12 Tem 2017

Muriel Barbery - Kirpinin Zarafeti

“Belli ki yetişkinler zaman zaman durup yaşamlarının nasıl bir facia olduğunu düşünüyorlar. Ama o zaman da bir şey anlamadan sızlanıp duruyorlar ve hep aynı cama çarpan sinekler gibi, çırpınıyor, ıstırap çekiyor, yıkılıyor,çöküyorlar ve kendilerini gitmek istemedikleri yere sürükleyen olaylar zinciri üzerine düşünüyorlar. Hatta içlerinden en zekileri bu sorgulamayı bir din haline bile getirirler: Ah şu burjuva yaşamın lanet olası değersizliği! Bu türün içerisinde, babalarının sofrasında yemek yerken “Gençlik hayallerimize ne oldu?” diye kül yutmaz ve hoşnut bir havada soran kinikler vardır. “Uçup gitti, hayat dediğin serttir.” Bu türden sahte olgunluk bilinçliliğinden nefret ediyorum. Aslında onlar da diğerleri gibi. Başlarına neyin geldiğini farkedemeyen ve ağlamak isterken sert şişko rolü oynayan yumurcaklar...” (s.13)

“Yaşam saçmaysa eğer bu yaşamda parlak bir başarı göstermenin başarısızlıktan daha değerli olmadığını belli ki kimse düşünmemiş. Başarılı olmak daha rahat yalnızca. Üstelik bence aklı başında insana başarı acı verir; vasat zekalar ise her zaman bir şeyler umar.” (s.15)

“Ölmek, nazikçe bir geçiş olmalı, dinginliğe doğru pamuklar üzerinde bir kayış.” (s.16)

“Aristokrat kimdir? Etrafı bayağılıklarla çevirili olsa bile bayağılığın erişemediği bir kadın.” (s.22)

“Sanatın güzelliği, aşk ve dostluk dışında insan yaşamını besleyebilecek pek bir şey göremiyorum. Aşktan ve dostluktan gerçekten söz edebilmek için fazla gencim. Ama sanat... eğer yaşamam gerekseydi bütün yaşamım sanat olurdu. Sanat derken ne kastettiğimi anlamalısınız: Yalnızca ustaların başyapıtları değil sözünü ettiğim. Vermeer bile beni yaşama bağlayamaz. Yüce ama ölü. Hayır, ben dünyadaki güzelliği düşünüyorum; yaşamın hareketi içinde bizi yükseğe çıkarabilecek olan şeyi.” (s.27)

“İnsanlar eylemlerin değil, sözcüklerin güç sahibi olduğu bir dünyada yaşıyorlar; nihai yetenek dile hakim olmak. Korkunç bir şey bu.” (s.46)

“Dünya erişilmez bir gerçekliktir; onu tanıma çabası boşunadır.” (s.50)

“Bir eve hastalık girdiğinde yalnızca bir bedeni ele geçirmekle kalmaz, kalpler arasında da karanlık bir ağ örer ve umut bu ağa gömülür.” (s.60)

“Güvensizliklerimizi birbirimizle paylaşsaydık,taze fasulye ile C vitamininin, varlığı beslese bile yaşamı kurtarmadığını ve ruhu beslemediğini kendi kendimize söyleyebilmek için kendi aramızda bir araya gelebilseydik ne kadar iyi olurdu.” (s.65)

“Sessizliğin içeriye gitmeyi sağladığını, yalnızca dışarıdaki yaşamla ilgilenmeyenlere gerektiğini onun anlayabileceğini sanmıyorum, çünkü onun içi dışarısı kadar kaotik ve gürültülüdür.” (s.69)

“Genç bir kadın aile evini ateşe verdi. Neden yaptığı sorulduğunda, bir duygu hissetmek istemiştim cevabını verdi.” (s.72)

“Dışarıda, dünya uğulduyor ya da uyukluyor, savaşlar patlak veriyor, insanlar yaşayıp ölüyor, uluslar yok oluyor, bir süre sonra batacak başka uluslar doğuyor. Bütün bu gürültü ve öfke içinde, bu taşkınlar ve bu çatlamalar içinde, dünya yol alıyor, tutuşuyor, parçalanıyor ve yeniden doğuyor, insan yaşamı ise çırpınıp duruyor.” (s.76)

