10 Kas 2017

Stefan Zweig - Karmaşık Duygular

“Bu, genelde insanların orta yaşlarında hiç bilmedikleri, ancak çok genç veya çok yaşlı insanların yaşadığı o köpek gibi sadık ve talepsiz aşklardandı. Bu, düşüncelere yer vermeyen, sadece hayallerle yaşayan sakınmasız bir aşktı.” (s.2)

“Ne var ki hakikat, bütün düşlerden daha güçlü ve daha sağlamdı.” (s.3)

“Erika, ürkekliğin verdiği karanlık duygular ve yalnızlığından kaynaklanan çekingenlikle, daha ilk gençlik yıllarından beri, nesneleri soğuk ve cansız şeyler olarak değil de, onlara kulak verenlere gizlerini ve sevecenliklerini açan sessiz dostlar olarak görmeyi öğrenmişti. Resimler ve kitaplar, manzaralar ve müzik parçaları onunla konuşurlardı, cansız eşyalarda renkli hakikatler görme eğiliminde olan, çocukluğun şairane hazinesini yitirmeyen o kızla konuşurlardı. Ve aşk gelinceye değin bunlar Erika’nın tek başına yaşadığı şölenler olmuştu.” (s.16)

“Ondaki binlerce inceliği seviyordu; her güzellik karşısında elinde olmadan bir nabız gibi atan, ama hazzın arı içtenliğini bozmamak için kendini yine de yabancı gözlerden saklamaya çalışan duyarlılığın o sade gücünü seviyordu.” (s.19)

“Uzun, çok uzun günler sonra Erika, artık kabuk tutmaya başlayan bütün o keskin yaralarıyla aşkını düşündüğü zamanlar bazen dudaklarında bir gülümsemeye izin verme cesaretini gösterir olmuştu. Çünkü derin bir acının, yeraltında huzursuz bir suskunlukla taşların arasında köpüren ve kapalı kapılara karşı aciz bir öfkeyle çarpıp duran karanlık bir akarsuyu gibi olduğunu henüz bilmiyordu. Ama akarsu bir yerde duvarı aşar ve dizginsiz bir coşkuyla gücünü saçıp önüne geleni yıkarak, her şeyden habersiz neşeli bir güvenle yayılan çiçek açmış vadiye akın eder.” (s.43)

“Bazı insanlar dünyaya aşk için gelmezler, kavuşmanın acı verici mutluluklarını taşıyamayacak kadar zayıf oldukları için onlarda sadece beklentinin kutsal ürpertisi vardır.” (s.58)

“Ne var ki her insanın yüreğinde, iyiyle kötü arasında, tenle ruh arasında gidip gelen son derece kaçak yollar vardır.” (s.113)

“Bir yüreği derinden sarsmak için, kader her zaman sıkı bir hazırlığa ve şiddetli bir darbe indirmeye gereksinim duymaz; onun dizginsiz biçim verme arzusunu asıl kışkırtan, sudan bir sebeple yıkım yaratmaktır. Biz insanlar, bu ilk hafif dokunuşa kendi kısıtlı lisanımızla sebep deriz ve önemsiz bir sebebi çoğu kez şaşkınlık içinde, yol açtığı muazzam sonuçlarla karşılaştırırız; fakat bir hastalığın teşhisin konmasından çok önce başlaması gibi, bir insanın kaderi de aynı şekilde, olaylar belirginleşip görülür hale gelmeden önce işlemeye başlar. Kader her zaman, bir insanın bedenine dıştan dokunmadan çok önce zihninde de, bedeninde de, içten içe yönetimi ele almış olur. Kendinde olup biteni fark etmek demek, artık kendini savunmaya geçmek demektir ve çoğunlukla boşa bir çabadır bu.” (s.131)

“Yaşadığımız anların haddi, hesabı yoktur, ama yine de bütün iç dünyamızı altsüt eden, her zaman tek bir saniye, tek bir an olur ya, işte o an (Stendhal bunu betimlemiştir), daha önce bütün özsuları içine çekmiş olan çiçeğin şimşek çakar gibi kristalleştiği andır – bu an yaratılış anına benzeyen ve aynı onun gibi, insanın kendi hayatının sıcak rahminde sakladığı, görünmez, dokunulmaz, sezilmez, sadece yaşanabilen bir sırdır. Bu sır, insan zihninin hiçbir bilgisiyle hesaplanamaz, sezginin hiçbir büyüsü onu çözemez, ancak çok ender olarak duyguyla yakalanabilir.” (s.168)

“Tüm dünyevi hazları sözcüklerin ruhunda hissetme isteği.” (s.186)

“Sadece ciddiyet değil delikanlı. Öncelikle tutku gerekli. Tutku yoksa, en iyi ihtimalle bir eğitimci olursun, insan her şeye içten gelen bir duyguyla, her zaman ama her zaman tutkuyla yaklaşmalı.” S.191)

“Kendisi zaten bir güzellik olan gençliğin güzelleştirmeye ihtiyacı yoktur: İçindeki gücün aşırı canlılığı onu trajik olana sürükler ve hüznün henüz deneyimsiz olan kanına ağır ağır karışmasına isteyerek izin verir. İşte, gençliğin her türlü tehlikeye hazır olmasının ve ruhun tüm acılarına kardeşçe elini uzatmasının nedeni de budur.” (s.202)