“Hayat, ışık ve gölgelerin bir ilişkisi olsa da bunun
öyle olduğunu asla kabul etmeyiz. Daima ışığa ve yüksek zirvelere uzanırız.
…
Doğu’daki, özellikle de Hindistan’daki durum ise çok
farklı. Doğa temeli üzerine kurulu antik bir medeniyet olarak orası çok-yüzlü
tanrıların evreni kabul edilir; bu nedenle de Doğulu insan ışık ile gölgenin,
iyi ile kötünün eşzamanlı varlığının farkına varabilir. Mutlak şeyler yoktur.
Tanrı böyle zararsızsa şeytan da öyledir. Ama böyle bir kavrayışın karşılığı
doğrudan Doğa’nın kendisine bir övgüdür. Sonuç olarak bir Hindu, kendini
Batılıdan daha az bireyleşmiş bulur; azıcık daha fazla doğanın bir parçası,
kolektif ruhun içinde bir unsurdur.” (s.22)
“Kendinizi akışa bırakmalısınız, tıpkı gökyüzündeki
bulutlar gibi. Direnmemelisiniz. Tanrı bu dağlarda, bu gölde var olduğu kadar
sizin talihinizde de vardır. Bunu anlamak çok zordur çünkü insan Doğa’dan
uzaklaştıkça uzaklaşıyor, tabii kendinden de.” Hermann Hesse (s.28)
“Upanişadlar’ın ya da Vedanta’nın bilgeliğinden daha çok
Çin’in bilgeliğinden ilham almışımdır. I Ching bir hayatı dönüştürebilir.”
Hermann Hesse (s.29)
“-Hayatın ötesinde bir şey olup olmadığını bilmek önemli
mi?
-Hayır, değil…
Ölme eylemi Jung’un Kolektif Bilinçdışı’na düşmek gibi bir şey, oradan da
forma, saf forma dönüşürsün.” (s.35)
“Sözcükler gerçekten bir maske. Doğru anlamı nadiren
ifade ederler; aslında onu saklamaya meyillidirler. Eğer hayal gücünüzde
yaşayabilirseniz o zaman dine ihtiyacınız kalmaz, çünkü hayal gücüyle ölümden
sonrasını anlayabilirsiniz, insan Evren’le yeniden birleşebilir. Bir kez daha
söylüyorum, bu hayattan öte bir şey olup olmadığını bilmek önemli değildir.
Değerli olan, doğru türde işi yapmış olmaktır; eğer doğruysa o zaman her şey
iyi olacaktır. Tanrı başkaları için ne ise Evren de benim için odur. Doğanın
insanın düşmanı olduğunu, fethedilen bir şey olduğunu düşünmek yanlıştır.
Aksine doğaya bir anne gibi bakmalı ve kendimizi huzurla ona teslim etmeliyiz.
Bu tavrı takınırsak tüm diğer canlılar gibi, tüm hayvanlar ve tüm bitkiler gibi,
evrene döndüğümüzü adamakıllı
hissedeceğiz. Hepimiz bütünün ölçülemeyecek kadar küçük parçalarıyız. İsyan
etmek saçma, kendimizi yüce akışa bırakmalıyız.” Hermann Hesse (s.47)
“Çakralar, bilincin merkezleridir.” Carl Jung (s.91)
“Uzun psikiyatrik tedavi deneyimimde hiç tamamen kendi
kendine yeten bir evlilikle karşılaşmadım. Düşündüm de bir kez karşılaştım,
çünkü bir Alman profesör, bana kendininkinin öyle olduğunu temin etti. Bir
keresinde Berlin’de onu ziyaret ettiğimde eşinin gizli bir apartman dairesi
tuttuğunu öğrenene kadar ona inanıyordum. Bu, bir rol olmaya benzer. Dahası
tümüyle ortak anlayışa adanan bir evlilik bireysel kişiliğin gelişmesi için
kötüdür; en düşük ortak paydaya doğru bir çöküştür ki kitlelerin kolektif
aptallığı gibi bir şeydir.” Carl Jung (s.94)
“Dr. Jung’a birinin kendi rüyalarını çözümlemesinin ve
onları dikkate almasının akıllıca olup olmadığı hakkındaki düşüncesini sordum.
