“Zaman hep geleceğe mi akar?” (s.14)
“Belki de, gerçekten bir kuştum artık, kuşlardan daha
hafif, kuşlardan daha özgür bir kuştum. Olsa olsa, yalnızca kanatlarım yoktu.”
(s.46)
“Geçmişi küçük anlarda, geleceği de düşlerde arayıp
bulmaktan başka seçeneğimiz yoktu.” (s.62)
“Dağ bile dağlığını tek başına yaşıyor neredeyse, görüp
işiteni yok; kendini kendi onaylamak zorunda. Biz de sessizliğimizle gitgide
ona benziyoruz sanki; şeyi şeyle tanımladığımız yıllardan kalan sözcükler
dilimizin ucunda buruk birer tat şimdi. Belki de onlardan oluşmuş bir geçmişte
yaşıyorduk biz; dağa çıkışımız, kaçış umudumuzu dağ sözcüğüyle süslemekten
başka bir şey değildi.” (s.64)
“Bir kadın, ellerini bir çift güvercin kadar günahsız
sayan bir kadın, taşıdığı son kuşkunun karanlığına dikiyordur gözlerini onu
bulabilmek için. Bulamıyordur tabii... Bir kapının belleğindedir şimdi o.
Sokaktan gelip geçenler, bu yüzden, gri bir eksiklik buluyorlardır kapıda.”
(s.67)
“Her şeyi bilmek için erkendi belki, bilmeler
yaşamalardan geçerdi ve biz önce yaşayacaktık.” (s.70)
“Hatırlarsan, biz, duruşuna düşsel gıcırtılar
yakıştırdığımız tozlu bir çıkrığın dibine oturmuş, bir yandan ellerimizi belli
belirsiz aydınlatan beyaz leblebiyle bira içiyor, bir yandan da masmavi
susuyorduk. Zamanlardan yaratılmış bir mekandaydık sanki, her şeyi aynı anda,
ancak susarak yaşayabiliyorduk.” (s.76)
“Biliyorum, elinden gelse, her şeye karışıp başka
gözlerden de silinecektin. Renklerin ardına gizlenmiş bir renk gibi tıpkı. Ama,
silinemiyordun ve vardın. Üstelik hem aynada hem de masadaydın. İş
arkadaşlarının gönlündeydin elindeki kahverengi çantayla. Onlarla birlikte
şehrin her köşesine dağılmıştın; çocuğunun geçmişinde ve geleceğindeydin,
karının aklındaydın, kardeşlerinin kardeşlik duygularında, bir denizin
belleğinde, kendine mektuplar yazan bir adamın hatıralarında, kitapçıların
bilgisayarındaydın. Öyle çoktun ki, yoktun.” (s.77)
“Gözlerinse maviydi, nereye bakarsan bak, iki damla deniz
içini çeke çeke kendini martısızlığa vuruyordu.” (s.77)
“İlk günkü gibi beyaz leblebiyle bira içmiyorduk artık,
herkes kendi içkisine dönmüştü. Üstelik, garsonlar sana rakı bana şarap
getirdikçe, geçmişteki biraların tadı hızla bozulmuştu. Artık biliyorduk ki, o
biralar şişelenmiş birer uzlaşmaydı.” (s.78)
“Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler
çizebilirmiş.” (s.91)
“Caddeden gelip geçen insanlara bakarken, hiçbir şey
bitmiyor, diye mırıldandım. Hele geçmiş, hiç bitmiyor. Herkes geçmişini
çoğaltıyor sürekli.” (s.117)
“Birbirimizi görmeyeli yıllar olmuş gibi, bakıştık bir
süre. Ben, içimden, bakışmak dokunmaya ne kadar yakın böyle, diye geçirdim o
sırada.” (s.119)
“Sen bilirsin dedi arkadaşım, git her zamanki gibi
harflerin içine gömül bakalım.” (s.128)