
meydanına dönüşür. Bu muhteşem olay ilk kez Freud tarafından doğrulanmıştır.”
(s.74)
“Bir Çin atasözü der ki: “Yüreğin derinliklerine kadar
birikmiş olan, kendini rüyada aksırarak boşaltır.” Bu sayede uykudan sonra
yenilenen beden kendi içinde, taşmak üzere olan bir ruh yerine arınmış ve
özgürce nefes alan bir ruh bulur.” (s.98)
“İnsanlığın ruhu, kendini yaratıcı hayal olarak daima
edebiyatla açıkça ifade etmiştir. Başka türlü ruh hakkında ne bilebilirdik ki?”
(s.99)
“Freud, geleceğe yorgun argın bakarak şu soruyu soruyor:
İnsanlık bir gün, ruhunun bu iki arada bir derede kalmış halinin üstesinden
gelmeyi başarabilecek mi?” (s.162)
“Freud, psikoloji alanını bireysel ruha çevirerek çağın
en derin arzusunu da farkında olmadan yrine getirmiş oldu. İnsan kendi
benliğini, kendi kişiliğini daha önce hiç, dünyevi yaşamın giderek
monotonlaştığı bu yüzyılda olduğu kadar merak etmemiştir. Keza teknoloji çağı
kendi insanını gittikçe tek tipleştirirken,özgün kişiliğini de elinden alarak
renksiz bir tür haline getiriyor. Aynı gelir sınıflarına taksim edilen, tek tip
konutlarda yaşayan, tek tip giysiler giyen, aynı makinelerde, aynı iş
saatlerinde çalışan ve sonrasında tek tip eğlence şekillerine sığınan, aynı
radyonun başına geçen, aynı plağı dinleyen ve aynı sporla uğraşan herkes;
dehşet verici bir biçimde birbirine benzemeye başlıyor. Şehirlein tek tip hale
gelmiş sokakları, albenilerini git gide kaybederken uluslar, halklar
homojenleşiyor. Ortaya çıkan bütün farklılıklar rasyonalizasyonun dehşet verici
eritme potasında kaynaşıp yok oluyor. Dış görünüşümüz baştan aşağı aynı tipe
çevrildikçe ve insanlar, kendilerini düzineler halinde, üstelik de seri biçimde
kitle fizyonomisinde örgütledikçe; varlık şekilleri giderek genişleyen bir
kişiliksizleştirme sürecinin tam ortasında buluyorlar kendilerini. Her bir
bireyin dışarıdan ulaşılması ve etki altına alınması olanaksız olan deneyim
katmanı da tam bu yüzden daha da önem kazanıyor: Eşsiz ve kopyalanması imkânsız
olan kişiliği. Kişilik günümüzde insanın en yüce ve neredeyse tek ölçüsü haline
gelmiştir.” (s.173)