4 Eki 2017

Jean Paul Sartre - Küba'yı Anlatıyor

“Devrim, güzel olacağı kuşkusuz olan, kendi mimarisini yaratmakta, topraktan kendi kentlerini doğrultmaktadır.” (s.9)

“Başlangıçlarında bütün devrimlerin büyük çoğunluğunun ortak bir niteliği vardır: sadelik.” (s.12)

“Halk gittikçe yoksullaşırken, zenginlerin daha da zenginleşmesinin mümkün olabilmesi için, halkı cehalet içinde bırakmak çok yerinde olur. Kumayı öğrenmeleri, düşünmeyi öğrenmeleri demektir. Şu halde onlara hiçbir şey öğretmezsiniz. Her şeyden önce okul yapmazsınız. Castro iktidara geldiğinde öğretmenlerin yarısı çalışacak okul olmadığından ücretsiz olarak süresiz izindeydiler. Derhal hepsi göreve çağrıldılar. Ama yine de sayılarını üç katına çıkarmak gerekti. Ve bu sayı bile yeterli olmadı. Kısacası, 1959’dan önce Kübalı’ların %45’i okuma yazma bilmiyordu. Küba’nın nüfusunun %45’i köylüydü; ve sanırım her iki oran da aynı insanları temsil ediyordu. Cehalet, yoksulluğun neticesi değildi, ülkenin efendileri halka yoksulluğu ve cehaleti birlikte sunuyorlardı.” (s.52)

“Gittikçe gerileyişleri sırasında Kübalı’lar tarihin insanları şekillendirdiğini anlamışlardı. Şimdi onlara tarihi insanların çizdiğini göstermek gerekiyordu. Derken, devrim geldi. Birgün, adanın en yüksek zirvesinden, tarlalara yıldırım düştü. Bütün ordunun, polisin peşine düştüğü, Castro ve “kanun dışı” arkadaşları, derhal toprağı köylülere dağıtmaya karar verdiler ve bu kararlarını bütün ülkeye duyurdular.” (s.64)

“Geçen gün Castro bana profesyonel bir devrimci olduğunu söyledi ve kendisine bununla ne kastettiğini sorduğum zaman, bu haksızlığa dayanamam demektir, dedi.” (s.65)

“Az gelişmişlik, milli ekonominin basit bir bozukluğu olarak tanımlanmamalıdır. Az gelişmişlik, geri bir ülke ile onu bu gerilik içinde tutan büyük devletler arasındaki karmaşık bir ilişkidir.” (s.120)

“Guevara bana, bizden fikirler bir doktrin tahminler istiyorlar dedi. Ama unutuyorlar ki; biz baskıya karşı tepki olan bir devrimin içindeyiz.” (s.121)

“Bir devrime ihtiyaç duyulduğundan beri, şartlar, bunun gençlik tarafından başarılmasını zorunlu kılmıştı. Sadece gençler devrime girişmek için yeterli kızgınlığa ve kine, başarmak için yeterli dürüstlüğe sahiptiler.” (s.133)

“Castro yeni rejimin hümanizm olduğunu söyledi. Bu doğrudur. Fakat, yine de hatırlamak gerekir ki, birçok devrim ilk döneminde bu sıfata layık olmuş, ama sonradan omuzlarındaki ağır yükün altında ezilerek bu niteliğini kaybetmiştir. Bugün Küba devrimini koruyan –ve belki de uzun bir süre için koruyacak olan- isyan tarafından denetleniyor olmasıdır.” (s.172)

“Eğer bir kimse her zaman elinden geleni, hatta daha fazlasını yapmıyorsa, hiçbir şey yapmamış sayılır.” Fidel Castro (s.184)

“Alçak evleri olan küçük bir kasabadan geçiyorduk ki, bir duvarın arkasından atlayarak önümüze çıktı. Avcuyla, otomobilin üst kısmına vuruyordu. Fidel’e kızgın bir şekilde, düşüncesiz adam, diye bağırdı. “Hayatını koru. O sana değil, bize aittir. Bu arabanın ön tarafında ne işin var. Arkaya otur ve lütfen bu arkada keyfeden beyler öne geçsinler. Fidel gülerek, onlar benim konuklarım, dedi.” (s.197)

“Yuvarlak şapkalara, spor gömleklere ve bazen de maşetlere rağmen hiç kimsenin başka birine benzemediğini farkettim, dedim. Okuma yazma biliyorlar mı?
Gördüklerimiz mi? Sanırım çoğu bilmiyordu.
Peki, şunu nasıl izah edersiniz, dedim. Bana kalırsa bu cahil insanlarda kültürlü bir hava vardı.
Bunun nedeni düşünen insanlar olmaları, diye cevap verdi. Her zaman düşünüyorlar. Devrim, tetiği çekmişti. Her biri düşünmeye başladı ve düşünmeyi bırakmaları için uzun bir zaman geçmesi gerekecek.” (s.199)

“Simone de Beauvoir, sizi arabadan çekip çıkardıkları zaman, hiç değilse ilk birkaç dakika içinde çok keyifsiz görünüyordunuz. Gerçekten öyle miydi, dedi.
Castro ona döndü, yanmamış purosunu önüne koydu. Gerçek olmalı dedi. Beni çevreleyip, itip kakmalarından mutluluk duyuyorum. Ama benden, istemeye hakları olan, fakat onlara vermeye imkânım olmaya şeyler isteyeceklerini de biliyorum.” (s.200)

“Ona bu soruyu kendim sormam gerektiğini düşündüm. Sordum: İsteyen herkesin, istediği ne olursa olsun, almaya hakkı var mıdır?
Evet, dedi. Çünkü istekler, şu veya bu şekilde, ihtiyaçları dile getirirler.
Çok az arkadaşım vardır. Çünkü arkadaşlığa büyük önem veririm. Bu cevap üzerine Castro’nun benim arkadaşlarımdan biri olduğunu hissettim, ama bunu ona söyleyerek vaktini harcamak istemedim. Sadece ona şunları söyledim: Küba devriminin hümanist olduğunu söylüyorsunuz. Neden olmasın? Bana sorarsanız, tek bir hümanizm biliyorum, o da ne çalışmaya, ne de kültüre, fakat her şeyden önce ihtiyaca dayalıdır.
Başkası yoktur dedi. Ve Simone de Beauvoir’a dönerek ekledi: Zaman zaman beni korkuttuları doğrudur. Bizim sayemizde ihtiyaçlarını keşfetmeye cesaret ediyorlar. Çektikleri sefaleti anlamaya ve artık bunun son bulmasını istemeye cesaretleri var. kısacası, insandırlar. Ve biz onlara ne veriyoruz?” (s.204)


“İnsan, yaşama şartlarını değiştirmeye muktedirdir. Fakat her istediğini de dilediği şekilde değiştiremez; gerçekten, ancak kendi kendini değiştirerek, nesnel ihtiyaçlarını değiştirebilir. Milli egemenlik ve özgürlük kazanabilir, ama bunu ancak büyük toprak mülkiyeti rejiminin yarattığı sefaleti koruyan sahte, burjuva demokrasisinden kurtularak yapabilir. Bunu ancak kendini halka dönüştürüp, bütün diğer insanlar arasında özgür bir insan olmak için, diğerlerinden farklı olmaktan gurur duyan ve bunu çok önemli sayan ayrı bir birey olarak sadece kendini düşünmeyi ve sadece kendini sevmeyi bırakacak olursa yapabilir.” (s.238)