27 Tem 2017

Hakan Günday - Az

“Çok olmadığımız kesin
Çok olan tarafta değiliz
Çok olan tarafta olmayacağız...” Nevzat Çelik

“Maddenin hallerinden biri de olağanüstü olandır.” (s.22)

“Dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut.” (s.41)

“Kısa araba geçmişinde en sevdiği yer olduğuna karar verdiği cam kenarında oturuyordu. Manzaradan değildi cam kenarını sevmesi. Yanında bir insan az olması demekti. Öğreniyordu Derdâ. Ne kadar az, o kadar iyi.” (s.57)

“Travmatik olan hayattı. Hepsi. Bütün hayat. Her şey. Özellikle de travmatik gibi durmayan ne varsa. Doğmak gibi. Dolayısıyla, doğum sonrası depresyon, yeni annelerin yakalandığı psikolojik bir hastalığın değil, hayatın tanımıydı. Hayatta kalma isteğinin. Hayata rağmen.” (s.97)

“Hayal gücü yüksek insanların çoğu gibi ticaretten anlamıyordu.” (s.97)

“Kendisini odasına kilitleyip, dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır.” (s.120)

“İnsanlığın ergenlik hali, bütün aptallığına rağmen, hayatı boyunca, özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir.” (s.121)

“Eğer bu dünyada bir yerlerde, insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu. O dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. Eğer bir yerlerde, başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı. Ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak da geri verirdi. Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar.” (s.121)

“Sadece hayalde kalacağı için kurmaya cesaret ettiği tek hayali gerçek olmuştu. Sonra başka bir şey düşündü: Kim seçiyor acaba, dedi içinden. Hangi hayalin gerçek olacağını? O hayali kuran mı, yoksa o hayali kurduran mı?” (s.137)

“Ben ölüyüm! Bunu anlayabiliyor musun? Ölü! Sadece daha gömülmedim, o kadar!” (s.165)

“Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı.” (s.173)

“Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı. İsa çevresindeki mezarlara baktı ve iyi ki ölüyorlar, dedi içinden. İnsanoğlunun, hak ettiği için öldüğüne o gün inandı. Ölene kadar da başka bir şeye inanmadı.” (s.203)

“O günden sonra Derda, hücre hücre öldü ve gün gün yaşlandı. Çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. Ve korkuyu beklemek, korkudan beterdi. Bir zamanlar, birinin yazdığı gibi...” (s.222)

“Belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi...” (s.280)

“Herkesin öyle bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı? İçine atıp sifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu...” (s.285)

“Adını çok düşündüm. Bildiklerimden hiçbirini yakıştıramadım. Seni bulduğum gün, senden duyacağım. Bu yüzden tahmin etmeyi bıraktım. Şimdilik sana, sevgilim, diyorum. Umarım kızmazsın.” (s.331)

“Sana yemin ediyorum. Her neredeysen gelip seni bulacağım. Eğer öldüysen, peşinden koşacağım. Ölümden sonra hayat yoksa da, sana kavuşmak için, onu yaratacağım. Çünkü sana aşığım.” (s.331)

“Bazı insanlar böyledir. Diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar. Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp yorulduklarında önce onu açarlar. Her neyse...” (s.346)

“Küçük bir kız gibi hissediyorum kendimi. Aslında belki de on bir yaşındaki bir kız yazıyor sana bütün bunları. Her neyse! Mektubun başında da belirttiğim gibi, nereye varacağını bilmediğim bölüme geldik: Sona. Çünkü senden ne istediğimi bilmiyorum. Ama sanki sen ve ben... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Hâlâ okuyorsan hâlâ yanımdasındır. Ama eğer, bütün bunları sadece birer tesadüf olduğunu düşünüyorsan, hemen gidebilirsin. Hayatlarımıza devam eder ve her şeyi unuturuz. Hayır, yalan söylemeyeceğim. Ben hayatıma devam edemem ve hiçbir şeyi unutamam!
Çünkü Oğuz Atay’ı da okudum, seni de tanıdım...
Diyebilirsin ki, bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın, belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim: Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az, dediğin, küçücük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece iki harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve  yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi...
Bu yüzden belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum, demek, seni kendimden çok biliyorum, demektir. Belki de az, her şey demektir. Ve belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.” (s.349)

“Seni az seviyorum, dedi Derdâ.
Ben daha az, dedi Derda.
Bir daha da konuşmadılar.” (s.354)