“Aşktan söz ediyoruz, iyilikten ve kötülükten, felsefeden ve uygarlıktan ve susamış kenenin sıcacık iri köpeğine sarılması gibi bu saygın ikonlara sarılıyoruz.” (s.82)

“Asıl yenilik zamana rağmen yaşlanmayandır. Tapınağın yosunu üzerindeki kamelya, Kyoto dağlarının moru, mavi porselenden bir fincan... Geçici tutkuların ortasında bu saf güzelliklerin patlak vermesi hepimizin özlem duyduğu şey değil mi? Ve bizlerin, Batı uygarlıklarının erişemediği şey de bu değil mi? Bizzat yaşamın hareketindeki sonsuzluğun seyrine dalınması.” (s.85)

“Ya edebiyat, ayna nöronları harekete geçirmek ve eylemin ürpertilerine az bedel ödemek için bakılan bir televizyonsa?Ya, daha kötüsü, edebiyat, ıskalanan her şeyi bize gösteren bir televizyonsa?” (s.87)

“Bir halk atasözü gibi gelebilir kulağa, oysa bunlar Savaş ve Barış’ta mareşal Kutuzov’un Prens Andrey’e söylediği sözler: Bana hem savaş için hem de barış için epey sitemde bulunuldu. Ama her şey vaktinde gelir. Beklemeyi bilen için her şey vaktinde gelir.” (s.90)

“Kitaplar ve sözcüklerden oluşan bu olağanüstü silahlara sahip olunduğunda iş kolaylaşır. Ben de böylelikle kendi doğasına direnme gücünü yazılı işaretlerden alan eğitimli biri oldum.” (s.91)

“İnançlarımızın üzerinde yükseldiği kaide asla sarsılmasın diye kendi kendimizi manipüle etme yeteneğimiz ne büyüleyici!” (s.92)

“Sadeliğin ürpertisini seviyorum. Güzellik çabasının, yaratıcı ıstırabın ve yüce ufuklara olan sonsuz ve umutsuz özlemin yer almadığı bu uzamsal-zamansal boyut çağrısını seviyorum.” (s.101)

“Her günü sanki yarın tekrar doğmak zorundaymışız gibi yaşıyoruz.” (s.103)

“Yaşamımızın mutlu anları böyle akıp gider. Kararın ve niyetin yükünden kurtulmuş bir halde kendi iç denizlerimizde dolanırken, çeşitli hareketlerimize sanki başkasının eylemleriymiş gibi tanık oluruz ve yine de iradedışının yetkinliğine hayran kalırız.” (s.106)

“Yaşlanacağımız kesin. Bunun güzel, iyi, neşeli olmayacağı da kesin. Önemli olanın şimdiki zaman olduğunu kendimize söylemeliyiz: Şimdi, bir şeyi, ne pahasına olursa olsun bütün gücümüzle inşa etmek.” (s.111)

“Duygularımız irademize karşı koyduğunda, amaçlarına erişmek için elinden gelen kurnazlığı ardına koymaz.” (s.117)

“Bayan Michel’de kirpinin zarafeti var. Dışardan dikenlerle zırhlı, tam bir kale, ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir rafinelik var. Onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.” (s.124)

“Kendi kesinliklerimizin ötesini asla göremiyoruz ve daha ciddisi, buluşmaktan, karşılaşmaktan vazgeçtik. Bu daimi aynalarda kendimizi tanımadan yalnızca kendimizle karşılaşıyoruz. Eğer kendimizi fark edersek, başkasında yalnız kendimize baktığımızın, çölde tek başımıza olduğumuzun bilincine varırsak, deliririz.” (s.125)

“Sanat yaşamdır, ama başka bir ritm üzerinde.” (s.132)

“Sanırım kendi ruh halimizi seçebiliriz, çünkü çok katmanlı bir bilincimiz var.” (s.133)

“Ağaçları sevme yeteneğinde çok fazla insanlık vardır. İlk büyülenmelerimize duyduğumuz özlem vardır. Doğanın bağrında kendini bunca anlamsız hissetmenin büyük gücü vardır.” (s.146)

