“Bir yolculuktur yaşamımız
Kışın ve gecenin içinde
Kendimize bir geçit ararız
Tümüyle ışıltısız gökyüzünde...” İsviçre Muhafız Alayı
Şarkısı
“Yolculuk etmek çok işe yarar, düş gücünü çalıştırır.
Gerisi yalnızca düş kırıklığı ve yorgunluktan ibarettir. Bizim yolculuğumuz ise
tümüyle düşseldir. Gücünü buradan alır.
Yaşamdan ölüme doğru gider. İnsanlar, hayvanlar, kentler,
nesneler, her şey düşlenmiştir. Bu bir romandır, yalnızca düşsel bir öyküdür.
Böyle buyurmuştur Littre, o ki asla yanılmaz.
Kaldı ki herkes aynı şeyi yapabilir. Gözünü yummak
yeterlidir.
Yaşamın öbür tarafındadır bu.” (s.21)
“Sonuçta savaş dediğiniz şey, anlamadığınız ne varsa odur.”
(s.27)
“Hayatta esas olan hesaplaşabilmektir. Bunu tek başına
yapmaktansa, iki kişi yaparsanız daha başarılı olur.” (s.32)
“İnsanda düş gücü yoksa, ölmek fazla dert değildir, ama
varsa da, o zaman ölüm fazlasıyla derttir. Benim görüşüm bu. Şimdiye kadar aynı
anda hiç bu kadar çok şeyi anlamamıştım.” (s.35)
“Her alanda asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi
neyin gebertmiş olduğunu unutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla
anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık
yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile
değiştirmeden her şeyi anlatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk
varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz
deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.” (s.41)
“İnsanların çoğu ancak son anda ölürler; kimileri ise
yirmi yıl öncesinden, hatta daha bile erken başlarlar bu işe. Onlar işte
dünyanın düşkünleridir.” (s.53)
“İnsan kendini yolculuklara böyle kaptırmayagörsün, ne
zaman dönebiliyorsa o zaman, ne halde dönebiliyorsa da o halde döner...” (s.67)
“Gerçekten de ilginç ne varsa hep gizli kapaklı
yaşanıyor. İnsanların gerçek tarihleri hakkında hiçbir şey bilinmiyor.” (s.83)
“-Savaştan hiç söz etmeyelim.
-Aaa! Siz demek
gerçekten de korkağın tekisiniz, Ferdinand. Bir lağım faresi kadar
tiksindiricisiniz.
-Öyle, büsbütün
korkağım Lola, savaşı ve içinde ne varsa hepsini reddediyorum. Ben savaş var
diye üzülmüyorum. Ben kaderime razı olmuyorum. Ben bu konuda sızlanıp
durmuyorum. Onu olduğu gibi reddediyorum, içindeki insanlarla birlikte,
onlarla, onunla hiçbir alışverişim olsun istemiyorum. İsterlerse dokuz yüz
doksan beş milyon kişi olsunlar ve ben tek başıma kalayım, yine de haksız olan
onlar Lola, haklı olan da benim, çünkü ne istediğini bilen bir tek ben varım:
ben artık ölmek istemiyorum.” (s.84)
“Tek değerli şey yaşamdır.” (s.85)
“Aşktan vazgeçmek, yaşamdan vazgeçmekten daha zordu.”
