“Belli ki yetişkinler zaman zaman durup yaşamlarının
nasıl bir facia olduğunu düşünüyorlar. Ama o zaman da bir şey anlamadan
sızlanıp duruyorlar ve hep aynı cama çarpan sinekler gibi, çırpınıyor, ıstırap
çekiyor, yıkılıyor,çöküyorlar ve kendilerini gitmek istemedikleri yere
sürükleyen olaylar zinciri üzerine düşünüyorlar. Hatta içlerinden en zekileri
bu sorgulamayı bir din haline bile getirirler: Ah şu burjuva yaşamın lanet
olası değersizliği! Bu türün içerisinde, babalarının sofrasında yemek yerken
“Gençlik hayallerimize ne oldu?” diye kül yutmaz ve hoşnut bir havada soran
kinikler vardır. “Uçup gitti, hayat dediğin serttir.” Bu türden sahte olgunluk
bilinçliliğinden nefret ediyorum. Aslında onlar da diğerleri gibi. Başlarına
neyin geldiğini farkedemeyen ve ağlamak isterken sert şişko rolü oynayan
yumurcaklar...” (s.13)
“Yaşam saçmaysa eğer bu yaşamda parlak bir başarı
göstermenin başarısızlıktan daha değerli olmadığını belli ki kimse düşünmemiş.
Başarılı olmak daha rahat yalnızca. Üstelik bence aklı başında insana başarı
acı verir; vasat zekalar ise her zaman bir şeyler umar.” (s.15)
“Ölmek, nazikçe bir geçiş olmalı, dinginliğe doğru
pamuklar üzerinde bir kayış.” (s.16)
“Aristokrat kimdir? Etrafı bayağılıklarla çevirili olsa
bile bayağılığın erişemediği bir kadın.” (s.22)
“Sanatın güzelliği, aşk ve dostluk dışında insan yaşamını
besleyebilecek pek bir şey göremiyorum. Aşktan ve dostluktan gerçekten söz
edebilmek için fazla gencim. Ama sanat... eğer yaşamam gerekseydi bütün yaşamım
sanat olurdu. Sanat derken ne kastettiğimi anlamalısınız: Yalnızca ustaların
başyapıtları değil sözünü ettiğim. Vermeer bile beni yaşama bağlayamaz. Yüce
ama ölü. Hayır, ben dünyadaki güzelliği düşünüyorum; yaşamın hareketi içinde
bizi yükseğe çıkarabilecek olan şeyi.” (s.27)
“İnsanlar eylemlerin değil, sözcüklerin güç sahibi olduğu
bir dünyada yaşıyorlar; nihai yetenek dile hakim olmak. Korkunç bir şey bu.”
(s.46)
“Dünya erişilmez bir gerçekliktir; onu tanıma çabası
boşunadır.” (s.50)
“Bir eve hastalık girdiğinde yalnızca bir bedeni ele
geçirmekle kalmaz, kalpler arasında da karanlık bir ağ örer ve umut bu ağa
gömülür.” (s.60)
“Güvensizliklerimizi birbirimizle paylaşsaydık,taze
fasulye ile C vitamininin, varlığı beslese bile yaşamı kurtarmadığını ve ruhu
beslemediğini kendi kendimize söyleyebilmek için kendi aramızda bir araya
gelebilseydik ne kadar iyi olurdu.” (s.65)
“Sessizliğin içeriye gitmeyi sağladığını, yalnızca
dışarıdaki yaşamla ilgilenmeyenlere gerektiğini onun anlayabileceğini
sanmıyorum, çünkü onun içi dışarısı kadar kaotik ve gürültülüdür.” (s.69)
“Genç bir kadın aile evini ateşe verdi. Neden yaptığı
sorulduğunda, bir duygu hissetmek istemiştim cevabını verdi.” (s.72)
“Dışarıda, dünya uğulduyor ya da uyukluyor, savaşlar
patlak veriyor, insanlar yaşayıp ölüyor, uluslar yok oluyor, bir süre sonra
batacak başka uluslar doğuyor. Bütün bu gürültü ve öfke içinde, bu taşkınlar ve
bu çatlamalar içinde, dünya yol alıyor, tutuşuyor, parçalanıyor ve yeniden
