26 May 2011

Simone De Beauvoir - Olgunluk Çağı I‏


"Kendimi çok mutlu hissetmem için kapımı kapatabilmek bana yetiyordu." (s.14)

"Uzun uykuları ve uykusuz geceleri seviyordum, ama en çok sevdiğim başıma buyrukluğumdu. Hemen hemen hiçbir şey kaprislerime karşı çıkmıyordu. Büyüklerin kulağıma doldurduğu "yaşamın ciddiyeti" deyiminin aslında pek de fazla bir ağırlığı olmadığını neşeyle görüyordum." (s.14)

"Yazmak, yaratmak: insan kendinin, amaçlarının ve araçlarının mutlak efendisi olduğunu hissetmezse bu serüvene atılamaz." (s.17)

"Pahalı şeylere sahip olmanın verdiği zevk yalın ve dolaysız değildir. Pahalı eşyalar başkaları ile bağ kurmaya yararlar. Bunların büyüleyici niteliği, üçüncü bir büyüleyici kişi tarafından verilmiştir." (s.18)

"Aramızda köklü bir aşk söz konusu; ne var ki, gelip geçici aşkları da tanımamız zorunlu.(Sartre)" (s.22)

"O benden önce ölmedikçe, bana ondan hiçbir zaman hiçbir mutsuzluk gelmeyeceğinden emindim." (s.23)

"Söz söylemek, kimi kez, suskunluktan daha becerikli bir susma tarzından başka bir şey ifade etmez." (s.25)

"Mühendis, yaşamı demir ve çimentoya hapseder; kör, duygusuz, kendisinden denklerimden olduğu kadar emin, araçları amaç yerine acımasızca koyarak dümdüz gider." (s.31)

"Yaşam beni sanattan uzaklaştırdığına göre sanat ancak yaşamı inkar ederek gerçekleşebiirdi." (s.39)

"O geçmişe aitti ve onu geleceğime feda ediyordum." (s.52)

"Dopdoluydum. Durmaksızın heyecanlarım, mutluluklarım, sevinçlerim beni geleceğe atıyorlardı ve bunların şiddeti beni boğuyordu. Olayların ve insanların karşısında, onların üstüne bir fikir edinip konuşma fırsatı veren mesafeden yoksundum; hiçbir şeyi feda etmek elimden gelmiyordu, bunun sonucunda hiçbir seçme yapamıyordum, karmakarışık ve tadına doyum olmayan bir kaynaşma içinde kendimi yitirmiştim." (s.54)

"Geçmişim bana ne onu canlandırmama yarayacak bir özlem hissettiriyor, ne de hesaplaşmalara itecek bir duygu veriyordu: Kayıtsızlığıma uyabilecek şey yalnızca suskunluktu." (s.54)

"Gururumu yitirdim ve işte orada hiçbir şeyim kalmadı." (s.56)

"Sartre ile tanıştığımda her şeyi kazandığımı sanmıştım; onun yanında kendimi gerçekleştirmemem olanaksızdı; şimdi ise kendi kendime, kendinden başkasının kurtuluşunu ummanın kendini yitirmeye koşmanın en emin yolu olduğunu söylüyordum." (s.57)

"Sadece salt akıl olmaktan coşkuyla vazgeçmiştim; yürek, kafa ve vücut tam bir uyum içinde olunca birleşmek büyük bir şölen." (s.57)

"Aşk mutluluğu denizlerin dalgalanması kadar, şeftali ağacının çiçek açması kadar kaçınılmaz ve umulmadık olmalıydı. Nedenini anlatmayı bilmeyecektim ama bedenimin duyarlılıklarıyla kararlarım arasındaki uzaklığın düşüncesi beni ürkütüyordu. Ve, tam tamına, bu ayrılma gerçekleşti. Bedenimin kaprisleri vardı ve onları dizginlemek elimden gelmiyordu; bunların şiddeti bütün savunmalarımı silip süpürüyordu. Tene erişen özlemin sadece bir nostalji değil bir acı olduğunu keşfettim; bu özlem saçlarımın dibinden tabanlarıma kadar tenimin üstünde zehirli bir gömlek dokuyordu." (s.58)

"Kavga konuları icat etmekte çok ustaydı; aşktan beklediği, coşkulu barışmalarla biten büyük acılardı." (s.63)

"Birisi bana seyahat etmek neye yarar, insan kendisini hiç terketmiyor ki demişti. Ben kendimi terk ediyordum; bir başkası olmuyordum ama kayboluyordum." (s.78)

"Bir gün bana, tam tamına yahudi olmanın ne anlama geldiğini sordu. Otoriter bir şekilde: Hiç dedim. Yahudiler yoktur, insanlar vardır." (s.143)

"Sizin tek çılgınlığınız, kendinizi deli sanmanız." (s.181)

"Yalnızlık bana hiç ağır gelmiyordu. Gevşek ve inatçı serseriliğimle, büyük iyimser çılgınlığıma bir gerçeklik veriyordum; tanrıların mutluluğunu tadıyordum. Beni mutlu eden armağanların yaratıcısı bizzat bendim." (s.188)

"Bir bağlılık, ancak bir şeye karşı kendini gösterirse güçlüdür." (s.195)

"İkimiz bir kişiyiz dediğimde aldatmacaya sapıyordum. İki birey arasında uyum hiçbir zaman sunulmuş değildir, sürekli olarak çabayla kazanılır." (s.223)

"Beyaz bir kağıdın karşısındaki yalnızlık çetindir. Gözlerimi kaldırıyor, insanların varolduklarının gerçekliğini saptıyordum. Bu beni, belki bir gün birisini etkileyecek sözcükler yazmaya yüreklendiriyordu." (s.239)

"Genellikle odamda çalışıyordum. Sartre bir kat yukarıda oturuyordu. Böylece ortak yaşamın tüm avantajlarına sahiptik ve sakıncalarından uzaktık." (s.269)

"Ben kendi gözlerimle görmedikçe, bir yöre, hiç bir bakışa uğramamış demekti."(s.306)

"Otuz yaşıma kadar kendimi gençlerden daha bilgili ve yaşlılardan daha genç hissettim; onlar çok fazla şaşkın, bunlar çok fazla ağırbaşlı idiler; yalnızca bende, varoluş örnek bir biçimde düzenleniyordu; her ayrıntı bu mükemmellikten yararlanıyordu." (s.306)

"Ben hala yaşamımın, kendi kendime anlattıkça gerçek olan güzel bir öykü olmasını istiyordum; bunu kendi kendime anlatırken, güzelleştirmek amacıyla kayırıyordum. Sonra gerçeküstünden vazgeçtim; ama ne insanları oldukları gibi görmemi engelleyen ahlakçılığımdan, katı ilkeciliğimden, ne de soyur evrenselciliğimden kurtulabildim." (s.309)

"Hepimiz, özü barış olan yalan bir yaşamı yaşıyorduk. Hiç kimsede yeniden toplanmakta olan bir dünyanın tümünü algılamak için gerekli olanaklar yoktu ve bu öyle bir dünyaydı ki, tümü anlaşılmazsa, hiçbir şey anlaşılmıyordu." (s.309)

"Yaşamını kazanmak başlıbaşına bir amaç değildir; ama yalnızca bu yolla sağlam bir iç özerkliğine erişiliyor." (s.312)

"Maddi açıdan kendine yetmek, kendini tam, eksiksiz bir insan olarak görmektir. Bu noktadan yola çıkarak ahlaksal asalaklığı ve onun tehlikeli kolaylıklarını reddedebildim." (s.312)