22 Oca 2016

Aylin Balboa - Belki Bir Gün Uçarız

“Gözlerimi kapatınca kör olabiliyorum aslında. Ama karanlığı gördüğümü varsayıyorum bu sefer de, görmemeyi gururuma yediremiyorum. Tuhaf yani.” (s.15)

“Çünkü bilirsiniz, takvimlere bakarak tayin edilen zaman sadece buz gibi bir matematiktir. Oysa özlemekler sayılmaz. Özlemekler bilhassa yalnız kaldığınızda gelir suratınıza kürekle vurur.” (s.26)

“Hayal görmenin en kötü tarafı dokunma isteğini karşılayamamaları.” (s.27)

“Zamanı benim kadar iyi bilseydin, onu harcamaktan söz açamazdın.” Alice Harikalar Diyarında (s.35)

“Neresinden bakarsan bak, anlamazsın. Olanlar ve bitenler vardır. Elinden gelmeyen şeyler vardır. Tek çare zamandır. Kendini koltuğa bırakıp, gözlerini kaparsın. Zamanı daha hızlı ilerletebilmek için tek tek saniyeleri sayarsın.” (s.36)

“Zaman her şeye ilaçtı belki ama o da geçmek bilmiyordu.” (s.67)

“Sizi seven bir adamla sevmeyen bir adamın soruları arasında fark vardır.” (s.87)

“Bahçesindeki çiçekleri anlattı bana. Benim için diktiği armut ağacının nasıl serpildiğini filan. Armut biraz ironik değil mi dedim. Öyle düşünmediğini söyledi. Öyle düşünmez zaten. Ben olsam düşünürüm belki ama o düşünmez. Onunla aramızda şöyle bir fark var: o, iyi biri. Ben, kötü biri değilim.” (s.87)

“Bizim en büyük çaresizliğimiz, aklımızın hâlâ başımızda olması.” (s.100)

“Pan diye bir tanrı vardı, bilir misiniz? İnanılmamaktan öldü o. Kendisine son inanan kişi de yeryüzünü terk edince mecburiyetten öldü. Çünkü inanılmamanın öldürücü bir etkisi var.” (s.107)

“Sonra işte çok özledim. Özlemekten kalbim ağrıdı. Kavuşamayacağınızı bildiğiniz özlemekler çok çirkin ve silahlı. İnsanın doğrudan canına nişan alıyor.” (s.109)

“Sustum sonra. İçime kaçtım. Kendimden hiçbir şekilde haber alamamaya başladım. Kalbim otomatik bir su ısıtıcısının içinde mütemadiyen kaynıyordu. Her sabah bugün artık atmıştır düğmesi diye uyanıyordum ancak atmıyordu bir türlü. Öyle fokurdaya fokurdaya işe gidiyor, fokurdaya fokurdaya çalışıyor, sonra eve dönüp bütün gece fokurdamaya devam ediyordum. Bazı kriz akşamlarında aramayayım, bir şeyler yazmayım diye ellerimi dövüyor, ısrar edip uzatırsam ağzımı burnumu kırıyordum. Söyledim ya, tuttum hep kendimi. Beni çok üzdü.” (s.110)

“Zamanı o kadar sevmiyorum ki, bir insan olsa kesin bıçaklardım.” (s.110)

“Birlikteyken çok sevgili olanların bile ayrıldıktan sonraki konuşmaları asla eskisi gibi candan olmuyor. Nasılsın diyor, iyiyim sen nasılsın diyorsun, iyiyim işte diyor, tamam o zaman diyorsun, oldu madem diyor. Görünüşte bin tane şey konuşulsa bile derinlik buradan öteye geçemiyor. Büyük saçmalık. Bana imkân ve tesis sağlasalar, ayrılmayı yasaklardım.” (s.112)

“Vedalaşırken öyle sıkı, öyle uzun sarıldı ki içim buğulandı. Soğuktan sıcağa aniden geçen camlar gibi oldu içim. Parmağımla üstüme adını yazmaya kalktım. Kendime kızdım. Kalbimi çok kırdı.” (s.113)