doğuyor, insan yaşamı ise çırpınıp duruyor.” (s.76)
“Aşktan söz ediyoruz, iyilikten ve kötülükten, felsefeden
ve uygarlıktan ve susamış kenenin sıcacık iri köpeğine sarılması gibi bu saygın
ikonlara sarılıyoruz.” (s.82)
“Asıl yenilik zamana rağmen yaşlanmayandır. Tapınağın
yosunu üzerindeki kamelya, Kyoto dağlarının moru, mavi porselenden bir
fincan... Geçici tutkuların ortasında bu saf güzelliklerin patlak vermesi
hepimizin özlem duyduğu şey değil mi? Ve bizlerin, Batı uygarlıklarının
erişemediği şey de bu değil mi? Bizzat yaşamın hareketindeki sonsuzluğun
seyrine dalınması.” (s.85)
“Ya edebiyat, ayna nöronları harekete geçirmek ve eylemin
ürpertilerine az bedel ödemek için bakılan bir televizyonsa?Ya, daha kötüsü,
edebiyat, ıskalanan her şeyi bize gösteren bir televizyonsa?” (s.87)
“Bir halk atasözü gibi gelebilir kulağa, oysa bunlar
Savaş ve Barış’ta mareşal Kutuzov’un Prens Andrey’e söylediği sözler: Bana hem
savaş için hem de barış için epey sitemde bulunuldu. Ama her şey vaktinde
gelir. Beklemeyi bilen için her şey vaktinde gelir.” (s.90)
“Kitaplar ve sözcüklerden oluşan bu olağanüstü silahlara
sahip olunduğunda iş kolaylaşır. Ben de böylelikle kendi doğasına direnme
gücünü yazılı işaretlerden alan eğitimli biri oldum.” (s.91)
“İnançlarımızın üzerinde yükseldiği kaide asla
sarsılmasın diye kendi kendimizi manipüle etme yeteneğimiz ne büyüleyici!”
(s.92)
“Sadeliğin ürpertisini seviyorum. Güzellik çabasının,
yaratıcı ıstırabın ve yüce ufuklara olan sonsuz ve umutsuz özlemin yer almadığı
bu uzamsal-zamansal boyut çağrısını seviyorum.” (s.101)
“Her günü sanki yarın tekrar doğmak zorundaymışız gibi
yaşıyoruz.” (s.103)
“Yaşamımızın mutlu anları böyle akıp gider. Kararın ve
niyetin yükünden kurtulmuş bir halde kendi iç denizlerimizde dolanırken,
çeşitli hareketlerimize sanki başkasının eylemleriymiş gibi tanık oluruz ve
yine de iradedışının yetkinliğine hayran kalırız.” (s.106)
“Yaşlanacağımız kesin. Bunun güzel, iyi, neşeli
olmayacağı da kesin. Önemli olanın şimdiki zaman olduğunu kendimize
söylemeliyiz: Şimdi, bir şeyi, ne pahasına olursa olsun bütün gücümüzle inşa
etmek.” (s.111)
“Duygularımız irademize karşı koyduğunda, amaçlarına
erişmek için elinden gelen kurnazlığı ardına koymaz.” (s.117)
“Bayan Michel’de kirpinin zarafeti var. Dışardan
dikenlerle zırhlı, tam bir kale, ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir
rafinelik var. Onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve
korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.” (s.124)
“Kendi kesinliklerimizin ötesini asla göremiyoruz ve daha
ciddisi, buluşmaktan, karşılaşmaktan vazgeçtik. Bu daimi aynalarda kendimizi
tanımadan yalnızca kendimizle karşılaşıyoruz. Eğer kendimizi fark edersek,
başkasında yalnız kendimize baktığımızın, çölde tek başımıza olduğumuzun
bilincine varırsak, deliririz.” (s.125)
“Sanat yaşamdır, ama başka bir ritm üzerinde.” (s.132)
“Sanırım kendi ruh halimizi seçebiliriz, çünkü çok
katmanlı bir bilincimiz var.” (s.133)
“Ağaçları sevme yeteneğinde çok fazla insanlık vardır.
