26 Şub 2017

Albert Camus - Denemeler

“Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır. Demek ki sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu, en gündelik ve evrensel gerçeğe bağlar. Ve çok kez, kendilerini başkalarından ayrı gördükleri için, sanatı seçenler kısa bir zaman sonra anlarlar ki sanatlarını ve başkalıklarını ancak herkesle benzerliklerini ortaya koyarak gösterebilirler.” (s.12)

“Her yazarın, ister istemez kendini anlattığı ve kitaplarında yalnız kendisi olduğu düşüncesi bize romantizmin bıraktığı çocukça inançlardan biridir.” (s.20)

“Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir. Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur.” (s.21)

“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanlar, tatsız ve acımasız, inançlar yüzünden her şeyden utanır oldular. Kendilerinden, mutlu olmaktan, sevmekten, yaratmaktan utanıyorlar. Öyle bir zaman ki bu Racine Berenice’i yazdı diye yüzü kızaracak, Rembrandt Gece Nöbeti tablosunu yaptı diye mahallenin karakoluna koşup kendini bağışlatmanın yolunu arayacak. Yazarlar ve sanatçılar bugün vicdan azapları içinde yaşıyorlar. Kendimizi bağışlanık göstermeye çalışmak moda oldu aramızda. Doğrusunu isterseniz, bu duruma düşmemiz için bir hayli uğraşıyorlar. Dört bir yanımızdan politikacılar bağırıp duruyorlar bize ve kendimizi savunmaya zorluyorlar bizi. Yararsız oluşumuzun ve yararsızlığımız dolayısıyla kötü amaçlara araç oluşumuzun hesabını vermeliymişiz.” (s.43)

“Resmi tarih, oldum olası, büyük katillerin tarihidir.” (s.44)

“Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir. Ama ölüm, soyutlaştı mı, yaşam da soyutlaştı demektir. Bir adamın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onu soyutlaştırmak değil de nedir? İşin kötüsü, biz, ideolojiler, hem de toptancı ideolojiler çağındayız. Bu ideolojiler, kendilerine, dar kafalarına, budalaca mantıklarına o kadar güveniyorlar ki, dünyanın esenliğini yalnız kendilerinin başa geçmesine ve başkalarının boyun eğmesine bağlı görüyorlar. Oysa, bir insana ya da herhangi bir şeye boyun eğdirmeyi istemek, onun kısır, sessiz, hatta ölü olmasını isteme demektir.” (s.46)

“Artık insanlar arasında değil, bir gölgeler dünyasında yaşıyoruz.” (s.46)

“Toplama kamplarının bir kurbanının, kendini çamura atanlara bunu yapmamaları gerektiğini anlatmasına olana yoktu, hâlâ da yok. Çünkü bunu yapanlar, artık bir düşüncenin adamıdırlar. Bu düşünce de yumuşamak nedir bilmeyen bir istemin buyruğundadır. İnsanlara boyun eğdirmek isteyenin kulağı sağırdır. Onun önünde ya dövüşeceksin, ya öleceksin. İşte bu yüzden, bugünün insanları korku içinde yaşıyorlar. Mısırlıların “Ölüm Kitabı”nda doğru bir Mısırlının öbür dünyada temize çıkabilmesi için şunu söyleyebilmesi gerekirmiş: Kimseyi korkutmadım. Günümünüzün büyükleri arasında, kıyamet günü, bu sözü söyleyecek adamı güç bulursunuz.” (s.47)

“Gerçek sanatçılar politika şampiyonu olamazlar. Çünkü onlar, rakiplerinin ölümüne duygusuz kalamazlar. Sanatçılar yaşamdan yanadırlar. Ölümden yana değil. Etin kemiğin adamlarıdır onlar, yasanın değil. Sanatçı oldukları için, düşmanlarını bile anlamak zorundadırlar. Ama, bu, hiç de demek değildir ki, iyi ile kötüyü ayırt etmek gücünden yoksundurlar. Başkalarının yaşamını yaşamak güçleri olduğu için, en azılı suçluyu bile temize çıkaran yanı, acıyı görebilirler. İşte, onun için bizler hiçbir zaman mutlak bir yargı veremeyiz ve giderek mutlak cezayı da kabul edemeyiz. Ölüm cezasını kabul eden dünyamızda sanatçılar, insanın ölümü reddeden yanını tutarlar. Yalnız cellatların düşmanıdırlar, başka hiç kimsenin değil.” (s.51)

“Devrim, insanın yazgısına karşı koyması, hakkını istemesidir.” (s.64)