“İlkokulu mezarlığın yanına yapmışlar. Çocuklar servilerin
gölgesi altından avaz avaz geçsinler, ölülere dünyayı hatırlatsınlar diye
herhalde.” (s.11)
“Bizim şu karnımız var ya! Konuşmayıp da sustuklarımız,
içimize attıklarımız, şiştiklerimiz, şişip de istifra edemediklerimiz... İşte
bunlar bizi başka biri yapıyor, yabancı yapıyor.” (s.16)
“Güçlü olmak denen şey, çaresizlikten doğuyor. Işığın,
karanlığı beyaza boyaması gibi bir şey. Karanlık olmazsa ışığı hissedemeyiz ki.”
(s.20)
“Zaman böyle bir şeydir; ileri geri döner durur. Yakınlıklar
uzaklıklarla yer değiştirir. Sonra o uzaklıklar başka bir yerde, başka bir
şekilde tekrar yakınlık haline gelir. Galiba olgunlaşmak diye buna diyorlar;
her şeyi kabul etmeye başlıyorsun... İnsan beyni mükemmel bir çiftçi; durmadan
ekip biçiyor... Sonunda olup biten her şeyi anlıyorsun. Anlamak çok tehlikeli bir şey.” (s.22)
“Bu sabah da uyanır uyanmaz sizi düşündüm... Ama sanmayın
ki özel bir adamsınız... Arzunun kapısı açık kaldığında, içeri mutlaka biri
girer.” (s.29)
“Ben, sepya fotoğraflara bakarak büyüdüm. Büyümek böyle bir şey olmalı; bir sepyanın içinde yer
almak, sonra da renklenerek alakasız bir şeye dönüşmek...” (s.53)
“İnsanın insana en çok benzediği çağ, çocukluk galiba.”
(s.54)
“Hayal kırıklığı insanı öldürmüyor, yengecim! Yalnızca
yaşama azmimiz bir parça eksiliyor; başka bir şey olmuyor... Bir defa daha
ayağa kalkana kadar, eskisi gibi gülmeye başlayana kadar, günlük işlerin
hengamesine tekrar dönene kadar, bir vakit bocalıyoruz. Sonra yara izi gibi bir
şey kalıyor. Zamanla kabuk bağlıyor. Elin hep oraya gidiyor, kaşıyorsun. İnsanın,
diliyle eksik dişini yoklamasına benziyor. Sonra kaşımamayı, yoklamamayı
öğreniyorsun. Hepsi yalan tabii... İnanma! Ben daha çok gencim.” (s.57)
“Birini ölümüne kırdıysan ve bu tamir edemeyeceğin bir
şeyse sen de orta yerinden kırılmışsın demektir. Farkında olmasan da...” (s.61)
“Evim hoşuma gidiyor. Evimde olmak hoşuma gidiyor. Akşamüstü
sırtıma bir battaniye atıp terasa çıktım. Sandalyeye oturup denizi seyrettim.
Bu zamana kadar niye yalnız yaşamadım ben? Yalnızlıktan şikayet edenleri
affetmeyeceğim. Sizi daima affedeceğim çünkü çok güzel kokuyorsunuz.” (s.62)
“Gidip de geri dönmelerin bir tadı vardı. İnsan geri
dönünce kendi uydurduğu masallara dönmüş gibi olmalı, öyle değil mi?” (s.101)
“Siz aklıma gelince, hayatım artık bir şeye benzeyecek
ama neye diye düşünüyorum.” (s.111)
“Bu dünyanın terzilerini sevmiyorum. Zehracığım; hayatı
daraltıyorlar. O elbiseleri giymektense, çıplak erkek resimleri yapmayı tercih
ederim. Her bir yerleri görünsün. Ne kadar korunmasızlar, ne kadar babalarına
benziyorlar, ne kadar acizler. Bizi duyguya mahkum ettikleri doğrudur. Ama erkekleri
de maddeye mahkum ettiler. Dünya onların yarattıkları gibi... Ama ne kadar
rezil, değil mi?” (s.146)
“Bir insan, yargılanmayı göze almadan kendi olmayı nasıl
başarabilir ki?” (s.155)
“Şimdi, yıldızları seyredeceğim dünyalı! Bir gün sizinle
de seyrederiz. Gecenin merdivenine oturup. Hiçbir şeye sahip değilmişiz gibi.”
(s.158)
“Bir gün bana giden yolu tarif eder misiniz? Ben kendime
ulaşmayı beceremiyorum; yokuş var, güven vermiyor bana. Sizin içiniz bile daha
düz. Ve yakın. Yürüyebileceğim mesafede. Saçlarınızı aralayıp, ensenizden
öpüyorum.” (s.161)
“Aşk öğrenilebilen bir şeydir. Kadınla erkek
birbirlerinden öğrenirler. Sen bana öğretmiyorsun ve öğrenmiyorsun.” (s.162)
“Yakınlığımızı hala koruyan şey, belki de birbirimizden
uzak olmamızdır, kim bilir?” (s.173)
“Renklerin dünyası bzim dünyamıza benzemiyor. Onlar birbirlerine
el kaldırmıyorlar, insanları evlere hapsetmiyorlar, düşmanlık gütmüyorlar. Ama aslına
bakarsan hiç de dost değiller. İyi ki değiller... Onları idare etmeye
çalıştığında, isyan ediyorlar. Anlamaya çalıştığında anlatmıyorlar, ketum
davranıyorlar. Bazen korkuyorlar. Mesela mor, iktidar ve zulüm kokuyor. Onu çok
az kullanıyorum. Mesela açık sarı mutluluk kokuyor; onu çok kullanıyorum. Yine de
sadakate ihtiyacımız varmış gibi davranmamalıyız, öyle değil mi?” (s.176)
“Bugün bir yığın aptal adam ve bir yığın aptal kadın
gördüm. Çok mutluydular. İnsan hizaya gelince başkalarını da aynı hizaya
bekliyor.” (s.244)