(s.92)
“Sopa, eninde sonunda onu kullananı yorar.” (s.165)
“İnsanlara güvenmek demek, kendini azıcık öldürtmekle
eşdeğerdir.” (s.204)
“İnsanların, ülkelerin ve nesnelerin bittiğini işaret
eden şey, kokulardır. Tüm maceralar burundan çekip giderler.” (s.208)
“Yaşamı dans ettirecek kadar müziğimiz kalmamıştır içimizde,
işte bu. Tüm gençlik daha şimdiden dünyanın öbür ucunda gerçeğin sessizliğinde
ölüvermiştir. Peki dışarıda nereye gidilebilir ki, soruyorum size, içinizde
yeterli miktarda çılgınlık kalmamışsa? Gerçek, bitmek bilmeyen bir can
çekişmedir. Bu dünyanın gerçeği ölümdür. Seçim yapmak gerek, ya ölmek ya da
yalan söylemek. Bense asla kendimi öldüremedim.” (s.228)
“Şöyle bir düşününce, insanların birbirlerine karşı,
aynen evler gibi, bu kadar sıkı korunuyor olmaları ne de umut kırıcı.” (s.229)
“Güçlü bir iç yaşam kendi kendine yeterlidir ve yirmi
yıllık buzulları bile eritecek güçtedir. Bu böyledir.” (s.230)
“Doğamız gereği, o kadar kofuzdur ki, bizi gerçekten
ölmekten alıkoyan tek şey eğlencedir.” (s.232)
“Felsefe yapmak denen şey, korkmanın başka bir çeşidinden
ibarettir ve insanı olsa olsa alçakça düzmecelere sürükler.” (s.234)
“Belli imkânlardan yoksun insanların yaşamı, upuzun bir
hezeyanın içindeki upuzun bir reddedilmeden ibarettir ve insan yalnızca sahip
olabildiği şeyleri çok iyi tanıyabilir, yalnızca onlardan kurtulabilir. Kendi
hesabıma, düşlere sarıla sarıla ve onları terk ede ede, vicdanım kevgire
dönmüştü, binlerce oyuklar oluşturacak şekilde delik deşik olmuş, mide
bulandırıcı şekilde bozulmuştu.” (s.234)
“Umurlarında bile değildi. Önlerine geceyi gündüzü ve
yaşamı katmış gidiyordu insanlar. Kendi gürültülerinden hiçbir şey
duymuyorlardı. Sallamıyorlardı. Üstelik kent ne kadar büyük ve ne kadar
yüksekse o kadar çok pişkinliğe vuruyorlardı. Diyorum size. Denedim. Değimez.”
(s.237)
“Kendime yeni bir gençlik kurmak için artık iş işten
geçmişti. İnancımı yitirmiştim. İnsan kısa sürede yaşlanıveriyor üstelik de
geri dönüşü olmayan biçimde. İnsan bunu, kendi mutsuzluğunu kendine rağmen
sevme biçiminden anlıyor. Doğa bizlerden daha güçlüdür işte o kadar. Bizi bir
tarza oturtup deniyor ve bir daha da o tarzdan kurtulamıyoruz. Ben bir endişe
istikametinde yola çıkmıştım. İnsan tam farkına bile varmadan rolünü ve
kaderini usulca ciddiye almaya başlıyor, geriye dönüp baktığımızda da artık
bunu değiştirmek için iş işten geçmiş oluyor. Tümüyle endişeli
oluvermişsinizdir artık ve bunun ebediyen böyle olması kararlaştırılmıştır.”
(s.259)
“Boşuna zaman ve şefkat harcamamalıydım, bilmem hangi
olağanüstü güzel, soylu bir şeyler için saklamak istiyordum sanki her şeyi,
daha sonrası için.” (s.261)
“Yaşam insanı haddinden çok daha uzun süre hayaletlerle
birlikte kalmaya zorluyor.” (s.265)
“En uzağa giden kişi, tek başına yolculuk edendir.”
(s.265)
“Her şeyin sınırına gelindiği bir nokta vardır. Bu her
zaman ölüm değildir, hatta çoğu kez başka bir şeydir.” (s.298)
“Anıların bile bir yaşı, gençliği var... Onları
küflenmeye bırakır bırakmaz, her tarafından bencillik, böbürlenme ve yalan
sızan iğrenç hortlaklara dönüşüverirler. Tıpkı elmalar gibi çürürler. Kısacası,
gençliğimizden söz ederken bir türlü tadını alamıyorduk. İçimize sinmiyordu.”
(s.367)
“Yaşam bundan ibarettir, gecenin içinde son bulan bir
ışık parçası.” (s.378)
“Ona sözcükler vermekle yetindim.” (s.389)
“İnsan gençken ve bilmezken her şeyi gönül yarası
sanıyor.” (s.402)
“Başkalarından gizlenmeye başladığınızda, bu onlarla
birlikte hoşça vakit geçirmekten çekindiğinizin işaretidir. Bu başlı başına bir
hastalıktır. Yalnızlıktan bir türlü iyileşmemekte neden öyle inat ettiğinizi
bir anlayabilsek.” (s.417)
“Mutsuz olduklarını söyleyen insanlara öyle hemencecik
inanmayın. Hele önce bir sorun bakalım hâlâ uyuyabiliyorlar mı?” (s.473)