İlk büyülenmelerimize duyduğumuz özlem vardır. Doğanın bağrında kendini bunca
anlamsız hissetmenin büyük gücü vardır.” (s.146)
“İnsanın kendi paranoyası konusunda yanılgıdan kurtulması
daima huzur verir.” (s.149)
“İşin kolayı hep bulunur. Gerçi ben bu yolu seçmekten hep
tiksinmişimdir. Benim çocuğum yok, televizyon seyretmem, Tanrı’ya inanmam...
İnsanlar hayatlarının daha kolay olması için bu patikaları seçerler. Çocuklar
kişinin kendisiyle yüzleşme acılı görevini ertlemesine yardım eder, torunlar da
bunu sürdürür. Televizyon, boş hayatlarımızın hiçliğinden yola çıkarak projeler
inşa etmek gibi bitkin düşürücü bir zorunluluktan bizi uzaklaştırır; gözleri
aldatarak, ruhu duyunun büyük işinden kurtarır. Tanrı ise, memeli soyumuzdan
gelen kaygılarımızı yatıştırır, zevklerimizin günün birinde son bulacğaı
yönündeki dayanılmaz kesinliğe dayanma gücü verir. Dolayısıyla, ne gelecek, ne
soy sop varken, saçmalığın kozmik bilincini sersemleştirecek piksellerim
yokken, sonun kesinliği ve boşluğun öngörüsü içindeyken, kolaycılık yolunu
seçmediğimi sanırım söyleyebilirim.” (s.152)
“Tek bir dostunuz olsun ama onu da iyi seçin.” (s.155)
“Marguerite’le birlikteyken gözde sohbet konumuz aşktır.
Aşk nedir? Nasıl sevilir? Kim? Ne zaman? Niçin? Görüşlerimiz ayrışıyor. Tuhaf
bir şekilde Marguerite’in entelektüel bir aşk anlayışı var; oysa ki ben müzmin
bir romantiğim. O aşkı rasyonel bir tercihin meyvesi olarak görüyor, oysa ki
ben nefis bir itkinin sonucu olarak görüyorum. Buna karşılık bir konuda
hemfikiriz: Sevmek bir araç değil, amaç olmalı.” (s.166)
“Dünyanın çirkin olduğunu bilsem de bunu görmek
istemiyorum.” (s.181)
“Sonuzluk kovalayan, yalnızlık biçer.” (s.182)
“Gün be gün kendi yaşamımızı arşınlıyoruz, tıpkı bir
koridoru arşınlar gibi.” (s.199)
“Bazı yaz yağmurları, bizim içimize,kalbimizle birlikte
çarpan yeni bir kalp gibi demir atarlar.” (s.200)
“Canlı olmak belki de budur: Ölen anların ardında
koşmak.” (s.234)
“Kalbim yumak olup yuvarlanmış kedi yavrusu gibi
sıkışıyor.” (s.235)
“Bütün bu arayışlar, bütün bu dünyalar... Birbirimize
bunca benzer olup da bunca uzak dünyalarda nasıl yaşayabiliyoruz?” (s.256)
“Bir şeylerin bitmesi gerek, bir şeylerin başlaması
gerek.” (s.256)
“Ağlıyorum, durdurulamazcasına ağlıyorum, iki gözüm iki
çeşme ağlıyorum, mutluluğun irive güzel gözyaşlarıyla ağlıyorum, çevremizde
dünya sulara gömülüyor ve geriye tek bir his kalıyor. Yanında kendimi biri
olarak hissettiğim ve nazikçe elimi tutarak dünyanın bütün sıcaklığıyla bana
gülümseyen adamın bakışının verdiği his.” (s.265)
“Bunu düşünürken, bu akşam, kalbim ve midem paramparça,
sonunda kendi kendime hayatın belki de bu olduğunu söylüyorum. Fazlasıyla
umutsuzluk. Ama aynı zamanda, güzel bir iki an. Zamanın aynı olmadığı. Sanki
müzik notaları zaman içinde bir tür parantez açıyor. Bir erteleme. Buradaki
başka yer. Asla’daki her zaman. Evet, bu işte! Asla’daki her zaman. Sizin için,
bundan böyle asladaki her zamanların peşinden koşacağım. Bu dünyadaki
güzelliğin...” (s.276)