“Napoleon, Fontanes’e şöyle dermiş: şu dünyada en çok
hayranlık duyduğum şey nedir biliyor musunuz, gücün herhangi bir şey kurmakta
yetersiz kalması. Yalnız iki güç var dünyada: kılıç ile tin. Kılıç sonunda her
zaman tine yenik düşer.” (s.39)
“Hiç değilse yazgılarına ilişkin bilinçlerinde insanların
ilerlemeye hiç ara vermediklerini sanıyorum. Koşulumuzu aşamadık, gene de onu
daha iyi tanıyoruz. Çelişki içinde bulunduğumuzu ama çelişkiyi yadsımak ve onu
indirgemek için ne gerekiyorsa yapmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bizim insan
işimiz, özgür tinlerin sonsuz bunalımını yatıştıracak birkaç çözüm bulmak.
Yırtılmış olanı dikmemiz, öylesine açık bir biçimde adaletsiz bir dünyada
adaleti düşlenebilir, yüzyılın mutsuzluğuyla zehirlenmiş halklar için mutluluğu
anlamlı kılmamız gerekiyor. Hiç kuşkusuz, insanüstü bir iş bu. Ama insanların
gerçekleştirilmesine uzun zaman harcadıkları işlere insanüstü denilir, hepsi
bu.” (s.40)
“Söylenenlerin kendi başlarına yaşamı yoktur. Kendilerini
cisimleştirmemizi beklerler.” (s.46)
“Hiç kimse ne olduğunu söyleyemez. Ama ne olmadığını
söyleyebildiği olur.” (s.62)
“Umutsuzluk sessizdir. Gözler konuşacak olursa sessizlik
bile bir anlam saklar. Gerçek umutsuzluk, can çekişme, mezar ya da uçurumdur.”
(s.66)
“İnsan bir kez güçlü bir biçimde sevme şansına erdi mi, tüm
yaşamı bu ateşi ve bu ışığı aramakla geçer.” (s.72)
“Sevilmemek yalnızca şanssızlıktır. Hiç sevmemek
mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. Kan, kin yüreğin
kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa
aşk doğurmuştu onu.” (s.75)
“Kışın ortasında, en sonunda içimde yenilmez bir yaz
bulunduğunu öğreniyordum.” (s.75)
“Birden bastıran bir aşk, bir büyük yapıt, belirleyici bir
edim, dönüştüren bir düşünce, kimi anlarda aynı katlanılmaz sıkıntıyı verir,
karşı konulmaz bir çekimle birlikte. Güzelim var olma bunalımı, adını
bilmediğimiz bir tehlikenin çok hoş yakınlığı, yaşamak, o zaman, kendi
yıkımımıza koşmak mıdır? Yeniden, durup dinlenmeden, yıkımımıza koşalım.”
(s.89)
“Hep açık denizde, tehlike içinde, krallara yaraşır bir
mutluluğun göbeğinde yaşıyormuşum gibi gelmiştir bana.” (s.89)