Ve sözlerime şöyle devam ettim: “Diğer yandan Hindistan’da Krishnamurti’yle
konuştum ve bana rüyaların gerçek bir önemi olmadığını ve önemli olan tek şeyin
bakmak, bilinçli olmak ve anın tamamen farkında olmak olduğunu söyledi. Bana
hiç rüya görmediğini söyledi. Bunun nedeninin hem bilinciyle hem de bilinçdışı
zihniyle bakması, rüyalara başka bir şey kalmaması ve uyuduğunda tam olarak
dinlenmesi olduğunu söyledi.”
Jung “Evet, bu bir süre için mümkündür” diyerek devam
etti. “Bazı bilim insanları bana bütün dikkatleriyle belirli bir sorun üzerine
yoğunlaştıklarında artık rüya görmediklerini söylediler. Sonra da açıklanamayan
bir sebeple tekrar rüya görmeye başladılar. Bununla birlikte kendi rüyalarınızı
çözümlemenin önemi hakkındaki sorunuza dönecek olursak, bana göre tek önemli
şey doğayı takip etmektir. Bir kaplan iyi bir kaplan olmalıdır, bir ağaç da iyi
bir ağaç. Dolayısıyla insan da insan olmalı. Fakat insanın ne olduğunu anlamak
için kişi doğayı izlemeli ve beklenmedik olanın önemini kabul ederek tek başına
kalmalıdır. Ancak aşksız hiçbir şey mümkün değildir, simya süreçleri bile;
çünkü aşk, insanı her şeyi riske atan ve önemli unsurları saklamayan bir ruh
haline sokar.” (s.95)
“Dünyamızda yeterince içgörü ve iyi niyet sahibi olan
insanların, kitlelere tavsiye vermekten ya da onlar için en iyi yolu bulmaya
çalışmaktan çok kendi ruhlarıyla ilgilenmeleri gerektiği konusunda sizinle
tamamen hemfikirim. Fakat ne yazık ki kendileri hakkında hiçbir şey bilmeyen
kişilerin çoğunlukla başkalarına öğretmeye kalkmaları üzücü bir gerçektir.” Carl
Jung (s.115)
“Büyürüz, çiçek açarız ve solarız; ölüm, mutlak sükûnettir.
Ya da öyleymiş gibi görünür.” (s.134)
“Dr. Jung’u görmeye tekrar gittim ve onunla kitapları ve
sanat eserleriyle çevrili odasında sohbet ettim. Ona Hindistan’dan ayrılacağımı
söyledim. I Ching’e danıştım ve bana öyle yapmamı tavsiye etti, diye de ekledim.
Ne söylüyorsa onu yapmalısın deyip şöyle devam etti: çünkü o kitap hata yapmaz.
Her durumda bireysel psişe ile dünya arasında
belirli bir bağlantı vardır. Bir hastayı sınıflandırmakta güçlük
çektiğimde onu her zaman bir yıldız haritası çıkarttırmaya gönderirim. Bu
harita onun karakteriyle örtüşür, o haritayı psikolojik olarak yorumlarım.
Dünya ile psişe arasındaki örtüşme o kadar güçlüdür ki üçboyutlu zamanın
icatları ve tasarılarının, zihinsel yapının düpedüz yansımaları olması bile
mümkündür. Bu nedenle yaşanan son savaşı hastalarımın rüyalarını çözümleyerek
tahmin edebildim çünkü Wotan her zaman rüyalarda görünürdü. Ama Birinci Dünya
Savaşı’nı öngöremedim çünkü bana malum olmasına rağmen o günlerde rüyaları
çözümlemiyordum. Yine de kasvetli hastalık ya da ölümü tahmin eden kırk bir
rüya çözümledim.” Carl Jung (s.138)
“İnsan kendi doğasına göre yaşamalı, kendini tanımaya yoğunlaşmalı ve sonra kendi hakkındaki hakikate göre yaşamalı. Bir vejetaryen olan kaplan hakkında ne derdiniz? Elbette onun kötü bir kaplan olduğunu söylerdiniz. Dolayısıyla herkes hem bireysel hem de kolektif açıdan kendi doğasına uygun şekilde yaşamalı.” Carl Jung