24 Ara 2016

Hasan Ali Toptaş - Ölü Zaman Gezginleri

“Zaman hep geleceğe mi akar?” (s.14)

“Belki de, gerçekten bir kuştum artık, kuşlardan daha hafif, kuşlardan daha özgür bir kuştum. Olsa olsa, yalnızca kanatlarım yoktu.” (s.46)

“Geçmişi küçük anlarda, geleceği de düşlerde arayıp bulmaktan başka seçeneğimiz yoktu.” (s.62)

“Dağ bile dağlığını tek başına yaşıyor neredeyse, görüp işiteni yok; kendini kendi onaylamak zorunda. Biz de sessizliğimizle gitgide ona benziyoruz sanki; şeyi şeyle tanımladığımız yıllardan kalan sözcükler dilimizin ucunda buruk birer tat şimdi. Belki de onlardan oluşmuş bir geçmişte yaşıyorduk biz; dağa çıkışımız, kaçış umudumuzu dağ sözcüğüyle süslemekten başka bir şey değildi.” (s.64)

“Bir kadın, ellerini bir çift güvercin kadar günahsız sayan bir kadın, taşıdığı son kuşkunun karanlığına dikiyordur gözlerini onu bulabilmek için. Bulamıyordur tabii... Bir kapının belleğindedir şimdi o. Sokaktan gelip geçenler, bu yüzden, gri bir eksiklik buluyorlardır kapıda.” (s.67)

“Her şeyi bilmek için erkendi belki, bilmeler yaşamalardan geçerdi ve biz önce yaşayacaktık.” (s.70)

“Hatırlarsan, biz, duruşuna düşsel gıcırtılar yakıştırdığımız tozlu bir çıkrığın dibine oturmuş, bir yandan ellerimizi belli belirsiz aydınlatan beyaz leblebiyle bira içiyor, bir yandan da masmavi susuyorduk. Zamanlardan yaratılmış bir mekandaydık sanki, her şeyi aynı anda, ancak susarak yaşayabiliyorduk.” (s.76)

“Biliyorum, elinden gelse, her şeye karışıp başka gözlerden de silinecektin. Renklerin ardına gizlenmiş bir renk gibi tıpkı. Ama, silinemiyordun ve vardın. Üstelik hem aynada hem de masadaydın. İş arkadaşlarının gönlündeydin elindeki kahverengi çantayla. Onlarla birlikte şehrin her köşesine dağılmıştın; çocuğunun geçmişinde ve geleceğindeydin, karının aklındaydın, kardeşlerinin kardeşlik duygularında, bir denizin belleğinde, kendine mektuplar yazan bir adamın hatıralarında, kitapçıların bilgisayarındaydın. Öyle çoktun ki, yoktun.” (s.77)

“Gözlerinse maviydi, nereye bakarsan bak, iki damla deniz içini çeke çeke kendini martısızlığa vuruyordu.” (s.77)

“İlk günkü gibi beyaz leblebiyle bira içmiyorduk artık, herkes kendi içkisine dönmüştü. Üstelik, garsonlar sana rakı bana şarap getirdikçe, geçmişteki biraların tadı hızla bozulmuştu. Artık biliyorduk ki, o biralar şişelenmiş birer uzlaşmaydı.” (s.78)

“Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş.” (s.91)

“Caddeden gelip geçen insanlara bakarken, hiçbir şey bitmiyor, diye mırıldandım. Hele geçmiş, hiç bitmiyor. Herkes geçmişini çoğaltıyor sürekli.” (s.117)

“Birbirimizi görmeyeli yıllar olmuş gibi, bakıştık bir süre. Ben, içimden, bakışmak dokunmaya ne kadar yakın böyle, diye geçirdim o sırada.” (s.119)

“Sen bilirsin dedi arkadaşım, git her zamanki gibi harflerin içine gömül bakalım.” (s.128)