“Geçmişte söylenen her söz, kişinin benliğinde biçimler
ve renkler toplar, biriktirir. Damarlarda kanın yanı sıra akan şey, yapılan her
hareketin, her davranışın damıtılmış hali, bütün imgelemlerin, dileklerin, rüya
ve deneyimlerin tortusudur.” (s.5)
“Arzu ediyorsanız beni hayallerim için, serseriliğin bu
en çılgın türü için tutuklayabilirsiniz, çünkü o bir hücre... Her şeyin doğduğu
gizemli, korunaklı, doğurgan hücre; insanoğlunun başardığı her şey, o küçücük
hücreden türedi.” (s.8)
“-Djuna, gerçek bir denizkızı gibi, beni denizin dibine,
orada yaşamaya götürüyorsun!
-Ben bir
denizkızı olmalıydım, Rango. Derinliklerden korkmuyorum, ama kof, sığ bir
yaşamdan ödüm patlıyor.” (s.11)
“Ayakların öyle hızlı, öyle çevik ki, seni bir çift kanat
gibi alıp götürüyor; kim bilir nereye, ama hızla, büyük bir hızla benden
uzağa.” (s.12)
“Aşk hiçbir zaman doğal nedenlerle ölmez. Ölür, çünkü biz
onun kaynağını beslemeyi bilmeyiz; körlük ve hatalar ve ihanetler yüzünden
ölür. Hastalıklardan, aldığı yaralardan ölür; bıkkınlıktan, bakımsızlıktan,
susuzluktan, donukluktan ölür, ama asla doğal nedenlerle değil. Her aşık, kendi
aşkının katili olarak mahkemeye çıkarılmalıydı. Bir şey seni incittiği, üzdüğü
zaman, hemen onu bertaraf etmeye, değiştirmeye koşuyorum; kendimi senin yerine
koymaya, senin gibi hissetmeye koşuyorum, sense sabırsız bir el hareketiyle
sırtını dönüyor, anlamıyorum, diyorsun.” (s.35)
“Bardağı kırıyor, içkiyi döküyor, sigarasıyla sehpayı
yakıyor, iradesini eriten şarabı içiyor, tasarıları lafta kalıyor, düğmelerini
kaybediyor, taraklarını kırıyor. Şöyle derdi: kapıyı boyayacağım, lambaya yağ
alacağım, çatıdaki sızıntıyı onaracağım. Aylar geçerdi: kapı boyanmamış, çatı
onarılmamış, lamba yağsız.” (s.42)
“Birinin hiç el değmemiş, henüz kirlenmemiş, temel
iyiliğine duyulan aşk, havaya bir yumuşaklık, ağaçlara okşayıcı bir salınım,
çeşmelere fıkırdak bir neşe katabilir, hüznü sürgüne yollayabilir, yeniden
doğuşun bütün belirtilerini dört bir yana saçabilir...” (s.44)
“Geçmişi en iyi kovalayan, def eden şey, güçlü, canlı bir
bugündür.” (s.49)
“Ben kadere inanmam. Herkesin içinde bir kişilik kalıbı,
bir karakter şablonu vardır; onu keşfetmek ve değiştirmek, elimizdedir. Kaderin
kurbanları olduğumuza yalnızca romantikler inanır.” (s.51)
“Dünya haritasında büyük değişiklikler olurken, insan
sevgisine duyulan bu gereksinim, aşkın yanılsamayla yaşam arasında gidip
gelmesi, yanılsamayla kişinin yaşamı arasındaki o dar, tehlikeli geçitte bazen
kırılıvermesi, bazen paramparça olması, işte bu trajedi hiç değişmiyordu.”
(s.55)
“Gizlediğimiz benliklerin başkalarına düşen gölgelerine
aşık oluruz.” (s.103)