“İnsanın kendi paranoyası konusunda yanılgıdan kurtulması daima huzur verir.” (s.149)

“İşin kolayı hep bulunur. Gerçi ben bu yolu seçmekten hep tiksinmişimdir. Benim çocuğum yok, televizyon seyretmem, Tanrı’ya inanmam... İnsanlar hayatlarının daha kolay olması için bu patikaları seçerler. Çocuklar kişinin kendisiyle yüzleşme acılı görevini ertlemesine yardım eder, torunlar da bunu sürdürür. Televizyon, boş hayatlarımızın hiçliğinden yola çıkarak projeler inşa etmek gibi bitkin düşürücü bir zorunluluktan bizi uzaklaştırır; gözleri aldatarak, ruhu duyunun büyük işinden kurtarır. Tanrı ise, memeli soyumuzdan gelen kaygılarımızı yatıştırır, zevklerimizin günün birinde son bulacğaı yönündeki dayanılmaz kesinliğe dayanma gücü verir. Dolayısıyla, ne gelecek, ne soy sop varken, saçmalığın kozmik bilincini sersemleştirecek piksellerim yokken, sonun kesinliği ve boşluğun öngörüsü içindeyken, kolaycılık yolunu seçmediğimi sanırım söyleyebilirim.” (s.152)

“Tek bir dostunuz olsun ama onu da iyi seçin.” (s.155)

“Marguerite’le birlikteyken gözde sohbet konumuz aşktır. Aşk nedir? Nasıl sevilir? Kim? Ne zaman? Niçin? Görüşlerimiz ayrışıyor. Tuhaf bir şekilde Marguerite’in entelektüel bir aşk anlayışı var; oysa ki ben müzmin bir romantiğim. O aşkı rasyonel bir tercihin meyvesi olarak görüyor, oysa ki ben nefis bir itkinin sonucu olarak görüyorum. Buna karşılık bir konuda hemfikiriz: Sevmek bir araç değil, amaç olmalı.” (s.166)

“Dünyanın çirkin olduğunu bilsem de bunu görmek istemiyorum.” (s.181)

“Sonuzluk kovalayan, yalnızlık biçer.” (s.182)

“Gün be gün kendi yaşamımızı arşınlıyoruz, tıpkı bir koridoru arşınlar gibi.” (s.199)

“Bazı yaz yağmurları, bizim içimize,kalbimizle birlikte çarpan yeni bir kalp gibi demir atarlar.” (s.200)

“Canlı olmak belki de budur: Ölen anların ardında koşmak.” (s.234)

“Kalbim yumak olup yuvarlanmış kedi yavrusu gibi sıkışıyor.” (s.235)

“Bütün bu arayışlar, bütün bu dünyalar... Birbirimize bunca benzer olup da bunca uzak dünyalarda nasıl yaşayabiliyoruz?” (s.256)

“Bir şeylerin bitmesi gerek, bir şeylerin başlaması gerek.” (s.256)

“Ağlıyorum, durdurulamazcasına ağlıyorum, iki gözüm iki çeşme ağlıyorum, mutluluğun irive güzel gözyaşlarıyla ağlıyorum, çevremizde dünya sulara gömülüyor ve geriye tek bir his kalıyor. Yanında kendimi biri olarak hissettiğim ve nazikçe elimi tutarak dünyanın bütün sıcaklığıyla bana gülümseyen adamın bakışının verdiği his.” (s.265)

“Bunu düşünürken, bu akşam, kalbim ve midem paramparça, sonunda kendi kendime hayatın belki de bu olduğunu söylüyorum. Fazlasıyla umutsuzluk. Ama aynı zamanda, güzel bir iki an. Zamanın aynı olmadığı. Sanki müzik notaları zaman içinde bir tür parantez açıyor. Bir erteleme. Buradaki başka yer. Asla’daki her zaman. Evet, bu işte! Asla’daki her zaman. Sizin için, bundan böyle asladaki her zamanların peşinden koşacağım. Bu dünyadaki güzelliğin...” (s.276)