“Herkesin hayatında adeta sarhoşluk içinde, rüyadaymış
gibi geçirilmiş anlar vardır: Ateşli bir hastalık, aşırı yorgunluk, büyük bir
sevinç, aşk ya da düpedüz sarhoşluk. İnsanın pek kendinde olmadığı, dış
dünyayla bağlarının seyreldiği anlar. Üzerinden zaman geçtikten sonra, o anla
ilgili birçok şey silinir gider. O sırada olup bitenler, konuşulanlar,
söylenenler unutulur. Ama gene de hatırlanan bir şeyler kalır: Birinin yüz
ifadesi, bir eşyanın ayrıntısı, merkezinde bunların durduğu bir an, bir sahne.
Belirsizliğin içinde birden çakan bir sahne, nerede görüldüğü çıkarılamayan bir
nesnenin anlık görünüşü, kendine gelen kişi için geçmiş yaşantının özeti
oluverir birden. Bugünün duygusu; insanın geçmiş yaşantıyı sevinçle mi, utançla
mı, sıkıntıyla mı, suçluluk duyarak mı hatırlayacağı da bu sahneye bağlı değil
midir?” (s.9)
“Geçmişe bakmak, onun dönüp bize bakması demek değildir
her zaman. Yüzümüzü geçmişe dönmek, onun yüzünü bize dönmesi anlamına
gelmeyebilir.” (s.13)
“Şu soruyu sormuştu Tanpınar: Neden geçmiş bizi bir kuyu
gibi çekiyor? Nerede olduğunu hatırlayamadığım bir yerde Nietzsche söylemişti
sanırım: İnsan bir kuyuya bakarsa, kuyu da ona bakar. Suyu çekilmiş, kurumuş
bir kuyu olmalı Nietzsche’ninki. Tanpınar’ın kuyusunun dibinde ise hep bir su birikintisi
vardır; tıpkı bir ayna gibi, bakana kendi yüzünü yansıtır.” (s.15)
“Tabiat bir çerçeve, bir sahnedir der Tanpınar. Demek ki,
o da kendi başına bir varlık değil, hatıraların içimizde konuşmasına izin veren
bir zemindir.” (s.23)
“Beyhude hatırlıyoruz, bu hiç olmamış şeyleri.” Ahmet
Hamdi Tanpınar (s.26)
“Düşünmekten, yaşamaya fırsat bulamamış.” (s.30)
“İçindeki çocuk da yaşamadığı için büyümemiştir. Kendine
bir hayat kuramamış, sahte olurum ya da kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamamış,
bir kere böyle düşündüğü için başka türlü düşünememiş, sırf öyle söylediği için
bütün hayatını kelimeler uğruna harcamıştır.” (s.31)
“Dışarıda yağmur yağıyor, sen yağmurun dinmesini
bekliyorsun. Mevsimlerden sonbahardır ve içindeki bu yavaş hüzün, sonbahar
yüzündendir. İlkbahar olsaydı böyle hissetmezdin. Mevsimlerin değiştiğini
gözden kaçırmamalısın, mevsimleri ve insanları birbirine karıştırmamalısın.”
(s.32)
“Gerçeklere yabancılığı, sahteliğe dayanamayışı, sözünün
eri olması, her söyleneni ciddiye alması, Dostoyevski’yle Dostoyevski,
Gorki’yle Gorki olması, inançlarından taviz vermemesiyle, yetişkinlerin
dünyasında yaşamayı bir türlü öğrenememiş bir çocuk gibidir Selim; bir yere
tutunmak için boş yere çırpınan inanç, büyük ve güzel şeyler yaratma umudu,
çocuğun kırılmamış iradesi; kırılmaktan, kirlenmekten duyulan korkudur.
Sıkıntılarına ancak romantik oldukları sürece katlanabilir, insanlarla ancak
onlara inandığı sürece birlikte olabilir.” (s.37)
“Buraya konuşmak için geldim. Bütün mesele kelimelerse,
kelimelerle istediğim gibi oynayacağım. Kelimelerle yeni bir akıl kuracağım.”
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar (s.38)
“Gündelik şeyler beni boğuyor. Halbuki içimde başka
susuzluklar var.” Ahmet Hamdi Tanpınar (s.50)
“Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği
aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.” Yusuf Atılgan, Aylak Adam (s.59)
“Bir yapıt yaratmak, büyük bir iş başarmak, iyi, dolu,
güzel bir yaşam yaşamasını bilmiş olmaktan daha önemli sayılabilir mi hiç?”
Bilge Karasu, Gece (s.102)