“Sanat bence, en büyük sayıda insanı, ortak acılar ve
sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır. Demek ki sanat,
sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar; onu, en gündelik ve evrensel gerçeğe
bağlar. Ve çok kez, kendilerini başkalarından ayrı gördükleri için, sanatı
seçenler kısa bir zaman sonra anlarlar ki sanatlarını ve başkalıklarını ancak
herkesle benzerliklerini ortaya koyarak gösterebilirler.” (s.12)
“Her yazarın, ister istemez kendini anlattığı ve
kitaplarında yalnız kendisi olduğu düşüncesi bize romantizmin bıraktığı çocukça
inançlardan biridir.” (s.20)
“Ölmeye yanaşmadığı sürece insan yaşamayı seçiyor
demektir. O zaman da görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir.
Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile,
eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar
ya da uçurumdur.” (s.21)
“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanlar, tatsız ve
acımasız, inançlar yüzünden her şeyden utanır oldular. Kendilerinden, mutlu
olmaktan, sevmekten, yaratmaktan utanıyorlar. Öyle bir zaman ki bu Racine
Berenice’i yazdı diye yüzü kızaracak, Rembrandt Gece Nöbeti tablosunu yaptı
diye mahallenin karakoluna koşup kendini bağışlatmanın yolunu arayacak.
Yazarlar ve sanatçılar bugün vicdan azapları içinde yaşıyorlar. Kendimizi
bağışlanık göstermeye çalışmak moda oldu aramızda. Doğrusunu isterseniz, bu
duruma düşmemiz için bir hayli uğraşıyorlar. Dört bir yanımızdan politikacılar
bağırıp duruyorlar bize ve kendimizi savunmaya zorluyorlar bizi. Yararsız
oluşumuzun ve yararsızlığımız dolayısıyla kötü amaçlara araç oluşumuzun
hesabını vermeliymişiz.” (s.43)
“Resmi tarih, oldum olası, büyük katillerin tarihidir.”
(s.44)
“Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri
artık iyi gitmiyor demektir. Ama ölüm, soyutlaştı mı, yaşam da soyutlaştı
demektir. Bir adamın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onu soyutlaştırmak
değil de nedir? İşin kötüsü, biz, ideolojiler, hem de toptancı ideolojiler
çağındayız. Bu ideolojiler, kendilerine, dar kafalarına, budalaca mantıklarına
o kadar güveniyorlar ki, dünyanın esenliğini yalnız kendilerinin başa geçmesine
ve başkalarının boyun eğmesine bağlı görüyorlar. Oysa, bir insana ya da
herhangi bir şeye boyun eğdirmeyi istemek, onun kısır, sessiz, hatta ölü
olmasını isteme demektir.” (s.46)
“Artık insanlar arasında değil, bir gölgeler dünyasında
yaşıyoruz.” (s.46)
“Toplama kamplarının bir kurbanının, kendini çamura
atanlara bunu yapmamaları gerektiğini anlatmasına olana yoktu, hâlâ da yok.
Çünkü bunu yapanlar, artık bir düşüncenin adamıdırlar. Bu düşünce de yumuşamak
nedir bilmeyen bir istemin buyruğundadır. İnsanlara boyun eğdirmek isteyenin
kulağı sağırdır. Onun önünde ya dövüşeceksin, ya öleceksin. İşte bu yüzden,
bugünün insanları korku içinde yaşıyorlar. Mısırlıların “Ölüm Kitabı”nda doğru
bir Mısırlının öbür dünyada temize çıkabilmesi için şunu söyleyebilmesi
gerekirmiş: Kimseyi korkutmadım. Günümünüzün büyükleri arasında, kıyamet günü,
bu sözü söyleyecek adamı güç bulursunuz.” (s.47)
“Gerçek sanatçılar politika şampiyonu olamazlar. Çünkü onlar,
rakiplerinin ölümüne duygusuz kalamazlar. Sanatçılar yaşamdan yanadırlar.
Ölümden yana değil. Etin kemiğin adamlarıdır onlar, yasanın değil. Sanatçı
oldukları için, düşmanlarını bile anlamak zorundadırlar. Ama, bu, hiç de demek
değildir ki, iyi ile kötüyü ayırt etmek gücünden yoksundurlar. Başkalarının
yaşamını yaşamak güçleri olduğu için, en azılı suçluyu bile temize çıkaran
yanı, acıyı görebilirler. İşte, onun için bizler hiçbir zaman mutlak bir yargı veremeyiz
ve giderek mutlak cezayı da kabul edemeyiz. Ölüm cezasını kabul eden dünyamızda
sanatçılar, insanın ölümü reddeden yanını tutarlar. Yalnız cellatların
düşmanıdırlar, başka hiç kimsenin değil.” (s.51)
“Devrim, insanın yazgısına karşı koyması, hakkını
istemesidir.” (s.64)