“Bu kitaptaki resimlerin tümü kasıtlı olarak siyah beyaz.
Nedeni ise bu eserlerin gösterdiklerinin, günümüz tüketim dünyasında parlak
renkli röprodüksiyonlarla parası bol olanlar için tasarlanan kataloglarda lüks
eşya kategorisine indirgenmek istenmesidir. Oysa siyah beyaz röprodüksiyonlar
sadece hatırlanmak içindir.” (s.14)
“Bu karanlığı tanımlayacak bir
kelimemiz yok. Gece değil, cehalet de değil. Zaman zaman her birimiz bu
karanlığın içinden her şeyi görerek geçeriz: o kadar çok şey görürüz ki
hiçbirini ayırt edemeyiz. Bunu benden daha iyi bilirsin, Marisa. Her şey
içeriden gelir.” (s.26)
“Artık orada olmayan bir şeyi özlemenin ani ıstırabı,
insanın aniden elinden düşen bir kavanozun paramparça olması gibi. Tek başınıza
parçaları topluyorsunuz, hangisinin nereye geleceğini buluyorsunuz, sonra da
özenle hepsini teker teker birbirine yapıştırıyorsunuz. Sonunda kavanozun
parçaları bir araya gelmiş oluyor ama kavanoz eskisi gibi olmuyor. Hem daha
kusurlu hem daha değerli oluyor. Ayrıldıktan sonra bellekte tutulan sevgili bir
yerin ya da sevgili bir insanın imgesine de böyle bir şey olur.” (s.34)
“Çoğu zaman seçimlerimizden çok nedenlerimizle ilgili
yanılırız.” (s.46)
“Ego, doğa tarafından insanın hayatta kalabilmesi için
tasarlanmış olup doğada başka hiçbir şeye tekabül etmez. En fani yanıdır. İnsan
öldüğü zaman, sadece bu kısım, bu kıyıcı aygıt yok olur. Başka her şey dönüşüme
uğrar. Herkes herkestir.” (s.57)
“Çoğu kehanet, belli bir şey üzerine odaklandığında kötülüğü
haber verir çünkü tarih boyunca daima yeni dehşetler ortaya çıkmıştır, bunların
birkaçı ortadan kalksa bile yerine yeni mutluluklar gelmez, mutluluk daima
eskidir. Bu mutluluk için verilen mücadelenin yöntemleri değişir.” (s.59)
“Sevgi masumiyet bahşeder. Affedecek hiçbir şeyi yoktur.
Sevilen insan sokaktan geçerken ya da yüzünü yıkarken görülen insanla aynı
değildir. Tam olarak, kendi hayatını ve yaşantılarını yaşayan insan da değil,
çünkü o masum kalamaz. Kimdir öyleyse sevilen? Kimliği seven dışında kimse
tarafından olumlanmayan bir gizem. Ne kadar iyi görmüştür Dostoyevski bunu.
Sevgi birleştirir ama gene de yalnızdır. Sevilen, kişinin kendi eylemleri ve
ben merkezciliği eridikten sonra süren varlıktır. Sevgi, sevileni sevme
ediminden önce tanır ve o edimden sonra da hâlâ ve yine, o aynı insanı tanır. O
insana, erdeme çevrilemeyecek bir değer yükler.” (s.75)
“Yanımda olduğun zaman değişen şeyse, ne yapacağın
kestirilemez bir hale bürünmen. İşte o zaman ne yapmak üzere olduğunu hiç
bilemiyorum: Seni izlemeye başlıyorum. Hareket ediyorsun. Ve yaptığın her şey
beni sana bir kez daha âşık ediyor.” (s.110)
“Kadınlar çoğu zaman şevk ve hayal kırıklığıyla âşık
olurlar, bu bakımdan da iki misli koruma altındadırlar.” (s.134)
“Yollar dümdüz, kentler arasındaki mesafeler uzun. Gökyüzü
yeryüzüne yeni bir teklifte bulunuyor.” (s.169)
“Üsluplarımız şaşırtıcı derecede benzerdi. Giyim kuşamdan ya
da markalardan bahsetmiyorum. Yağmurda sırılsıklam bir ormanın içinden
yürürken, ya da sabaha karşı Milano’nun merkezi tren istasyonuna varırken nasıl
olduğumuzu hatırlıyorum. Çok yakın. Yine de birbirimizin gözlerinin
derinliklerine, bunun içerdiği riskleri bal gibi bildiğimiz halde inkâr ederek
baktığımızda, ödünç aldığımız zamanların kuruntudan ibaret olduğunu fark etmeye
başlardık. Hüzün buydu. Köpeğin ulumasına yol açan buydu.” (s.172)
“Böylesine arzulanmak -hele arzu karşılıklıysa- arzulanan
kimseyi pervasız kılar. Alt kattaki zırhlardan hangisini kuşanırsa kuşansın,
hiçbiri ona bu denli güçlü bir korunma duygusu veremez. Arzulanmak bir kimsenin
bu hayatta ölümsüzlük hissine erişmeye en yakın olduğu zamandır belki de.”
(s.177)
“Ne çok şeyin asla bağışlanamayacağını biliyor musunuz? Hiç
unutulmayacak fiiller, davranışlar olduğundan haberiniz var mı? Kimse görmez
onları. Hatta Tanrı bile.” (s.203)
“Hepimiz bilinmeyi istemez miyiz, sırtlarımız, bacaklarımız,
kalçalarımız, omuzlarımız, dirseklerimiz, saçlarımızla bilinmeyi? Psikolojik
olarak tanınmayı değil, sosyal olarak alkışlanmayı, övülmeyi değil, sadece tüm
çıplaklığımızla bilinmeyi. Bir çocuğun annesi tarafından bilindiği gibi.”
(s.251)
“Bugün dünyada anlam arayışı burada, duvarın iki yanı
arasındadır. Ayrıca duvar her birimizin içindedir. Şartlarımız ne olursa olsun,
içimizden duvarın hangi yanına uygun düştüğümüzü seçebiliriz. Bu iyi ile kötü
arasındaki bir duvar değildir. İyi de, kötü de her iki tarafta vardır. Seçim,
insanın öz saygısıyla içindeki keşmekeş arasındadır.” (s.353)
“İnsan kendini ancak tam anlamıyla içine sindirdiği bir şeye
teslim eder.” (s.359)
“Hiç kimse gerçek gökyüzüne,
güncel bir korkusuna ya da beklentisine
ilişkin bir dilek tutmaksızın bir dakikadan fazla bakamaz.” (s.376)
“Aşk mektupları aslında ne hakkındadır? Pembe dizileri boş
verin, kendinizden cevap arayın. Her ilişki farklıdır ama şu ya da bu şekilde
hepsi de arzu ve şefkatle alakalıdır. Çekicilik dendiğinde , içinde teselliyle
ilgili gizli bir cümlecik vardır her zaman: teklif edilmiş ve sunulmuş. Ben,
şefkatle yakından ilintili acıma hissinden söz etmiyorum burada. Şefkatin,
diğer heyecanların ve tutkuların içinde var olduğunu, belki de onların zeminini
oluşturduğunu düşünüyorum. Ya da daha basite indirgersek, şefkat olmadan aşk
olmaz. Ve insan yaşlandıkça bu daha iyi anlaşılır.” (s.438)
“Var olmayan tek bir şey vardır – unutuluş.” Jorge Luis
Borges (s.478)