7 Tem 2013

Hüsnü Arkan - Mino'nun Siyah Gülü

“İnsan sonuna kadar umutlu olabiliyor. Umut bir çare değil ama galiba çareden daha büyük bir şey.” (s.7)

“İlkokulu mezarlığın yanına yapmışlar. Çocuklar servilerin gölgesi altından avaz avaz geçsinler, ölülere dünyayı hatırlatsınlar diye herhalde.” (s.11)

“Bizim şu karnımız var ya! Konuşmayıp da sustuklarımız, içimize attıklarımız, şiştiklerimiz, şişip de istifra edemediklerimiz... İşte bunlar bizi başka biri yapıyor, yabancı yapıyor.” (s.16)

“Güçlü olmak denen şey, çaresizlikten doğuyor. Işığın, karanlığı beyaza boyaması gibi bir şey. Karanlık olmazsa ışığı hissedemeyiz ki.” (s.20)

“Zaman böyle bir şeydir; ileri geri döner durur. Yakınlıklar uzaklıklarla yer değiştirir. Sonra o uzaklıklar başka bir yerde, başka bir şekilde tekrar yakınlık haline gelir. Galiba olgunlaşmak diye buna diyorlar; her şeyi kabul etmeye başlıyorsun... İnsan beyni mükemmel bir çiftçi; durmadan ekip biçiyor... Sonunda olup biten her şeyi anlıyorsun.  Anlamak çok tehlikeli bir şey.” (s.22)

“Bu sabah da uyanır uyanmaz sizi düşündüm... Ama sanmayın ki özel bir adamsınız... Arzunun kapısı açık kaldığında, içeri mutlaka biri girer.” (s.29)

“Ben, sepya fotoğraflara bakarak büyüdüm. Büyümek böyle  bir şey olmalı; bir sepyanın içinde yer almak, sonra da renklenerek alakasız bir şeye dönüşmek...” (s.53)

“İnsanın insana en çok benzediği çağ, çocukluk galiba.” (s.54)

“Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor, yengecim! Yalnızca yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka bir şey olmuyor... Bir defa daha ayağa kalkana kadar, eskisi gibi gülmeye başlayana kadar, günlük işlerin hengamesine tekrar dönene kadar, bir vakit bocalıyoruz. Sonra yara izi gibi bir şey kalıyor. Zamanla kabuk bağlıyor. Elin hep oraya gidiyor, kaşıyorsun. İnsanın, diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. Sonra kaşımamayı, yoklamamayı öğreniyorsun. Hepsi yalan tabii... İnanma! Ben daha çok gencim.” (s.57)

“Birini ölümüne kırdıysan ve bu tamir edemeyeceğin bir şeyse sen de orta yerinden kırılmışsın demektir. Farkında olmasan da...” (s.61)

“Evim hoşuma gidiyor. Evimde olmak hoşuma gidiyor. Akşamüstü sırtıma bir battaniye atıp terasa çıktım. Sandalyeye oturup denizi seyrettim. Bu zamana kadar niye yalnız yaşamadım ben? Yalnızlıktan şikayet edenleri affetmeyeceğim. Sizi daima affedeceğim çünkü çok güzel kokuyorsunuz.” (s.62)

“Gidip de geri dönmelerin bir tadı vardı. İnsan geri dönünce kendi uydurduğu masallara dönmüş gibi olmalı, öyle değil mi?” (s.101)

“Siz aklıma gelince, hayatım artık bir şeye benzeyecek ama neye diye düşünüyorum.” (s.111)

“Bu dünyanın terzilerini sevmiyorum. Zehracığım; hayatı daraltıyorlar. O elbiseleri giymektense, çıplak erkek resimleri yapmayı tercih ederim. Her bir yerleri görünsün. Ne kadar korunmasızlar, ne kadar babalarına benziyorlar, ne kadar acizler. Bizi duyguya mahkum ettikleri doğrudur. Ama erkekleri de maddeye mahkum ettiler. Dünya onların yarattıkları gibi... Ama ne kadar rezil, değil mi?” (s.146)

“Bir insan, yargılanmayı göze almadan kendi olmayı nasıl başarabilir ki?” (s.155)

“Şimdi, yıldızları seyredeceğim dünyalı! Bir gün sizinle de seyrederiz. Gecenin merdivenine oturup. Hiçbir şeye sahip değilmişiz gibi.” (s.158)

“Bir gün bana giden yolu tarif eder misiniz? Ben kendime ulaşmayı beceremiyorum; yokuş var, güven vermiyor bana. Sizin içiniz bile daha düz. Ve yakın. Yürüyebileceğim mesafede. Saçlarınızı aralayıp, ensenizden öpüyorum.” (s.161)

“Aşk öğrenilebilen bir şeydir. Kadınla erkek birbirlerinden öğrenirler. Sen bana öğretmiyorsun ve öğrenmiyorsun.” (s.162)

“Yakınlığımızı hala koruyan şey, belki de birbirimizden uzak olmamızdır, kim bilir?” (s.173)

“Renklerin dünyası bzim dünyamıza benzemiyor. Onlar birbirlerine el kaldırmıyorlar, insanları evlere hapsetmiyorlar, düşmanlık gütmüyorlar. Ama aslına bakarsan hiç de dost değiller. İyi ki değiller... Onları idare etmeye çalıştığında, isyan ediyorlar. Anlamaya çalıştığında anlatmıyorlar, ketum davranıyorlar. Bazen korkuyorlar. Mesela mor, iktidar ve zulüm kokuyor. Onu çok az kullanıyorum. Mesela açık sarı mutluluk kokuyor; onu çok kullanıyorum. Yine de sadakate ihtiyacımız varmış gibi davranmamalıyız, öyle değil mi?” (s.176)

“Bugün bir yığın aptal adam ve bir yığın aptal kadın gördüm. Çok mutluydular. İnsan hizaya gelince başkalarını da aynı hizaya bekliyor.” (s.244)