“Devrim, güzel olacağı kuşkusuz olan, kendi mimarisini
yaratmakta, topraktan kendi kentlerini doğrultmaktadır.” (s.9)
“Başlangıçlarında bütün devrimlerin büyük çoğunluğunun
ortak bir niteliği vardır: sadelik.” (s.12)
“Halk gittikçe yoksullaşırken, zenginlerin daha da
zenginleşmesinin mümkün olabilmesi için, halkı cehalet içinde bırakmak çok
yerinde olur. Kumayı öğrenmeleri, düşünmeyi öğrenmeleri demektir. Şu halde
onlara hiçbir şey öğretmezsiniz. Her şeyden önce okul yapmazsınız. Castro
iktidara geldiğinde öğretmenlerin yarısı çalışacak okul olmadığından ücretsiz
olarak süresiz izindeydiler. Derhal hepsi göreve çağrıldılar. Ama yine de
sayılarını üç katına çıkarmak gerekti. Ve bu sayı bile yeterli olmadı.
Kısacası, 1959’dan önce Kübalı’ların %45’i okuma yazma bilmiyordu. Küba’nın
nüfusunun %45’i köylüydü; ve sanırım her iki oran da aynı insanları temsil
ediyordu. Cehalet, yoksulluğun neticesi değildi, ülkenin efendileri halka
yoksulluğu ve cehaleti birlikte sunuyorlardı.” (s.52)
“Gittikçe gerileyişleri sırasında Kübalı’lar tarihin
insanları şekillendirdiğini anlamışlardı. Şimdi onlara tarihi insanların
çizdiğini göstermek gerekiyordu. Derken, devrim geldi. Birgün, adanın en yüksek
zirvesinden, tarlalara yıldırım düştü. Bütün ordunun, polisin peşine düştüğü,
Castro ve “kanun dışı” arkadaşları, derhal toprağı köylülere dağıtmaya karar
verdiler ve bu kararlarını bütün ülkeye duyurdular.” (s.64)
“Geçen gün Castro bana profesyonel bir devrimci olduğunu
söyledi ve kendisine bununla ne kastettiğini sorduğum zaman, bu haksızlığa
dayanamam demektir, dedi.” (s.65)
“Az gelişmişlik, milli ekonominin basit bir bozukluğu
olarak tanımlanmamalıdır. Az gelişmişlik, geri bir ülke ile onu bu gerilik
içinde tutan büyük devletler arasındaki karmaşık bir ilişkidir.” (s.120)
“Guevara bana, bizden fikirler bir doktrin tahminler
istiyorlar dedi. Ama unutuyorlar ki; biz baskıya karşı tepki olan bir devrimin
içindeyiz.” (s.121)
“Bir devrime ihtiyaç duyulduğundan beri, şartlar, bunun
gençlik tarafından başarılmasını zorunlu kılmıştı. Sadece gençler devrime
girişmek için yeterli kızgınlığa ve kine, başarmak için yeterli dürüstlüğe
sahiptiler.” (s.133)
“Castro yeni rejimin hümanizm olduğunu söyledi. Bu
doğrudur. Fakat, yine de hatırlamak gerekir ki, birçok devrim ilk döneminde bu
sıfata layık olmuş, ama sonradan omuzlarındaki ağır yükün altında ezilerek bu
niteliğini kaybetmiştir. Bugün Küba devrimini koruyan –ve belki de uzun bir
süre için koruyacak olan- isyan tarafından denetleniyor olmasıdır.” (s.172)
“Eğer bir kimse her zaman elinden geleni, hatta daha
fazlasını yapmıyorsa, hiçbir şey yapmamış sayılır.” Fidel Castro (s.184)
“Alçak evleri olan küçük bir kasabadan geçiyorduk ki, bir
duvarın arkasından atlayarak önümüze çıktı. Avcuyla, otomobilin üst kısmına
vuruyordu. Fidel’e kızgın bir şekilde, düşüncesiz adam, diye bağırdı. “Hayatını
koru. O sana değil, bize aittir. Bu arabanın ön tarafında ne işin var. Arkaya
otur ve lütfen bu arkada keyfeden beyler öne geçsinler. Fidel gülerek, onlar
benim konuklarım, dedi.” (s.197)
“Yuvarlak şapkalara, spor gömleklere ve bazen de
maşetlere rağmen hiç kimsenin başka birine benzemediğini farkettim, dedim.
Okuma yazma biliyorlar mı?
Gördüklerimiz mi? Sanırım çoğu bilmiyordu.
Peki, şunu nasıl izah edersiniz, dedim. Bana kalırsa bu
cahil insanlarda kültürlü bir hava vardı.
Bunun nedeni düşünen insanlar olmaları, diye cevap verdi.
Her zaman düşünüyorlar. Devrim, tetiği çekmişti. Her biri düşünmeye başladı ve
düşünmeyi bırakmaları için uzun bir zaman geçmesi gerekecek.” (s.199)
“Simone de Beauvoir, sizi arabadan çekip çıkardıkları
zaman, hiç değilse ilk birkaç dakika içinde çok keyifsiz görünüyordunuz.
Gerçekten öyle miydi, dedi.
Castro ona döndü, yanmamış purosunu önüne koydu. Gerçek
olmalı dedi. Beni çevreleyip, itip kakmalarından mutluluk duyuyorum. Ama
benden, istemeye hakları olan, fakat onlara vermeye imkânım olmaya şeyler
isteyeceklerini de biliyorum.” (s.200)
“Ona bu soruyu kendim sormam gerektiğini düşündüm.
Sordum: İsteyen herkesin, istediği ne olursa olsun, almaya hakkı var mıdır?
Evet, dedi. Çünkü istekler, şu veya bu şekilde,
ihtiyaçları dile getirirler.
Çok az arkadaşım vardır. Çünkü arkadaşlığa büyük önem
veririm. Bu cevap üzerine Castro’nun benim arkadaşlarımdan biri olduğunu
hissettim, ama bunu ona söyleyerek vaktini harcamak istemedim. Sadece ona
şunları söyledim: Küba devriminin hümanist olduğunu söylüyorsunuz. Neden
olmasın? Bana sorarsanız, tek bir hümanizm biliyorum, o da ne çalışmaya, ne de
kültüre, fakat her şeyden önce ihtiyaca dayalıdır.
Başkası yoktur dedi. Ve Simone de Beauvoir’a dönerek
ekledi: Zaman zaman beni korkuttuları doğrudur. Bizim sayemizde ihtiyaçlarını
keşfetmeye cesaret ediyorlar. Çektikleri sefaleti anlamaya ve artık bunun son
bulmasını istemeye cesaretleri var. kısacası, insandırlar. Ve biz onlara ne
veriyoruz?” (s.204)
“İnsan, yaşama şartlarını değiştirmeye muktedirdir. Fakat
her istediğini de dilediği şekilde değiştiremez; gerçekten, ancak kendi kendini
değiştirerek, nesnel ihtiyaçlarını değiştirebilir. Milli egemenlik ve özgürlük
kazanabilir, ama bunu ancak büyük toprak mülkiyeti rejiminin yarattığı sefaleti
koruyan sahte, burjuva demokrasisinden kurtularak yapabilir. Bunu ancak kendini
halka dönüştürüp, bütün diğer insanlar arasında özgür bir insan olmak için,
diğerlerinden farklı olmaktan gurur duyan ve bunu çok önemli sayan ayrı bir
birey olarak sadece kendini düşünmeyi ve sadece kendini sevmeyi bırakacak
olursa yapabilir.” (s.238)